Ayrılıkların Rengi Gri Değil, Siyah Değil, Kırmızı… Ateşten Kızaran Gül Gibi Kırmızı…

0
165

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Çoktan beri şiirle, şarkıyla başlamıyor sabahlar artık. Yaşamın rengi bu yüzden gri gibi? Gri bendenizin rengi değil! Gri yerine siyahı tercih ederim doğrusu. Kadife gibi yumuşak, hüzün gibidir siyah. Bütün renklerin onda yok olup onda var olduğu. “Leyla” gibi!

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,

Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,

Ateşten kızaran bir gül arar da,

Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi.

Bir susuz yolcu gibi siyah, bendenizin rengi bu sabah, renklerin en kırmızısını dizelerde arıyorum.

Hüzün giymiş yumuşacık sıcak hırkasını.

Bekliyor kapının ardında

Leyla’dan kopup ona sarılmamı

kıskanç bir sevgili gibi.

Ayrılıkların bu sabah yıl dönümü.

Ayrılıkların rengi gri değil.

Siyah değil. 

Ateş kırmızısı.

Ateşten kızaran bir gül gibi kırmızı…

Orada hüzün yok. Çıplak yalın kırmızı bir acı var. Ulu orta yasaksız, yalansız hiç utanmadan yaşanan. Ve bu sabah, kırmızı! Güneşten kızaran gül gibi… Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Çoban Çeşmesi” şiirindeki gibi…

ayrilik kırmızı ile ilgili görsel sonucu

Ve bazı sabahlar şiir ile başlasa da, gün, ayrılık günü ise? Çoban Çeşmesi en uygun şiir  olur  bu güne.. Ve ben deniz tarih sayfalarına çentik atmam hiç, ama onlar sanki çentikliymiş gibi hemencecik yoluma çıkarlar zaman kitabını elime almadan. Ve ayrılıklar kırmızı güneşten kızaran gül gibi. Bugün? Ve madem bugün yolum üzerinde ayrılıklar var. O zaman şiir okumamak olmaz hatta bir iki öykü.

Çoban Çeşmesi

Derinden derine ırmaklar ağlar,

Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,

Ey suyun sesinden anlıyan bağlar,

Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.

“Göynünü Şirin’in aşkı sarınca

Yol almış hayatın ufuklarınca,

O hızla dağları Ferhat yarınca

Başlamış akmağa çoban çeşmesi…”

O zaman başından aşkındı derdi,

Mermeri oyardı, taşı delerdi.

Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.

Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

Vefasız Aslı’ya yol gösteren bu,

Kerem’in sazına cevap veren bu,

Kuruyan gözlere yaş gönderen bu…

Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

Leyla gelin oldu, Mecnun mezarda,

Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,

Ateşten kızaran bir gül arar da,

Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,

Tarihe karıştı eski sevdalar.

Beyhude seslenir, beyhude çağlar,

Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi…

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL

Nasıl bir Leyla ki bu, bu dizleri yazdıran? Ve bizi burada buluşturan… Mekanın cennet olsun usta. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım diyorum hep birlikte ve el ele… Yase

& & & & &

Evin Emektarı Menekşe

Ben mosmor yaprakları olan küçük porselen saksıda yaşayan bir menekşeydim. Tıpkı insanlar gibi benimde umutlarım vardı. Bende aileden biri sayılırdım. Herkes beni sever aksatmadan beni sulardı. Geceleri herkes kendi odalarına çekildiğinde ben onlarla birlikte uyumaz gökyüzünü izler, yaprakların şırıltısını dinlerdim. Bazen de ailemi, yaşadığım çevreyi, onlar olmazsa ne yapacağımı düşünürdüm.

Bir gece onlar yataklarındayken ben yine çevreyi izliyordum.Bir saatten fazla olmamıştı ki deniz adeta şahlandı.Ev büyük bir sarsıntıyla ayağa kalktı.Deniz durmuştu ama insanların deprem dediği şey hala devam ediyordu.Gözlerimi kapadım ve depremin durmasını bekledim.

