Belki Herkes Böyle-Böyle Gülümser…

0
95

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Siyasi partilerde kazanlar kaynıyor, dillerden ateş damlıyor; ne zaman bu kadar bozduk dilimizi, ne zaman bu hale geldik? Beka sorunu ne demek ya?  -Beka- bendenizin anladığı kadarı ile -var olabilmek, varlığını sürdürebilmek…- Ve kastedilen bu ise yani siyasi partiler kendi varlıklarının sürdürülebilirliğinden kuşkuya kapılmışlarsa bunu anlarız. Yoksa belediye seçimlerinde başka hangi beka sorunu olabilir Allah aşkınıza? Ve bazı insanlar bu sözlere inanıyorlar işin garibi? Saf mıyız neyiz?

Ama beka sonu bir tarafa birde öbür âlem için vize diye oy istemek ne anlama geliyor? Bendenizin anladığı şu valla, bu sözleri kullanan insanlardan uzak durmak ve hiç yorum yapmamak gerekiyor! Herkesin acayip düşüncesi kendine ve inanlar yine kendi dertlerine yansın o kadar.

Yukarda ne zaman bu hale geldik diye sordum ya. Aslında her zaman bu haldeyiz. Ufak bir yaşanmışlığımı anlatmak istiyorum tamda yeri gelmişken.

Dün acele-acele kalabalık kaldırımda kendime yürüyecek alan bulmaya çalışarak gidiyordum aklımda yine rahmetli İsmail Cem hoca vardı; her zaman önce üslup diyen, birden çok kötü bir sesle irkildim. Sesin sahibi bir kadın… Tostoparlak bedenini sürüklemeye çalışırken elinden tutuğu minnacık bir kız çocuğuna 4, bilemediniz 5 yaşında aynen şöyle söylüyordu çok yüksek perdeden öfke ile yalnız bendeniz değil herkesin duyacağı bir sesle; “Vallahi de billahi de eğer söylediğimi yapmazsan seni saçlarından duvara asarım bütün vücudunu morartana kadar döverim senide elimden kimse almaz?”

Of tüylerim diken-diken oldu söylediği her ayrıntıyı beynim kahretsin ki hemen işleme koydu. Duvara saçlarından asılı bir çocuk görüntüsü geldi gözlerimin önüne, perişan, mosmor! Of az kalsın orada kusacaktım kendimi zor tuttum. Bir iki laf etmek istiyordum ama kadının yüzü yaptığı işkence kadar kararmıştı! Ne söyleyebilirsiniz? Varacağım yere sersemlemiş olarak girdim. Ve “ne zaman biz bu hale geldik” diye düşünmedim. Biz zaten hep böyleydik.

Yeni bir dizi başladı, kardeş çocukları diye, kaza ile izlediğim birkaç sahneden sonra yine korkunç bir bulantı ile kapattım TV’yi… O ne sahne, izleyenleriniz görmüştür hasta ruhlu bir babanın çocuğuna uyguladığı akıl almaz çağdışı işkence. Ve işkence hayatımızın her karesine girdi. Gazetelerin 3üncü sayfasından fırlayıp.  Sokakta işkence, dizilerin hepsinde en masumunda bile işkence, bol silah, kaçırma, çarpma, korkutma görüntüleri. Sanki çığırından çıkmış şiddet ve türevleri… Birde siyasilerin bu garip konuşmaları, tehditkâr söylemleri yetmezmiş gibi birde at gözlüğü takmış trolleri var. Bir işaretle birbirlerinin üzerine atlamaya hazır vaziyette beklemiyor mu? “Ah ya nereye gidiyoruz” demekten başka bir şey yapmıyoruz.

Ve burada yine ufak bir öykü anlatmak istiyorum. Çoğunuzun bildiği, bendenizin de defalarca yeri geldiği zaman kullandığım, kulaklara küpe olması gereken bir öykü.  Dil üzerine.

Bir gün çok zengin bir emir kadim uşağına bir misafir beklediğini söyler. Ve bu misafire en güzel yemeklerle donatılmış bir sofra kurmasını ister. Akşam olunca sofraya kocaman bir tabakta kocaman bir dil gelir.  Emir dili görünce çok kızar kadim uşağını yanına çağırır  “bu ne diye sorar senin en güzel yemeğin bu mu?”

