Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bir elim yüzümde, olmayan bir şeyler arıyor, diğer elim bilgisayarda, başım hafifçe sola doğru eğik, öylece durmuş düşünüyorum. “Düşünüyorum demek ki varım” varsan kime ne? Umutsuz ve köşeye sıkışmış algılıyorum kendini bu sabah.
Hatta dün, atölyeme gelenlere şarkı söyler misiniz diye sorarken bile. Ama zaten dün avaz, avaz söylemek istediğim şarkınlar da öyle neşeli şeyler değildi. Dün de çaresizdim dünde ölümü özlüyordum. Ve kendimden kaçmak için aslında avaz, avaz şarkı söylemek istiyordum. Aslında “İstiyordum” demek yanlış, içimden coşuyordu. İstemekle ilgili bir şey değil bu? Hani karanlıktan bazen korkarız ya, gece eve dönerken ıssız bir sokaktan geçerken, ya da karanlık bahçeye çıkarken bir şarkı mırıldanmaya başlarız insiyaki olarak! Ne olursa olsun türünden. Önce şöyle alt perdeden, sonra sesimizin yettiği kadar! Sesimizden güç alırız. Sesimiz bize yoldaş olur o zaman?! Koruyucu olur? Ona sığınırız içimizdeki ve dışımızdaki karanlıktan!! Ne kadar tuhaf değil mi?
İşte böyle bir şeydi dünkü şarkı söylemek isteği de. İçimdeki çaresizliği gölgelesin istiyordum zahir? Dün bütün gün ve gece önüme gelen herkese sordum. Şarkı söyler misiniz diye ya da bir şarkıyla uyanır mısınız diye hiç bilmediğiniz hatta sevmediğiniz türünden olan, belleğinizin şöyle bir yakalayıp hapsettiği ve nedensiz bir şekilde dışarı attığı?
Yok, kimse böyle bir şey yapmıyormuş, yalnızca benim sevgili arkadaşım. O daha kapıyı açıp kendini apartmandan içeri atar, başlar şakımaya son perdeden. Hayranım ona bu yüzden. “Bir şarkıyla asla uyanmam” dedi “nasıl bir şeyde bilmiyorum? Ama iş yaparken etrafta dolanırken sürekli söylerim.”
Onun dışında sevgili vicdan azabım kuzenim. O şarkıyla uyanmaz ama şiirle uyanır. Ve bazen beni de böyle uyandırır. Böyle güzel hatta çok güzel uyanan insan, neden kendini bunca çaresiz algılayabilir, köşeye sıkışmış falan diye sorabilir insanlar. Yani ben sorarım ve yakıştırmam. Ancak işte insan bu! Ve muamması! Özgürlüğü nerde başlar nerde biter. Ne olursa kendini köşeye sıkışmış algılamayacak?
Onu yalnız kendi bilir ya da bilmez ama işte o da onun özelliği!! O ilacını bilir ama elde edemez. Elde ettiği milyonlarca ufak tefek kimsenin göremediği minik güzelliklere rağmen bir yere gelir ve orada sınırlar vardır, zınk durur. Bir mucizeye kalır işi. Aslında mucize, sürekli yenilenmekte… Aşamadığın şey orda kalsın… Daha güzel şeyler var sana bağışlanan her an yeni bir güzellik keşfedecek şekilde yaratılmışsın ve bunları görüyorsun… Ve bunun ayrımındasın en önemlisi?
Daha hangi mucizeden yardım bekliyorsun ki? Ama dedik ya işte insan bu? Ve muamması!! (iki elimin parmakları birbirine geçmiş vaziyette ağzımın üzerinde, gözlerim ekranda okumuyorum ama düşünüyorum!!!) Bir kuş ötüyor hey baksana ne düşünüyorsun diye. Bir koku geliyor, tereyağlı şıralı sıcak bir tatlı kokusu? Serin bir esinti ayaklarımda dolanıyor. Ellerim yüzümde aslında pür dikkat doğayı dinliyorum? Garip! Ama insan işte bu? Garip!!
Şakaklarımı sıkıyor parmaklarım, suratım asılıyor, acayip ciddiyim… Daha hangi mucizeden yardım bekliyorsun ki? Yüzüme vuruyor bu satır. Evet hangi mucize? Ölü sevici!! Dehşet bir söz!! Bir kitap okumuştum şimdi düşmüyor dilime adı. Ama çok korkunçtu. Bir azman vardı insan bozması. Buz gibi morg ta ölülerle sevişirdi. Şakaklarım sıkışıyor kalbim gümbürdüyor. Korkuyorum, dehşete düşüyorum. O kitabı okuduğumu unutmuştum..
Kalbim boğazımda şakaklarımda atıyor şimdi. Parmaklarım felç gibi anımsadıklarımdan. Midemde kocaman bir yumruk susmak istiyorum sımsıkı ve unutmak o kitabı… Ve işte insan bu? Bir muamma… Bir şarkıyla da uyanabilir, anımsamak istemediği bir şeyle de. Çocuklarım geldi. Yine paldır küldür… İşte bir mucize hemen ona sığınıyorum!!!
Hocam biz geldik.!! Anlaşılıyor geldikleri zaten. Yüzüm aydınlanıyor onlara bakınca karanlıkta şarkı söyler gibi algılıyorum kendimi. Resimleri bitmiş gösteriyorlar çok güzel. Sergi açabilir miyiz hocam diyorlar, bir ağızdan. Tabi diyorum. Elim yine bir şeyler arıyor yüzümde. Yine köşeye sıkışmış algılıyorum kendimi… Gitmekle kalmak arasında bir şey..