Gözlerimi açtığımda yıllardır yaşadığım evin yerle bir olduğunu gördüm.O güzel çiçeklerin olduğu yerdeydik yani evin bahçesinde .Ailemi aradım. Fakat ortalarda yoklardı. Çevredekiler ‘’Bu evden hiç kimse sağ çıkmadı’’ dediler. Ağlamaya başladım. Canım yanıyordu. İçimde hiç kimsenin dolduramayacağı bir boşluk vardı. Hala inanamıyordum. Onlar beni burada bırakıp gitmezlerdi. Beni bu kadar üzmezlerdi. Neyse ki bu acım fazla sürmedi. Çünkü üstümdeki beton dalımı kırdı. Ve umutlarımla beraber hayata gözlerimi yumdum.

Nazlı Deniz AYYILDIZ

& & & & &

Baltayı Bilemek

Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş. Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Akşamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş.

İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar ağaç kestiklerini saymaya başlamışlar.

Sonuç: İkinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş. Birinci adam öfkelenmiş: “Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken işe başladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu işin sırrı ne?”

İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş: “Ortada bir sır yok.. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir.”

Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için çaba göstermektir. Bu, zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur. Delhi’deki ünlü tapınakta Sokrat’ın şu sözü yer alır: “İnsan Kendini Tanı.” Kendini tanımak, şu anda olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Kendini tanımak, kendimizi nasıl gördüğümüz ile başkalarının bizi nasıl gördüğü arasında fark olmaması anlamına gelir. Bireysel ve iş yaşamımızda başarılı, mutlu ve doyumlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız.

Günün Şiiri

Kötülüğü Ört De İyiliği Öv

Ey görünmez ruhu şarabın

Kendini tanıtacak bir adın yoksa,

“şeytan” diyelim sana.

Parmağınız ağarmaya görsün

Ağrıya boğar bütün sağlam uzuvlarınızı

Tanrı bana yardım etsin

Kötülüklerden kötülük değil,

Ders çıkartmayı öğretsin.

Sone

Çökünce artık kaşlarına bir kırk yılı kışın,

Derin derin çukurlar açar o güzel çehre:

Sonra gençken giydiklerine değişir bakışın,

Günahın, sendeler tutunur soysuz bir değere.

O zaman sorarlar: ‘Nerde o güzelliğin dupduru,

El üstünde tutuğun günler nerede ışıldar?’

De ki:‘Kendi içine çöktü gözümün çukuru

Lüzumsuzca bir övgüdür, duyduğum bütün ar;

Güzel olabildiğincedir yapılan iltifat.’

Cevaplarsın:’Çocuğumdur adillerin adili,

Bahanemi kabul görüp eder bana hep dikkat. ‘

Güzelliğini benden almasıdır buna delili!

Yineler o her eskidiğinde dört yanını,

Soğuğu duyunca görürsün o ılık kanını.

William Shakespeare 

2. Sone

Kırk yılın kışı, güzel alnını kuşattı mı,

Kapladı mı yüzünü derin çukurlar artık,

Gençliğin kibirli, süslü giyim kuşamı

Beş para etmez olur, hırpani yırtık pırtık:

O zaman sorarlarsa güzelliğin nerdedir,

Dinç ve şen günlerinin hazinesi ne oldu;

Dersen yuvalarına çökmüş şu gözlerdedir,

Bencil utancıyla israfa övgüdür bu.

Kavuşur güzelliğin çılgınca alkışlara

“Benim güzel çocuğum beni kurtarır” dersen

“Ve yüzümü ağartır ben yaşlandıktan sonra.”

Güzelliğin onda sürdüğünü göstersen!

O, sen yaşlandığında yeniler varlığını

Soğuktan donan kanın duyar ısındığını.

William SHAKESPEARE

18. Sone

Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?

Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:

Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,

Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:

Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,

Ve sık sık kararı da yaldız düşer yüzünden;

Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak

Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;

Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,

Güzelliğin yitmez ki asla olmaz ki hurda;

Gölgesindesin diye ecel caka satamaz

Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:

İnsanlar nefes alsın, gözler görsün elverir,

Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.

William SHAKESPEARE

Günün Sözü

Ayrılmanın gökteki yıldızlar kadar çeşidi vardır.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here