Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? 50’yi buldu hatta geçti şehit sayımız. Bu yazı yazılırken dilerim bu sayı artmaz. El Bab’tayız, yani sınırlarımız dışında tek başımıza savaşıyoruz! Suriyeli mülteciler, şehitlerimiz yaşında gençler sahillerimizde volta atıyor, bisiklete biniyor, patenlerle kayıyor, kocaman gülerek öz çekim yapıyor sanırsınız tatildeler? Keşke öyle olsaydı ama değil ve keşke onlarda bunu bilseydi! Binlerce üniversiteli genç, herhangi bir iş için kendini paralıyor, onlar pat gelip işe yerleşiyor. Valla şehit sayısı arttıkça hiç kusura bakmasınlar bizimde onlara bakışımız değişiyor!
Okullar kapandı, birçok çocuk karne heyecanını, sevincini babası ile paylaşamadı. Mezarlıklar dün doldu taştı. Acı, özlem, isyan elle tutulacak kadar yoğundu. Yer gök inledi feryat figandan. Allah’tan sağduyu, sabır ve akıl dilemekten başka bir şey gelmiyor elden. Sonsuza dek ağlasak, sel olsa gözyaşlarımız onları geri getirmeyeceğiz. Nur içinde yatsınlar hepsi teker teker mekânları cennet olsun. Ve lütfen artık bu gidişe bir dur desin birileri.
& & & & &
“ALLAH KORUSUN”
Bu sabah homur homur, inim inim inleyen motor sesleri ile uyandık. Ev nerdeyse sarsılıyordu. “Ne oluyor ya?” diyerek pencereyi açtım “bu ne ya?” dedim, up uzun bir araç… Uyku sersemi valla korktum, zaten ömrümün korkusudur acayip homurtulu bu araçlar. Pencereyi hemen kapattım, tam o anda da bu acayip uzun araçtan zift döküldü sokağa, bir anda korkunç bir zift dumanı ve yapış yapış kokusu yayıldı etrafa göz gözü görmüyor. Tam zamanında pencereyi kapatmıştım buna rağmen boğazım düğümlendi. Ama karşı balkondaki çocukların çığlıkları motor homurtularına karışıyordu. Ve onlar sokağa çok daha yakınlardı. Ne onlara içeri girin, diyen bir büyükleri vardı ne de onları bundan koruyacak bir şey. İçim parçalandı bu boş vermişliğe, bu umarsızlığa, bu düşüncesizliğe. Ve sokaktaki işçilerde bu duman altında maskesizdi? Üstelik sigara yapışmıştı dudaklarına “Allah’ım ya rabbim” dedim, biz uzaydan mı düştük yoksa burası uzayın geri kalmış bir ilçesi mi? Pencereyi kapatmadan önce aracın üzerinde kocaman büyük harflerle “ALLAH KORUSUN” yazısı dikkatimi çekmişti.
Yok ya dedim kendi kendime. Allah akıl fikir verecek ve sen onu hiç kale almadan kendini tehlikeye atacaksın, sonra “Allah korusun” diyeceksin. Var mı böyle bir rahatlık? Varmış ki bugün hala bunları konuşuyor, bunları yazıyoruz. Yapış yapış zift tozu doluştu ciğerlere! Balkondaki çoluk çocuğa, işçisine, manavına, manavın kaldırım üzerine dizdiği hatta içerdeki bütün sebzesine, meyvesine! Üstelik sokağımızın fedakâr kadınları işçilere çay kahve sunmak için sırada ya o tozda dumanda? Birde kaldırım da çaylar içilmedi mi rahatlıkla! Ve şimdi “Allah korusun” öyle mi? Yok, kardeşim hiç kusura bakmayın siz önlem almayacaksınız ve Allah’ın sizi korumasını isteyeceksiniz? Bu çok anlamsız olur bendenizce ya! Ama o yazı kamyonun üzerine yazılmıştı yani Allah kamyonu korusun demek istiyorlar ki kendileri bu kadar korkusuz?
Ve biz aslında toplumca öyleyiz “Sal çayıra Mevla’m kayıra” bu yüzden biz bugün dünya uzay çağını yaşıyorken hala ortaçağın karanlıklarını özlüyoruz.
