Bugün Darmadağınık Olma Günü

0
51

Günaydın sevgili okuyucularım. Bazen ne kadar garip oluyoruz ya? Hiç bir şey bizi memnun etmez oluyor, ne yazdığımızı beğeniyoruz, ne çizdiğimizi, ne yaptığımızı… Canımız her şeyi birden istiyor ama hepsini önünüze koysalar hiç birine elinizi uzatmak bile gelmiyor içinizden. Ayrımına varıyorsunuz bir şey istiyor içimiz ama ne? Önünüzdekilerden hiç biri değil bu kesin. Dönüp, dönüp buzdolabından içeri başınızı uzatırsınız, dikkatle köşe bucak bakarsınız, sanki her defasında ilk kez bakıyormuşsunuz gibi, bir şey yok kapatırsınız “pat” diye… Döner balkona çıkarsınız, bu sokaklar nasılda pislik içinde? Diye yine bir sıkıntıyla içinizi çekersiniz. Birde sinekler var bu aralar kara-kara, minnacık, kapı pencere açmayın hemen doluşuyorlar içeri, hemen içeri girip kapıyı kapatırsınız tamam bir tane süzülmüştür, tam başınızı yastığa koyarsınız, kendinizi sorgulamaya çekmek için ne istiyorum bu dünyadan ya? Diyerek, bakarsınız başınızın üzerinde daireler çiziyor. Aman tanrım bu ne iğrenç bir şey diyerek dikleşirsiniz dehşet içinde hemen onu kovmaya başlarsınız ama pencereyi açarsanız başkaları da girer? O zaman ne yapacaksınız? Öldürmeye içiniz elvermiyor yani yapamazsınız bu kesin.

Kalkıp başka odaya giriyorsunuz kapıyı da sıkıca kapatıyorsunuz oraya sızmasın diye sizde istediğiniz gibi kendinizle konuşup kavga mı edersiniz, kendinizi mi yersiniz, düşüncelere dalar uyur musunuz artık ne isterseniz yapın. Demesi kolay… Ne yapılır kapalı bir ortamda hem de bir tek sinek yüzünden? Dolanın bakalım… Yazı yazmak istiyorsunuz doluyor, nereden buluyorsunuzdur yazacak bunca şey? Ama beğenmiyorsunuz sil baştan. Yeni bir kitap var elinizde ona bakıyorsunuz ama dikkatinizi çekecek bir şey bulamıyorsunuz. Yüreğiniz ağır külçe gibi bir tarafı, diğeri ise uçuyor hafiften öte. Ağır tarafı bir bakıyorsunuz daha da ağırlaşıyor hafif bölüme de taşıyor. Minnacık bir bölge kalıyor, hafif o da göğsünüzde garip hızlı ve incecik atıyor. Biraz rahatsızlık mı veriyor ne? Aslında onu da bilmiyorsunuz. Sabah güzel bir şey olacakmış gibi bir duyguyla uyandınız ve güzel bir şey olacak diye bekliyorsunuz.?! Aptal falan mıyız ya bir odada dön dolaş ve güzel bir şey olacak diye bekle? Valla kim ne derse desin beklenti mi, sıkıntı mı nedir bilemiyorum ama çok sıkıcı bir duygu bir de böyle külçe karışımı hafif bir yürekle geziniyorsanız.

Valla bu son günlerde elimdeki taslakları kitaplaştırmak için uğraşırken yurt dışından gelen misafirler, kardeşim ve dostlarım, arkadaşlarım bir ağız olmuş bendenizden ful şikayette. Onlarla yeterince ilgilenmediğimi söylüyorlar, kızıyorlar, alınıyorlar ve bilgisayarımı bozmakla tehdit ediyorlar ki onu da yaptılar. Birde onunla uğraşırken, kendimden geçtim ve yazılarım yine gün dışı kaldı. Ve şimdi etrafta aptal aptal dolanıyorum, bir buzdolabı, bir balkon, üstelik komşularda taziye çadırı var, onlara da gitmek gerekiyor, yemek yapmakta ve  hepsine rağmen bugün darmadağınık olma günümdeyim sanki?

Ah gerçekten sıkıcı gerçekten başıma ağrılar giriyor. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla sevgiyle kalalım hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Ümit Taşı

Küçük çocuk, deniz kenarında gördüğü yassı bir taşın güzelliğine hayran olmuştu. Mutlaka bir mücevherdi bulduğu. Şekli de bir insan kalbi gibiydi. Üstelik parıl parıl parlamaktaydı. Çocuk taşı avuçlayıp eve koştu. Ve onu büyük bir heyecanla babasına uzattı. Adam, yavrusunun soğuktan morarmış avucundaki taşın, birbirine sürtüldüğünde kıvılcım çıkaran bir çakmak taşı olduğunu hemen anladı. Fakat bunu ona söylemedi. Küçük çocuk, rüyalarını süsleyen bisiklete kavuşmak için elindeki taşı satmak istiyor ve o paranın bir bölümüyle bir de top alacağına inanıyordu. Fakat babası buna yanaşmıyordu. Çocuk, işin kendisine düştüğünü anladığında, tatilde simit sattığı çarşıya gitti. Kuyumcu vitrinleri, göz kamaştıran ışıkların aydınlattığı altın kolyelerle doluydu. Bir de, elindeki taşın çok daha küçük olanlarıyla süslenen pahalı yüzüklerle. Çocuk en gösterişli mağazayı gözüne kestirdikten sonra, bir süre vitrin önünde bekledi.

