Bu Akşam Hindistan’da

0
88

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Beşiktaş’ın şampiyonluğunu kutlamaya devam ediyor sevgili taraftarlar ne denir yakışır valla. Gözlerinden, yüzlerinden, bedenlerinden sevinç taşıyor maşallah. İmreniyorum sevinçlerine; kızıyorum dünyanın derdini dert etmiş, altında ezilmiş gibi dolaşan  kendime. Oysa Dünya ipini koparmış, hızla yuvarlanıp gidiyor.

Dünyayı dert etsen ne olur etmesen ne olur (mu?) diyeceksiniz? Bendenizde diyorum zaten. Ancak her saniye gözümün içine içine sokulan yokluğu, yoksulluğu, haksızlığı ve vahşeti görmezden gelemiyorum. Ve bu son günlerde ağırlığım tonları aştı. Beşiktaş’ın şampiyonluğu bir nebze olsun rahatlattı en azından gülümsememizi sağladı sevinenlerin sevinçleri ile mutlu olduk. Yeniden kutluyorum bütün Beşiktaş sevdalılarını.

& & & & &

Ve belediye aldı eline kaldırım taşlarını, kelepçeli tuğlaları kırıp döküyor kaldırımları hadi kolay gelsin. Bizim ara sokağı nihayet temizlediler, ellerine sağlık ve sokağa kelepçeli tuğlaları yerleştirdiler sonunda bizi gülümsetebildiler. Gülümsedik, teşekkür ettik. Kolay değil tabi yazmaktan, çizmekten  bıkmıştık artık  düşün ki o çıkmaz sokağa  bendenizin çocukluğundan beri bir tek el  değmemiş. El insaf değil mi yani? Her yağmurda sular, çamurlar altında kalır, gireni çıkanı belli olmayan, adı gibi kendi de garip olan garipler çıkmazı; şimdi bir yağmur bekliyorum bakalım rögarlar doğru yerleşir mi? Yolu yapıyorlar ancak ne hikmetse bu rögarlar bir garip oluyor her zaman! Ve şimdilik sevgili okuyucularım sağlıkla, sevgiyle kalalım hep birlikte ayrımsız gayrımsız… Yase

& & & & &

Bu Akşam Hindistan’da

Hz. Süleyman’ın sarayına kuşluk vakti saf bir adam telaşla girer. Nöbetçilere, hayati bir mesele için Hz. Süleyman’la görüşeceğini söyler ve hemen huzura alınır. Hz. Süleyman (a.s) benzi sararmış, korkudan titreyen adama sorar: “Hayrola ne var? Neden böyle korku içindesin? Derdin nedir? Söyle bana…”

Adam telaş içinde: “Bu sabah karşıma Azrail (a.s) çıktı. Bana hışımla baktı ve hemen uzaklaştı. Anladım ki, benim canımı almaya kararlı.”

“Peki ne yapmamı istiyorsun?”

Adam yalvarır: “Ey canlar koruyucusu, mazlumlar sığınağı Süleyman! Sen her şeye muktedirsin. Kurt, kuş, dağ, taş senin emrinde. Rüzgarına emret de beni buradan ta Hindistan’a iletsin. O zaman Azrail (a.s) belki beni bulamaz. Böylece canımı kurtarmış olurum. Medet senden!”

Hz. Süleyman, adamın haline acır. Rüzgarı çağırır ve: “Bu adamı hemen al. Hindistan’a bırak!” emrini verir. Rüzgar bu… Bir eser, bir kükrer. Adamı alır ve bir anda Hindistan’da uzak bir adaya götürür.

Öğleye doğru Hz. Süleyman, divanı toplayarak gelenlerle görüşmeye başlar. Bir de ne görsün, Azrail (a.s.) da topluluğun içine karışmış, divanda oturmaktadır. Hemen yanına çağırır: “Ey Azrail! Bugün kuşluk vakti o adama neden hışımla baktın? Neden o zavallıyı korkuttun?” der.

Azrail (a.s) cevap verir: “Ey dünyanın ulu sultanı! Ben, o adama hışımla bakmadım. Hayretle baktım. O yanlış anladı. Vehme kapıldı. Onu, burada görünce şaşırdım. Çünkü Allah (cc) bana emretmişti ki: “Haydi git, bu akşam o adamın canını Hindistan’da al!” Ben de bu adamın yüz kanadı olsa, bu akşam Hindistan’da olamaz. Bu nasıl iştir, diye hayretlere düştüm. İşte ona bakışımın sebebi bu idi.”

Osman Nuri, Mesnevi Bahçesinden

& & & & &

Cimriliğin Bu Kadarına Pes! 

Resûlüllüh (s.a.v.) bir adam gelerek: “Yâ Resûlüllüa! Falanca komşum, hurma saplarını benim bahçeme koyuyor. Bana eziyet veriyor” dedi.

Allah Resûlü o zâtı çağırarak, ona: “Filancanın bahçesine koyduğun hurma saplarını bana sat” teklifini yaptı.

Adam: “Olmaz” dedi. Allah Resûlü: “Öyle ise bana hediye et onları” dedi. Adam bu teklife de: “Olmaz” dedi.