Kadim uşak “efendim” der “dil doğru kullanıldığında yılanı deliğinden çıkarır ama kötü kullanıldığında yılanı bile korkutur. Yani dil sahibini hem vezir hem de rezil eder. Bu yüzden sofraya dil koydum efendim” der. “Konuşurken aklınıza gelsin” diye. Emir bu bilge kadim uşağa teşekkür eder. Ve yemek çok tatlı bir dille başlayıp öyle sona erer.

Ve kutsal kitapta “birbirinize lakap takmayın, birbirinizin arkasından önünden kötü konuşmayın” der. Birçok yerinde. Şu cennet-i alayı vaat eden sevgili adaylar acaba bunları bilmezler mi?

Valla ülke söz konusu olunca bütün dünyaya meydan okumaya hazırız ancak yalnızca sıradan bir yerel seçim için birbirimize bu kadar düşmanvari davranmak doğaya aykırı gibi geliyor bendenize.

Ve bir neden istiyorum neşeli olmak için. Dün de istemiştim yarın da isteyeceğim. Bir neden var çok şükür bu günde sağlıklıyız, bu günde art düşüncelerden uzağız, bu günde kardeşliği, hakkı, hukuku, birlik ve beraberliği savunuyoruz ve istiyoruz ve tavsiye diyoruz. Ve diliyoruz…

Ve şimdilik hoşça kalalım sevgili okuyucularım, sağlıkla, sevgiyle, birlik ve beraberlikle, ayrımsız gayrımsız. Ve her şeye rağmen gülümseyelim, belki birleri gülümsememize aşık olur ya da o da gülümsemek ister bizimle ve belki böyle böyle herkes gülümser!  Yase

& & & & &

Bir Kapı Kapanırken, Başkası Açılır

Ve yine aklıma sık-sık gelen bir öykü. Aslında dağarcığımda beklettiğim lazım olunca kullanmak istediğim bir öykü…

Çin düşünürü Lao Tzu’nun çok sevdiği bir öyküdür. Bir köyde ihtiyar bir adam varmış.. Çok fakirmiş ama dillere destan bir beyaz atı yüzünden kral bile onu kıskanırmış.. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış..

-“Bu at, bir at değil benim için.. Bir dost.. İnsan dostunu satar mı” dermiş hep..

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.. Köylü ihtiyarın başına toplanmış -“Seni ihtiyar bunak.. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler..

İhtiyar, -“Karar vermek için acele etmeyin. Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu.. Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez..”

Köylüler ihtiyar adama kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş.. Dağlara gitmiş kendi kendine. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş. Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler..

-“Sen haklı çıktın.. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için.. Şimdi bir at sürün var..” -“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.. Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?..”

Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemişler açıktan ama, içlerinden -“Bu herif sahiden bunamış..” diye geçirmişler.. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara..

-“Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler..

İhtiyar -“Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru.. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez..”

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler..

-“Gene haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..”

-“Siz erken karar vermeye devam edin. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor.” Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlarmış: “Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz.”

Günün Şiiri

Bu Gemi Ne Zamandır Burada   

Bu gemi ne zamandır burada
Çoktan boşaltmış yükünü
Gece de ölmüş, rıhtım da bomboş
Mavi bir suyun düşünü uyutur bir tayfa
Arkada, güvertede
Ah, neresinden baksam sessizlik gene.

Yürürüm usuldan, girerim bir meyhaneye
İçerde üç beş kişi
Yalnızlık üç beş kişi
Bir kadeh rakı söylerim kendime
Bir kadeh rakı daha söylerim kendime
-Söyle be! ne zamandır burda bu gemi
-Denizin değil hüznün üstünde.

Belki yarın gidecek
Bir anı gelecek bir başka anının yerine.

İnsan bazan ağlamaz mı bakıp bakıp kendine.
Edip Cansever

Günün Sözü

Hafif acılar konuşabilir ama, derin acılar dilsizdir.
L.A.Seneca

Hayat herkes için acı, çünkü benim boş yere dilediklerime sahip olmuş nice insanlar gördüm, onlar da mes’ut değil.
Balzac

İnsan ya acılarını unutmasını, ya da kendi mezarını kazmasını bilmeli.
Balzac

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here