Ağlamak; Hayatın İçinde Olduğumuza Dair Bir Şey mi?

0
136

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bazen kendimizi hayatın dışında algılarız. Hayatımız akıp giderken biz neresindeyiz diye düşünmeyiz bile. Sanki akıp giden hayatımız değil de başkasının hayatıymış gibi uzaktan izleriz.

Ancak ne zaman bir güzellik sarar içimizi? İstanbul’da yeni açan erguvanlar gibi. İşte o zaman hayatın bir başka boyutuna gireriz anlıkta olsa yaşam sevinci kaplar içimizi, dışımızda akıyor sansak ta zamanı.

Ve gece yağmurları yağıyor ve Alpay’ın radyoda çalan “Eylül’de Gel” şarkısı. İçimiz kıpır kıpır sevdiğimiz şeyler bunlar. Yoksa biz hayatın dışındaymışız gibi sanırken kendimizi aslında tam belinden mi sarılmışız ona? Belki dürümcüden ekmek dilenen yaşlı adamın peşinden koşmak içinde hayatın içinde olmak gerekiyor?

Ya ağlamak o da hayatın içinde olduğumuza dair bir şey mi? Belki hayat aslında budur. Bir mutlu, bir mutuz, bir korkulu, bir tedirgin, bir sevinçli, bir üzgün, bir içinde bir dışında! Bir ölümü dilemek, bir yaşamı çağırmak ve belki çokta ciddiye almamak her şeyi ya da almak sonuna kadar???

yase-ağlamak1

Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım bu da hayata dair bir dilek değil mi, ya da dışında? Hep birlikte el ele her şeye rağmen. Yase

& & & & &

Kardeş Var, Kardeş Var…

“Merhaba Recep hoş geldin.” “Hoşbulduk abi.” “Eee… neticeleri aldın mı?” “Aldım abi. Birimizin neticeleri iyi ama birimizde sorun çıktı.”

Ağabey olan Zeki yerinde rahatsızca kıpırdandı. “Bana bak, “Doktor arkadaşım, ucuza, baştan aşağı muayene edecek, ikimiz beraber gidelim” dedin gittik. Karnımın altında sıkıştıran ağrından başka bir şeyim yoktu. Şimdi bana bir de kötü haber verme.”

“Merak etme abi, Allah çaresiz dert vermesin. İyi ki kontrole gitmişiz.” “Niye ki. Önemli bir şey mi var.” “Doktor arkadaşım Selim, böbreklerde sorun çıktığını söyledi.”

Zeki iyice telaşlandı; “Ben de mi?” Recep abisine baktı, kısa bir sessizlikten sonra gülümsemeye çalışarak devam etti; “Yok yok… Merak etme sende değil, bende.” Recep, oturduğu yere yerleşti, ağırdan ağıra, yavaş yavaş konuştu; “Neyse, çaresi var demiştin. Neymiş çaresi.”

“Böbrek nakli.” “Öyle mi! Böbrek bulmak kolay değil diye duymuştum. Sana ne çabuk bulundu böyle.” “Beraber gittik ya abi.” “Eeee…” “Senin de her türlü bulguların hastanede kayıtlı ya, senin böbrek bana uyuyormuş.” Zeki, kaşlarını çattı; “Ne diyorsun sen Recep. Ben nasıl vereyim sana böbreğimi, ben ne olacağım.”

“Abi bilmiyor musun, sağlam olduktan ve kendine dikkat ettikten sonra bir böbrek de yetiyormuş.” “Olmaz, olmaz Recep. Bak sen benden genç olduğun halde iki böbreğinde göçmüş, başkasından böbrek istiyorsun. Benim ne garantim var? Sana bir böbreğimi verdikten sonra ya diğeri de işini yapamazsa. Sen benim böbreğimle rahat rahat gezerken, ben diyaliz makinelerinde mi ömür tüketeceğim.”

Recep’in bakışlarındaki gülümseme kaybolmaya başlamıştı. “Şaka yapıyorsun değil mi abi.”

“Bu işlerin şakayla filan ilgisi olmaz Recep. Tamam kardeşimsin, tamam zor günümde çok borç verdin ama bu iş başka.”

“Sen benim yerimde olsaydın, düşünmeden verirdim abi. Eğer beni denemek için yapıyorsan, yapma. Sen böyle konuştukça gerçekten üzülmeye başladım.”

“Bak Recep, açık söylüyorum, eğer borcumu başıma kakıp da isteyeceksen, hemen bir takvime bağlayalım, birkaç senede ödeyim. Borç çok, hemen ödeyemem ama borcumu kullanıp bana boşuna baskı kurmaya kalkma.”

“Ben sana borç lafı açtım mı! Her zaman demedim mi, “Ne zaman müsait olursan, o zaman ödersin…” diye. Bu iş başka abi, kardeş kardeşe böyle durumda yardımcı olmazsa, başka ne zaman gösterecek kardeşliğini.”

“Hiiiiç boşuna çeneni yorma. Sen de bekle biri organ bağışlasın diye, başkaları nasıl bekliyor.”

“Organ bağışlayan o kadar azken, yıllarca bekleyenler varken, insan kardeşinin diyaliz makinelerinde sürünmesine nasıl göz yumabilir ki.”

“Son sözüm bu Recep, benim ki de can.”

