Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? TBMM dün yine istenmeyen olaylara sahne oldu. CHP genel başkanı sayın Kılıçdaroğlu’na ya da her hangi bir millet vekiline yapılmış olsa da aslında bütün millete yapılmış gibidir diye düşünüyorum ve cezası ona göre olmalı. Doğrusu izlediğimiz görüntüler çok üzücüydü. Bir anda ortalık savaş alanına döndü. Sayın Kılıçdaroğlu darp edildi, gözü yaralandı falan korumalar ve diğer vekiller de saldırganı benzetti.
Çok garibime gitti siz gidin saldırıya uğrayan ile ilgilenin kardeşim. Saldırganı da yakalamak korumalara ve güvenlik görevlilerine kalsın. Ama yok biz kendi işimizi kendimiz yaparız ya mevkiimiz ve yerimiz ne olursa olsun ve adamı döveriz diyerek saldırıya uğrayanı bırakıp saldırganı tekme tokat dövmeye başladılar. Ama biz mecliste uçan tekmelere bile alışık olduğumuz halde yinede bu görüntüler canımızı sıktı hem de çok.
Sayın Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırıdan dolayı üzüldük ve üzülüyoruz onun canı yanarken bizimde canımız yanıyor ama saldırgana yapılan muamelede canımızı sıkıyor! Ve ister istemez düşünüyoruz şimdi o saldırgandan farkımız ne? Kaldı ki saldırgan da böyle düşünmüş ve “Beni darp eden kişi ya da kişilerin tespit edilmesi halinde şahıslardan şikayetçiyim” demiş.
Sayın Kılıçdaroğlu’na acil şifalar ve geçmiş olsun diyoruz ve saldırıyı kınıyoruz şiddetle. Nereden ve kim tarafından gelirse gelsin ve cezasız kalmasın istiyoruz. Ve sevgili okuyucularım kavgasız gürültüsüz günleri, anları, zamanları özledik bu güzel ülkede dilerim her gelen an diğerini aratmasın artık. Ve sağlık ve sevgi ve hep birlikte kalalım her zaman diliyorum. Kıssadan hisseler diyorum. Yase
& & & & &
Dünyayı Düzeltmek İçin
Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra, pazar sabahı kalktığında keyifle eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını hayal ediyordu. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve parka ne zaman gideceklerini sordu. Baba, oğluna söz vermişti; bu hafta sonu parka götürecekti onu ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna uzattı: “Eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni parka götüreceğim!” dedi. Sonra düşündü: “Oh be, kurtuldum! En iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez!”
Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi: “Babacığım, haritayı düzelttim. Artık parka gidebiliriz!” dedi. Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hayretler içindeydi ve oğluna bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şu ibretlik açıklamayı yaptı: “Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan resmi vardı. İnsanı düzelttiğim zaman dünya kendiliğinden düzelmişti!”
& & & & &
Hayat
Hintli bir yaşlı usta, çırağının sürekli her şeyden şikayet etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Hayatındaki her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi. Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri tükürmeye başladı. “Tadı nasıl?” diye soran yaşlı adama öfkeyle “acı” diye cevap verdi. Usta kıkırdayarak, çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Az ilerdeki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi. Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla silerken aynı soruyu sordu: “Tadı nasıl?”
“Ferahlatıcı” diye cevap verdi genç çırak. “Tuzun tadını aldın mı?” diye sordu yaşlı adam, “Hayır” diye cevapladı çırağı. Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının yanına oturdu ve şöyle dedi: “Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey, ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış.”
& & & & &
Baltayı Bilemek
Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş.
İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar. Sonuç: İkinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş: “Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken ise başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne?”
İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş: “Ortada bir sır yok… Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir.”
Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. Bu, zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Delhi’deki ünlü tapınakta Sokrat’ın şu sözü yer alır: “İnsan Kendini Tanı.” Kendini tanımak, şu anda olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Kendini tanımak, kendimizi nasıl gördüğümüz ile başkalarının bizi nasıl gördüğü arasında fark olmaması anlamına gelir. Bireysel ve iş yaşamımızda başarılı, mutlu ve doyumlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız.
Şubat Güneşi
Ahmet hala şaşkınlığını üzerinden atmamıştı kız bir saniyede ölebilirdi sanki?
“Zeynep lütfen bana ne olduğunu anlatabilir misin?”
“Ahmetçim gerçekten iyiyim bak geçti bir şeyim yok ama sana anlatmam gerekenler var biliyorum. Gel yanıma otur ve çok kötü olursam korkma olur mu? Artık kendimle yüzleşmem gerekiyor yoksa boğulacağım.” “Zeynep beni korkutuyorsun ama!” Zeynep kendini arkaya iterek Ahmet’te yanında yer açtı. Ahmet gelip dikkatle kızın yanına oturdu, kolunu omzuna atıp kendine çekti kız başını Ahmet’in omzuna yasladı bir an öylece durdu.
“Biraz önce neden böyle kötü oldum biliyor musun?” dedi ağzı kurumuştu dili zor dönüyordu. “Dün gece Can da kim demiştin yanılmıyorsam değil mi?” “Evet, Can diye sayıklıyordun.” “Can benim sevgilim, her şeyim evimdi.” Gözleri yine dolmuş sesi zor duyulur olmuştu. Ama durmadı devam etti. Çabucak “O öldü! Ahmet inanabiliyor musun o öldü!” dedi. “20 binde bir olan bir kas hastalığı dört ay gibi bir zamanda benden aldı onu.”
Ahmet duyduklarından dehşete düşmüştü kız “o öldü” diye devam ediyordu “inanabiliyor musun öldü. O kadar işte öldü.” Kız sayıklar gibi “öldü inanabiliyor musun” diye tekrarlayıp duruyordu. “Düşün bak 20 binde bir olan bir vaka tuttu geldi sevdiğim adamı buldu. Bu nasıl bir şey inan bana anlayamıyorum hala anlayamıyorum, anlayamıyorum.” Sesi boğazında düğüm, düğüm düğümleniyordu. Nabzı hızlanmış şakakları zonkluyordu, başı dayanılmaz şekilde ağrımaya başlamıştı, kız inliyordu.
“Zeynep lütfen bana bak” diye Ahmet kızın çenesinden tutup yüzüne bakmaya zorladı, Zeynep bayılmak üzereydi. “Sus” dedi “konuşma sonra anlatırsın, iyileştiğinde lütfen bak ateşin yeniden yükselecek. İyi değilsin Zeynep…” Arkası Yarın
Günün Şiiri
Bilgenin yüreğinde her dilek
Anka kuşu gibi gizli gerek.
Damla nasıl inci olur denizde:
Sedefler içinde gizlenerek.
Ovada her kızıl lalenin teni
Bir padişahın kanıyla beslendi.
Yerden biten şu mor menekşe yok mu?
Bir güzelin yanağındaki bendi.
Mal mülk düşkünleri rahat yüzü görmezler
Bin bir derde düşer, canlarından bezerler.
Öyleyken, ne tuhaftır, yine de övünür
Onlar gibi olmayana adam demezler.
Gül verme istersen, diken yeter bize.
Işık da vermezsen, ateş yeter bize.
Hırka, tekke, post most olasa da olur
Kilise çanları bile yeter bize.
Ömer Hayyam
Günün Sözü
Para ve insan arasındaki karşılıklı ilişki şöyledir: İnsan paranın sahtesini yapar, para da insanın.
Benjamin Franklin,