Ve sevgili okuyucularım. Bazıları derler ki. Mekanlar ve yünler insanın başarısı üzerinde etkilidir diye. Benim böyle bir takıntım yok. Ama bazı zamanlarım var ki yazılar akıp gider sayfalar dolar. Ve benim sayfalarım onlarca oldu şimdi. Dün ve ondan önceki günler de. Ve hepsini yollamıyorum eksiltiyorum öyle yolluyorum gazeteye. Buna rağmen uzun kalıyor. Demek bazen köşeye sıkışmış ve umutsuz algılamak uzun yazdırabiliyormuş.
Ve şimdilik kurtuluşu kaçmakta arayacağım. Bir haftaya kadar gitmeyi düşünüyorum. Çünkü insan bu işte… Mutluyken mutsuz. İstekliyken isteksiz Ve açken tok olabilir çok zaman… Ve mutluyken ölümü özleyebilir… Ve bir saniye yeterde artar bile mutsuz ya da mutlu olmasına… Ohhh ya çok çetrefil bu insan denen mahluk çok….
Ve çocuklar gazetede resimlerimiz çıkacak mı diye heyecanlanıyorlar. Evet dedim gidip onları sevindireyim bari… Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Mucizeleri gözleyin her saniye bir mucize gerçekleşmekte sakın kaçırmayın. Derin bir soluk alma, bir kahve fincanını tutabilme yetisi bile bir mucize ve sevmek ve sevilmek ve minnacık bir esinti size özel algıladığınız. Daha bir sürü mucize her an gerçekleşiyor. Yazarsam yer kalmayacak resimlere. Yase
Günün Şiiri
Siyah Gözlerine Beni De Götür
siyah gözlerine beni de götür daha dokunmadan kurudu irem
çöllere bir türlü yağamıyorum
yeni bir koşuşun başlangıcında
biraz deprem sonrası
biraz şehir hülyası
bir kalp yangınından geriye kalan
siyah gözlerine beni de götürartık bu yerlere sığamıyorum
pembe uçurtmalar yollandığından beri
sarardı tiryaki menekşeleri
sonbaharın tozlu kafeslerinde
sevgi turnaları yakalıyorum
turnalar gidiyor; ben kalıyorum
avareyim, asûdeyim, yorgunum
bilmiyorum neden sana vurgunum
erzurum garında banklar üstünde
uyku tutmuyor karanlıkları
yitik düşlerimi kovalıyorum
gölgeler gidiyor; ben kalıyorum
binbir türlü kokuyorsa yaylalar
siyah gözlerine beni de götür
baharın koynundan koparıp sana
ipek bir mendile sardığım yüreğimle
şehzade gülleri gönderiyorum
umutlar kalıyor; ben gidiyorum
bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini
kaptanları sorgulayan
yanından geçen küheylanların
korku tûfanına yakalandığı
siyah gözlerine beni de götür
güneş ülkesinden gelen yiğitler
benzeri olmayan bir dünya kursun
cellat, ayrılığın boynunu vursun
usul usul intizârı çürüten
bu hercai diken, bu çılgın arzu
sürüklüyor imkânsız muştuların
eşiğine gönül vâdilerini
bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
düşüyorum tanyerine
ya topla yaralı kırlangıçları
ya da bu vefâsız şarkıyı bitir
özgürlüğe giden tutsaklar gibi
siyah gözlerine beni de götür
Nurullah Genç
Günün Fıkrası
Bir savaş gemisi karanlık ve sisli bir gecede yol alıyormuş. Derken kaptan köşkündeki komutan tam karşıda ve uzakta üzerlerine doğru gelen bir ışık fark etmiş. Hemen karşı tarafa sinyal göndererek şu mesajı geçmiş: “Derhal rotanızı 30 derece doğuya çeviriniz” Karşıdan anında cevap gelmiş: “Sen rotanı 30 derece batıya çevir!” Komutan şaşırmış, biraz da sinirlenmiş, mesajı tekrarlamış: “Rotanı derhal 30 derece doğuya çevir, emrediyorum!” Karşıdan cevap: “Asıl sen rotanı 30 derece batıya çevireceksin!” Komutan öfkeden küplere binmiş, bir mesaj daha yollamış; “Ben 30 yıllık kaptanım, sana son kez emrediyorum, rotanı 30 derece batıya çevir!” “Sen 30 senelik kaptansan ben de 20 senelik denizciyim, sen rotanı 30 derece doğuya çevir.” Komutan, o kadar sinirlenmiş ki, hemen mürettebata bütün topları ateşe hazır hale getirmelerini emretmiş ve son kez bir mesaj göndermiş: “Burası bir savaş gemisi, derhal rotanı 30 derece batıya çevirmezsen ateşe başlayacağız.”
“Burası da bir deniz feneri.. Sen rotanı bir an önce 30 derece doğuya çevirmezsen birazdan kayalara çarpacaksın…”
Günün Sözü
Düşüncelerin neyse hayatın da odur. Hayatın gidişini değiştirmek istiyorsan düşüncelerini değiştir.
Shakespeare
Kör cehalet çirkefleştirir insanları! / Suskunluğum asaletimdendir…
Her lafa verecek bir cevabım var…
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye, / bir de söyleyene bakarım Adam mı diye…