Allah Resûlü son bir teklifte bulundu: “Peki, cennette karşılığı verilmek şartı ile onları bana ver!” Adam, bu son derece câzip teklife de: “Olmaz” karşılığını verince, Allah Resûlü, şöyle söylemekten kendini alamadı: “Selâm vermekten kaçınan kimse dışında, senden daha cimrî bir kimseyi görmedim.”

cimrilik ile ilgili görsel sonucu

& & & & &

Cürmüm ile Geldim Sana…

Medîne-i münevverede saatçilik yapmakta olan Ali Osman isimli İzmirli bir Türk vardı. Bu zât Medîne-i münevvereye hicret ettikten bir müddet sonra, mesleği olan işi yapmak üzere bir dükkân açmak için izin almaya çalıştı. Uzun süre bunu sağlayamadı. Parası bitti. Bir gece Allahü teâlâya iltica ile yalvardı. O gece rüyâsında esmer, kır sakallı, uzunca boylu bir zât; “Evladım, resmî dâireye girdiğinde sağ tarafında gördüğün şu üçüncü şahsa mürâcaat et. Gerisine karışma” buyurdu.

Ali Osman Efendi sabahleyin doğruca denilen şahsın yanına gitti. O şahıs, Ali Osman Efendi’ye; “Seni Kuddûsî hazretleri mi gönderdi? Git hemen dükkânını aç, işine başla” dedi.

Ali Osman hemen gidip dükkânı izin almış gibi açtı. O şahıs izin belgesini sonradan gönderdi. Bir müddet sonra rüyâsında aynı zâtı gördü. O zât; “Oğlum bana Kuddûsî derler. Cebine bir hediye koydum, onu al ve amel et” dedi. Ali Osman Efendi uyandığında cebinde Kuddûsî hazretlerinin şu şiirinin yazılmış olduğu kâğıdı buldu:

Ey rahmeti bol pâdişâh,
Cürmüm ile geldim sana,
Ben eyledim hadsiz günâh,
Cürmüm ile geldim sana.

Hadden tecâvüz eyledim,
Deryâ-yı zenbi boyladım,
Ma’lûm sana ki neyledim,
Cürmüm ile geldim sana.

Senden utanmayıp hemân.
Ettim hatâ gizlü ayân,
Urma yüzüme el-emân,
Cürmüm ile geldim sana.

Aslım çü bi katre menî,
Halk eyledin andan benî,
Aslım denî, fer’îm denî,
Cürmüm ile geldim sana.Gerçi kesel fısk-ü-fücûr,
Ayb-ı-zelel çok hem kusûr,
Lâkin senin adın Gafûr,
Cürmüm ile geldim sana.

Zenbim ile doldu cihân,
Sana ayân zâhir nihân,
Ey lutfü bî-had Müste’ân,
Cürmüm ile geldim sana.Adın senin Gaffâr iken,
Ayb örtücü Settâr iken,
Kime gidem sen vâr iken,
Cürmüm ile geldim sana.

Hiç sana kulluk etmedim,
Rah-ı rızâna gitmedim,
Hem buyruğunu tutmadım,
Cürmüm ile geldim sana.Bin kerre bin ol pâdişâh,
Etsem dahî böyle günâh,
Lâ-taknetû yeter penâh,
Cürmüm ile geldim sana.

İsyânda Kuddûsî şedîd,
Kullukda bir battal pelîd,
Der kesmeyip senden ümîd,
Cürmüm ile geldim sana.

Ali Osman Efendi, o günden sonra bu şiiri okumadan işine gitmedi ve verilen vazifeleri devamlı yaptı.

Günün Şiiri

Memleketime Kaside

Hayranım bayrağının tek bir ilmeğine kadar.
Hayranım sana memleketim, yolunda yüreğim aşktan yanar.

Yaşım boyunca en güzel gördüğüm, en güzel manzaradır gökyüzün.
Gökyüzünde bir hilal bir yıldız, elbet orada da vardır bir yüzün.

En güzel sana yakışıyor şan-ı hürriyetin edası.
En güzel kavga yapılandır adına bir hürriyet kavgası.

Millet uyanmış, diktir başı bekliyor.
Ana karnında ne yiğit, toprakta ne fidan bitiyor.

Senin uğruna, senin sevdandan bu işkence…
Yüreğim sineme sığmıyor ‘vatan! vatan!’ dedikçe…

Uğruna ne varsa ant olsun verir her can.
Her can yardan geçer, bil ki sevdandan geçmiyor bu can.

Sen ki milletimin ana karnından sonra ki rahmi.
Hangi can istemiş boynuna kordonu dolayıp olmak baki.

Bil ki tek uğraşı milletimin, yaşamak uğruna.
Milletim sevdandan geçmiyor yaşıyor karnında, yaşıyor vatan uğruna.

Zehra ÇETİN

Özgürlük

Özgür Şu kuşlar
Uçuyorlar, onların gökyüzü.
Gökyüzü onların mülkü…

Çok yüce şu mavi topraklar.
Ne geniş, ne bereketli…
Üzerinde ne buluttan, ne de sisten eser var.

İnadına yaşıyoruz biz insan denilen yaratık.
Bırak kuşların özgürlüğüne erişmek, özgürlük demeye haddimiz yok.
Bir kara toprak için hür mavilikten, hür mavi bir topraktan vazgeçiyoruz.

Zehra ÇETİN

Günün Fıkrası

Temel’in Vasiyeti

Yolculuktan dönen İdris kahvede oturanlara sordu: “Yahu pizum Temel nasil öldi?”

“-Kalpten cittu” dediler. “-Vasiyetu filan var miydu?” “-Var idu. ‘Beni denize gömün’ demiş idu.”

“-Cömdünüz mü?” “-Cömdük amma, mezarinu kazarken çok kayup verduk…”

Günün Sözü

Her zaman yapamadığım şeyi yapıyorum, onun nasıl yapılacağını öğrenmem için.

Pablo PİCASSO

Yapabileceğini düşünen yapabilir, yapamayacağını düşünen yapamaz. Bu değişmez ve tartışılmaz bir kuraldır…

Pablo PİCASSO

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here