Günaydın sevgili okuyucularım. Bazen ne kadar garip oluyoruz ya? Hiç bir şey bizi memnun etmez oluyor, ne yazdığımızı beğeniyoruz, ne çizdiğimizi, ne yaptığımızı… Canımız her şeyi birden istiyor ama hepsini önünüze koysalar hiç birine elinizi uzatmak bile gelmiyor içinizden. Ayrımına varıyorsunuz bir şey istiyor içimiz ama ne? Önünüzdekilerden hiç biri değil bu kesin. Dönüp, dönüp buzdolabından içeri başınızı uzatırsınız, dikkatle köşe bucak bakarsınız, sanki her defasında ilk kez bakıyormuşsunuz gibi, bir şey yok kapatırsınız “pat” diye… Döner balkona çıkarsınız, bu sokaklar nasılda pislik içinde? Diye yine bir sıkıntıyla içinizi çekersiniz. Birde sinekler var bu aralar kara-kara, minnacık, kapı pencere açmayın hemen doluşuyorlar içeri, hemen içeri girip kapıyı kapatırsınız tamam bir tane süzülmüştür, tam başınızı yastığa koyarsınız, kendinizi sorgulamaya çekmek için ne istiyorum bu dünyadan ya? Diyerek, bakarsınız başınızın üzerinde daireler çiziyor. Aman tanrım bu ne iğrenç bir şey diyerek dikleşirsiniz dehşet içinde hemen onu kovmaya başlarsınız ama pencereyi açarsanız başkaları da girer? O zaman ne yapacaksınız? Öldürmeye içiniz elvermiyor yani yapamazsınız bu kesin.
Kalkıp başka odaya giriyorsunuz kapıyı da sıkıca kapatıyorsunuz oraya sızmasın diye sizde istediğiniz gibi kendinizle konuşup kavga mı edersiniz, kendinizi mi yersiniz, düşüncelere dalar uyur musunuz artık ne isterseniz yapın. Demesi kolay… Ne yapılır kapalı bir ortamda hem de bir tek sinek yüzünden? Dolanın bakalım… Yazı yazmak istiyorsunuz doluyor, nereden buluyorsunuzdur yazacak bunca şey? Ama beğenmiyorsunuz sil baştan. Yeni bir kitap var elinizde ona bakıyorsunuz ama dikkatinizi çekecek bir şey bulamıyorsunuz. Yüreğiniz ağır külçe gibi bir tarafı, diğeri ise uçuyor hafiften öte. Ağır tarafı bir bakıyorsunuz daha da ağırlaşıyor hafif bölüme de taşıyor. Minnacık bir bölge kalıyor, hafif o da göğsünüzde garip hızlı ve incecik atıyor. Biraz rahatsızlık mı veriyor ne? Aslında onu da bilmiyorsunuz. Sabah güzel bir şey olacakmış gibi bir duyguyla uyandınız ve güzel bir şey olacak diye bekliyorsunuz.?! Aptal falan mıyız ya bir odada dön dolaş ve güzel bir şey olacak diye bekle? Valla kim ne derse desin beklenti mi, sıkıntı mı nedir bilemiyorum ama çok sıkıcı bir duygu bir de böyle külçe karışımı hafif bir yürekle geziniyorsanız.
Valla bu son günlerde elimdeki taslakları kitaplaştırmak için uğraşırken yurt dışından gelen misafirler, kardeşim ve dostlarım, arkadaşlarım bir ağız olmuş bendenizden ful şikayette. Onlarla yeterince ilgilenmediğimi söylüyorlar, kızıyorlar, alınıyorlar ve bilgisayarımı bozmakla tehdit ediyorlar ki onu da yaptılar. Birde onunla uğraşırken, kendimden geçtim ve yazılarım yine gün dışı kaldı. Ve şimdi etrafta aptal aptal dolanıyorum, bir buzdolabı, bir balkon, üstelik komşularda taziye çadırı var, onlara da gitmek gerekiyor, yemek yapmakta ve hepsine rağmen bugün darmadağınık olma günümdeyim sanki?
Ah gerçekten sıkıcı gerçekten başıma ağrılar giriyor. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlıkla sevgiyle kalalım hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Ümit Taşı
Küçük çocuk, deniz kenarında gördüğü yassı bir taşın güzelliğine hayran olmuştu. Mutlaka bir mücevherdi bulduğu. Şekli de bir insan kalbi gibiydi. Üstelik parıl parıl parlamaktaydı. Çocuk taşı avuçlayıp eve koştu. Ve onu büyük bir heyecanla babasına uzattı. Adam, yavrusunun soğuktan morarmış avucundaki taşın, birbirine sürtüldüğünde kıvılcım çıkaran bir çakmak taşı olduğunu hemen anladı. Fakat bunu ona söylemedi. Küçük çocuk, rüyalarını süsleyen bisiklete kavuşmak için elindeki taşı satmak istiyor ve o paranın bir bölümüyle bir de top alacağına inanıyordu. Fakat babası buna yanaşmıyordu. Çocuk, işin kendisine düştüğünü anladığında, tatilde simit sattığı çarşıya gitti. Kuyumcu vitrinleri, göz kamaştıran ışıkların aydınlattığı altın kolyelerle doluydu. Bir de, elindeki taşın çok daha küçük olanlarıyla süslenen pahalı yüzüklerle. Çocuk en gösterişli mağazayı gözüne kestirdikten sonra, bir süre vitrin önünde bekledi.