İçeride, dükkan sahibi olduğu anlaşılan bir adam vardı. Müşteri olarak da kürk mantolu bir hanım. Küçük çocuk biraz sonra içeri girdi. Ve cebinden çıkardığı taşı dükkan sahibine uzatarak: “Bu pırlantayı deniz kenarında buldum efendim. Eğer isterseniz size satarım.” Dedi. Adam taşa uzaktan bir göz atıp: “O sadece basit bir çakmak taşı. Bütün sahil o taşlarla doludur.” Dedi. “Hayır!” diye atıldı küçük çocuk. “İsterseniz ıslatın, ne kadar parladığını göreceksiniz.” Dükkan sahibi, zengin müşterisini kaçırmaktan korkuyor ve çocuğu kolundan tutup atmayı planlıyordu. Kadın onun niyetini sezmişti. Çocuğun taşına yakından bakıp: “Tam istediğim şey!” Diye gülümsedi. “Onu bana satar mısın?” Küçük çocuk, taşının gerçek değerini anlayan biriyle karşılaşmış olmaktan son derece mutluydu. Kadının cebine doldurduğu paralar ise, aklını başından almıştı. Defalarca teşekkür ettikten sonra, koşarak uzaklaştı. Kadın, elindeki taşı kuyumcuya vererek ona bir zincir takmasını istedi. Belli ki mücevher gibi taşıyacaktı. Dükkan sahibi, yapmış olduğu ikazı anlamadığı için, kadının aldandığını düşünüyordu. Bu yüzden: “Söylemiştim, ama tekrar edeyim! Satın aldığınız şey basit bir taştır.” Kadın, önce pırlanta kolyesine, daha sonra da yüzüğüne bakarak: “Zannetmiyorum!… O taş bence bunlardan daha değerli, çünkü küçük bir çocuğun ümidini taşıyor…” dedi…

& & & & &

Ruhumuzu Bekleyelim

İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yeli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyorlar, sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor, “hiç anlayamadım, niye yolun ortasında oturup saatlerce yok yere bekledik? ” Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki; “Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik…”

Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve “niye” ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor. Inkalar’ın yaşlı torunu. Çünkü kimilerimiz bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kalıyor, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz. … Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor. Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız. Evet kimi zaman bunlara sahip oluyoruz ama ruhumuz yanımızda olmadan…

Günün Şiiri

Bir Gün Anlarsın

Uykuların kaçar geceleri,

Bir türlü sabah olmayı bilmez,

Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya

Deli eden uğultudur başlar kulaklarında,

Ne çarşaf halden anlar, ne yastık

Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık,

Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın,

Onun unutamadığın hayali,

Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine,

Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

 

Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu,

Şerefin, faziletin, iyiliğin güzelliğin.

Gün gelir de, sesini bir kerecik duymak için,

Vurursun başını soğuk, taş duvarlara,

Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın

Duyarsın.

Ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın.

Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

 

Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin

Niçin yaratıldığını.

Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini

Uzun uzun seyredersin aynalarda güzeliğini

Boşuna geçip, giden yıllarına yanarsın.

Dolar gözlerin, için burkulur

Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.

 

Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların

Sevilen gözlerin erişilmezliğini

O hiç beklenmeyen saat geldi mi

Düşer saçların önüne ama bembeyaz

Uzanır gökyüzüne ellerin

Ama çaresiz

Ama yorgun

Ama bitkin

Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın

Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı

Sevmek ne imiş bir gün anlarsın

 

Bir gün anlarsın hayal kurmayı

Beklemeyi

Ümit etmeyi

Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir

Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi

Lanet edersin yaşadığına

Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın

O zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğinden

 

Seni sevdiğimi bir gün anlarsın.

Ümit Yaşar OĞUZCAN

İmkansız Şeyler

İmkansız olan şeyler vardır bilirsin

Yaşlanmamak gibi, ölmemek gibi

Ve seni sevmemek cigan gözlüm

Mümkün değil ki

Çıkarıp atamam içimden

Neyleyim yer etmişin bir kere

Ne zaman elime bir kağıt alsam

Siner güzelliğin kelimelere

Yumsam gözlerimi seni seyrederim

Devamlı bir musiki kulaklarımda sesin

Mevsimler seninle başlar, seninle biter

Yıl oniki ay benimlesin

Ne zaman bir gemi görsem limanda

Alıp başımı seninle gitmek isterim

Umurumda değil bu oyunlar, bu düzenler

Anlasana; seni arıyor ellerim

İmkansız düşünmemek gecelerce seni

Ve sevmemek ömür boyunca, bir gün değil

*Başka çaremiz yok, beni unut* demiştin

Mümkün değil cigan gözlüm, mümkün değil.

Ümit Yaşar OĞUZCAN

Günün Sözü

Beş şeyden önce beş şeyi ganimet biliniz: İhtiyarlık gelmeden gençliği, Hastalık gelmeden sağlığı, Fakirlik gelmeden zenginliği, Meşguliyet gelmeden zamanı, Ölüm gelmeden ömrü…
Hz. Muhammed

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here