Ve yetmiyor boş vermişliğimiz, zaman kaybımız. Siz madem bu sabah asfaltlama işlemleri yapacaksınız neden bir gün öncesinden duyurmazsınız, araç sahiplerinin araçlarını çekmelerini söylemezsiniz? Sokağın başından sonuna kadar araçlar kaldırım kenarına tünemiş vaziyette. Sahipleri işlerinde, güçlerinde, bu araçları kim çekecek? Sağır sultanın duyabileceği ama en sağlıklı kulağın bile algılamayacağı anonsları ile yeri göğü inleten zabıtanın uyarıları şu an itibari ile ki saat 14.30 oldu hala kale alınmadı. Ve şimdi iş durmuş vaziyette… Sinirlenmek, kızmak, düşünmek yasak, söylemek yazmakta sağlığımız için tabi. Ama biz zaten çoktan beri sinirlenmiyoruz. Sinirlerimiz alındı, artık hiçbir şeye şaşırmıyoruz, kızmıyoruz gülmüyoruz… “Aa olmaz” demiyoruz en olmayacak şeyler bile bizde çok rahat olabiliyor. Ve nerdeyse bir saatten beri elektrikler kesik. Bilgisayarın pili ile idare ediyorum. Ve şimdi oda sinyal veriyor. Yazımı kaydedip çıkıyorum!
Dedim ve pil bitti. Şu an saat 17 ve elektrik yeni geldi ve sokağımızdaki çalışmalar devam ediyor. Araçları çektiler, yoğun bir çalışma temposu var. Ama kimsede maske yok ve herkeste toz dumana rağmen sigara ağızda. Ne diyelim kendini düşünmeyeni kimse düşünmez. Ama biz onlar için endişe ediyoruz o kadar aileler var, çocukları var onları bekleyen bu kadar boş vermiş olmaya hakları var mı? İşveren firma neden zorunlu tutmaz maskeyi?
Ve daha bir sürü soru var sorulacak ama yazım çok geç kaldı. Şimdi sağlıkla, sevgiyle, temiz bir ortamda aklımızı kullanarak, sağduyu ve ayrımsız gayrımsız kalalım sevgili okuyucularım. Yase
Günün Şiiri
EDİRNE
Bir yerde görürsen ki;
Ağır ve edalı akar
dal dal söğütleri öperek
samur üç belik gibi
üç koldan sular;
müjdeler olsun efendim:
Edirne’desin.
Mevsim, fasl-ı bahardır;
gecedir ve mehtap vardır.
Ve sen
bir kavs-ı kuzahta yürür gibi
Köprüler’desin.
Şataraban makamından bir şarkı dudaklarında
düşünür, çözemezsin:
Bu naz-ı istiğna, bu âvâz neden;
neden yarı eğilmiş suya dallar?
Öyle fermân etmiş eden
kimseler bilmez.
“Gönül bir top ibrişim
Sarılırsa çözülmez”
Burda her şey
bakınır hüsnüne hayran
Seyreyler cemâlini eğilmiş suya
mermer ihtişamında serhadd-i vatan.
Aşina bir çehre sezer belki diye
devr-i saltanatından Edirne;
bir deste alev güldür, mahzun,
yâr elinden düşürülmüş şimdi suda
Ve sular;
şimşir kelâmı dilinde
destan okur- okur akar.
Ve bihaber Yıldırım’da, bir evcikte
-akan sudan, uçan kuştan-
yeşil dut yaprağında
ak bir ipekböceği,
kozasını dokur dokur ölür.
Uyanır veda etmiş gibi artık uykuya,
konuşan bir dil olur
çiler uzakta;
bülbül sesi yağmur gibi
Bülbül Adası’nda.
Kanadı gümüşlü kuşlar geçer
iki şâk bölüp mehtâbı;
Kıyık’tan uçurulmuş.
Salınır bahçeler içre kızlar ki:
Nazardan kaçırılmış.
Ağzında kan kırmızı bir can eriği,
mehtapla beraber düşmüş gibi arza;
kızlar ki güzel,
dört başı mâmur ve murassa.
Sevdaya tutulmak bile mümkün
yeni baştan
söylemek kolay olsa eski türkümü:
“Edirne köprüsü taştan
Sen çıkardın beni baştan.”
Niyazi AKINCIOĞLU
Günün Fıkrası
Bir gün Nasreddin Hoca’nın komşusuna eşek lazım olmuş. Hocadan isteyim demiş ve hocanın kapısını çalmış hoca kapıyı açmış. “Ne oldu?” demiş
Komşusu; “Eşeğini alabilir miyim hocam?” demiş.
Hoca; “Eşek evde değil” demiş. Komşusu tam gideyim derken eşek anırmış. Komşusu; “Eşek hani evde değildi” demiş. Hoca bu durur mu: “Bana mı inanıyorsun yoksa eşeğe mi?” demiş.
Günün Sözü
Fırtınanın şiddeti ne olursa olsun Martı sevdiği denizden asla vazgeçmez.
Albert Camus
Mutlu insanlar; her şeyin en iyisine sahip olanlar değil, sahip olduklarını kaybetmeyecek kadar çok sevenlerdir.
Charles Bukowski