Recep yüzü asık, morali bozuk ayağa kalktı. “Pekala, abi, seni bir daha rahatsız etmeyeceğim. Ama ameliyat işlemlerine başlaması için kimliklerimizi doktor Selim’e bırakmıştım. Ona uğrayıp kimliğini alabilirsin.”

“Güle güle, güle güle !…”

Ertesi gün Zeki hastanedeydi. Biraz da eleştirmesinden çekine çekine doktor Selim’in odasına girdi; “İyi günler doktor bey!”

“Ooo hoşgeldiniz Zeki bey.”

“Nasılsınız?”

“İyiyim iyiyim.”

“Az önce Recep de telefon etmişti, yarın tam ameliyat saatinde hastanede olacağını söyledi.”

“Öyle mi! Aslında ben de o konuda konuşacaktım doktor bey.”

“Buyrun.”

“Bu ameliyat olmasın diyecektim.”

“Olur mu! Siz ne diyorsunuz, diyaliz makinelerinde dolaşmak, o ağrıları çekmek, her hafta, bazen haftada iki kez hastaneye koşmak, üstelik çoğu zaman ağrı içinde sıra beklemek kolay mı sanıyorsunuz. Üstelik sizlerin durumu çok güzel, iki kardeşten biri böbrek hastası çıkıyor, aynı gün muayene olan kardeşinin de böbrekleri hem sağlam, hem de kardeşine uyumlu çıkıyor.”

“Doktor bey, kusura bakmayın, tartışmak istemiyorum. Kimliğimi alıp gideceğim, bu ameliyatı istemiyorum.” Doktor çok şaşkındı; “Zeki bey, karar sizin, zorla bir şey yaptırma imkanımız yok ama bir doktor olarak bu durumu kabullenemiyorum. Gelin bir daha düşünün, bu yaptığınızın hiçbir mantıklı tarafı yok. Ameliyat masasına yatmaktan korkuyorsanız, günümüzde bu ameliyatlar oldukça başarılı yapılıyor.”

Kimliği uzattı; “Evraklar önümde hazır, sadece sizin imzanız kalmıştı. Bakın kardeşiniz de yarın vaktinde burada olacağını söyledi, daha ne istiyorsunuz ki, anlayamıyorum.”

“Doktor bey, eninde sonunda bir organ bağışlayan çıkacaktır.”

“Korkarım ki sizin o kadar vaktiniz yok.”

Zeki, içinde inceden bir sızı duyar gibi oldu. “Kardeşimin durumu o kadar mı kötü?”

“Kardeşinizin mi! Recep size söylemedi mi, sizin böbreklerden biri hiç çalışmıyor, diğeri de iflas etmek üzere.”

Zeki’nin gözlerinde korku, acı, hüzün toplanırken, durumu yeni anlayan doktor bir an Zeki’nin gözlerinin içine öfkeyle baktıktan sonra ayağa kalktı; “Zeki bey, kardeşiniz böbreğini size vermek için yarın burada olacak. Size tavsiyem, bu evrakları imzalayıp sekreterliğe bırakın ve yarın ameliyat için burada olun….”

Günün Şiiri

Sırada

Uzat saçlarını gecenin balkonundan

isteğimin çok tüylü suyuna.

Bir orman gecesinde

bir kar gündüzünde,

gördüm nasıl süzüldüğünü

yırtıcı ölüm kuşlarının.

Hadi uçsun memelerindeki güvercinler

hadi cennet ülkeni sun.

Kardeşliğin şarabını istemiyorlar

söyle kaç  sofra kaldı kurulu?

Baktıkça içleniyorum fotoğraflarına

yüzlerini öpmüş anneleri ayrılığa benzer

çilekeş kadınlar rüzgârlarına vurgun,

onlar silâhları ve şarkılarıyla

hani şuracığından geçerlerdi

korkularınla kaldığın zaman.

Ölümü en güzel kullandı onlar

bir karanfil dişleri arasından

aşk içinde ulaştırdıkları sana,

cepheden, sürgünden, mapustan.

Sıra bizim, hadi günler bitiyor.

hadi uzat mavi saçlarını

yenik gövdemin üstünden.

Ahmet OKTAY

Rubailer

Eşi dostu verdik birer birer toprağa;

Kiminden bir taş bile kalmadı ortada.

Sen, yorgun katır, hala bu kalleş çöldesin;

Sırtında bunca yük, yürü bakalım hala.

Dert içinde sevinci bul da yaşa;

Haksız düzende haklı ol da yaşa;

Sonu nasıl olsa yokluk dünyanın,

Varından yoğundan kurtul da yaşa

Ömer Hayyam

Günün Fıkrası

70’lik eşlerin evine adamın 40 yıllık arkadaşı gelmiş. Adam karısına hep canım, cicim, tatlım gibi sözler kullanıyormuş. Misafir merak etmiş ve sormuş: “Yav biz senle 20 yıllık arkadaşız sen karına hep güzel sözler söyledin niye hiç ismiyle çağırmadın?”

Adam: “İsmini hatırlasam çağıracağım.”

Günün Sözü

Ne kadar hazin bir çağda yaşıyoruz, bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç.

AIbert Einstein

Ne kadar yaşadığımız değil, nasıl yaşadığımız önemlidir.

Bailey

Ne kadar yükselirsen, uçmayı bilmeyenlere o kadar küçük görünürsün…

Nietzche

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here