İçeride, dükkan sahibi olduğu anlaşılan bir adam vardı. Müşteri olarak da kürk mantolu bir hanım. Küçük çocuk biraz sonra içeri girdi. Ve cebinden çıkardığı taşı dükkan sahibine uzatarak: “Bu pırlantayı deniz kenarında buldum efendim. Eğer isterseniz size satarım.” Dedi. Adam taşa uzaktan bir göz atıp: “O sadece basit bir çakmak taşı. Bütün sahil o taşlarla doludur.” Dedi. “Hayır!” diye atıldı küçük çocuk. “İsterseniz ıslatın, ne kadar parladığını göreceksiniz.” Dükkan sahibi, zengin müşterisini kaçırmaktan korkuyor ve çocuğu kolundan tutup atmayı planlıyordu. Kadın onun niyetini sezmişti. Çocuğun taşına yakından bakıp: “Tam istediğim şey!” Diye gülümsedi. “Onu bana satar mısın?” Küçük çocuk, taşının gerçek değerini anlayan biriyle karşılaşmış olmaktan son derece mutluydu. Kadının cebine doldurduğu paralar ise, aklını başından almıştı. Defalarca teşekkür ettikten sonra, koşarak uzaklaştı. Kadın, elindeki taşı kuyumcuya vererek ona bir zincir takmasını istedi. Belli ki mücevher gibi taşıyacaktı. Dükkan sahibi, yapmış olduğu ikazı anlamadığı için, kadının aldandığını düşünüyordu. Bu yüzden: “Söylemiştim, ama tekrar edeyim! Satın aldığınız şey basit bir taştır.” Kadın, önce pırlanta kolyesine, daha sonra da yüzüğüne bakarak: “Zannetmiyorum!… O taş bence bunlardan daha değerli, çünkü küçük bir çocuğun ümidini taşıyor…” dedi…
& & & & &
Ruhumuzu Bekleyelim
İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yeli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyorlar, sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor, “hiç anlayamadım, niye yolun ortasında oturup saatlerce yok yere bekledik? ” Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki; “Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik…”
Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve “niye” ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor. Inkalar’ın yaşlı torunu. Çünkü kimilerimiz bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kalıyor, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz. … Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor. Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız. Evet kimi zaman bunlara sahip oluyoruz ama ruhumuz yanımızda olmadan…
Günün Şiiri
Bir Gün Anlarsın
Uykuların kaçar geceleri,
Bir türlü sabah olmayı bilmez,
Dikilir gözlerin tavanda bir noktaya
Deli eden uğultudur başlar kulaklarında,
Ne çarşaf halden anlar, ne yastık
Girmez pencerelerden beklediğin aydınlık,
Kapanır yatağına çaresizliğine ağlarsın,
Onun unutamadığın hayali,
Sigaradan derin bir nefes çekmişçesine dolar içine,
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın aslında her şeyin boş olduğunu,
Şerefin, faziletin, iyiliğin güzelliğin.
Gün gelir de, sesini bir kerecik duymak için,
Vurursun başını soğuk, taş duvarlara,
Büyür gitgide incinmişliğin, kırılmışlığın
Duyarsın.
Ta derinden acısını çaresiz kalmışlığın.
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın ne işe yaradığını ellerinin
Niçin yaratıldığını.
Bu iğrenç dünyaya neden geldiğini
Uzun uzun seyredersin aynalarda güzeliğini
Boşuna geçip, giden yıllarına yanarsın.
Dolar gözlerin, için burkulur
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın.
Bir gün anlarsın tadını sevilen dudakların
Sevilen gözlerin erişilmezliğini
O hiç beklenmeyen saat geldi mi
Düşer saçların önüne ama bembeyaz
Uzanır gökyüzüne ellerin
Ama çaresiz
Ama yorgun
Ama bitkin
Bir zaman geçmiş günlerin uykusuna dalarsın
Sonra dizilir birbiri ardınca gerçekler acı
Sevmek ne imiş bir gün anlarsın
Bir gün anlarsın hayal kurmayı
Beklemeyi
Ümit etmeyi
Bir kirli gömlek gibi çıkarıp atasın gelir
Bütün vücudunu saran o korkunç geceyi
Lanet edersin yaşadığına
Maziden ne kalmışsa yırtar atarsın
O zaman bir çiçek büyür kabrimde kendiliğinden
Seni sevdiğimi bir gün anlarsın.
Ümit Yaşar OĞUZCAN
İmkansız Şeyler
İmkansız olan şeyler vardır bilirsin
Yaşlanmamak gibi, ölmemek gibi
Ve seni sevmemek cigan gözlüm
Mümkün değil ki
Çıkarıp atamam içimden
Neyleyim yer etmişin bir kere
Ne zaman elime bir kağıt alsam
Siner güzelliğin kelimelere
Yumsam gözlerimi seni seyrederim
Devamlı bir musiki kulaklarımda sesin
Mevsimler seninle başlar, seninle biter
Yıl oniki ay benimlesin
Ne zaman bir gemi görsem limanda
Alıp başımı seninle gitmek isterim
Umurumda değil bu oyunlar, bu düzenler
Anlasana; seni arıyor ellerim
İmkansız düşünmemek gecelerce seni
Ve sevmemek ömür boyunca, bir gün değil
*Başka çaremiz yok, beni unut* demiştin
Mümkün değil cigan gözlüm, mümkün değil.
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Günün Sözü
Beş şeyden önce beş şeyi ganimet biliniz: İhtiyarlık gelmeden gençliği, Hastalık gelmeden sağlığı, Fakirlik gelmeden zenginliği, Meşguliyet gelmeden zamanı, Ölüm gelmeden ömrü…
Hz. Muhammed