Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Havalar tehlikeli bu günlerde, grip kapıdan içeri girdi bile. Bronşit mide barsak sorunları da bu havayı çok sever. Aman dikkat! Diyeceğim ama bazı şeyler dikkatle olmuyor işte.
Yani güneş yakıyor ne yapalım? İster istemez üzerimizdekini çıkarıyoruz, gölgeye gelince de üşüdüğümüzü algılayana dek şifayı kapmış oluyoruz; birde bağışıklık sistemimizi zayıflatmışsak oh ne mutlu mikroplara, bakterilere, virüslere. Hemen sahneye fırlarlar. Alkış beklemeden!
Dünya IŞİD belası ve depremlerle uğraşırken. Mehmetçik dağlarda PKK ile savaşırken, ekonomi yerle bir olmuş, açılan iş mekanlar üç ayda kapanmak zorunda kalmış, herkeste bir huzursuzluk, bir umutsuzluk bir yoksulluk hüküm sürerken. G 20 zirvesine katılan konukların konakladıkları otellerde basına yansıyan zenginlik ve ihtişamın da havaların güzelliği yüzünden sahneye fırlayan bakterilerin mikrop, virüs tekmil hastalık yapıcıların ekmeğine yağ bal sürdüğünü düşünüyorum doğrusu.
Antalya yollarında otellere konvoylar halinde geçit merasimi yaparak ilerleyen tencere tavalara ve şatafata hiç girmeyeceğim bile. Yoksa zengin düşmanı sanılacağım. Oysa gerçek zenginliği, parada pulda değerlendirmediğim için bu ihtişam bence korkunç bir yoksulluğun dışa vurumu gibi!!! Bu yüzden ona düşmanlık yapamam. Ama bu yoksullukta beni kronik hasta ediyor ona da bir şey yapmıyorum!
Senin sorunun mu diyorsunuz? Haklısınız. Ama keşke hepimizin sorunu olsaydı. Belki o zaman taşa toprağa dökülecek paralarla insana yatırım yapılabilirdi? İnsan, insanca yaşardı ve belki şimdi uğraşmakta olduğumuz birçok bela ile uğraşmıyor olurduk. Ama tabi yine bendeniz düşler âlemindeyim yoksa -yok- böyle bir dünya gerçekte kardeşim uyan artık!
Yani düşünebiliyor musunuz? Marka alacağım diye bir birini eziyordu sözde zenginler, sözde kalburüstü sayılanlar, sözde elitler! Sanki bedava erzak dağıtılan kenar mahallenin yoksul insanlarıymış gibi? Valla o garip manzarayı hazmetmek için çok uğraştım görmezden gelmeye ama kendimi orada ezilmiş gibi ezik ve ruhen yoksul algılıyorum her gözümü kapattığımda onların yerine. Ve güzele ve insana dair içimde büyük hasarlar oluşuyor.
Yine kendi sorunun mu diyorsunuz? Haklısınız. İnsan kendine hayatı bu kadar zorlaştırmamalı değil mi? Tabi ki zorlaştırmamalı bunun kimseye yararı yok bu yüzden sarılacak güzel şeyler bulmalı. Sanat gibi candan bir tebessüm, şefkat ve sevgi gibi madden yoksulla maddiyatını paylaşmak gibi. Ve aslında çok şey var insanı mutlu edecek yalnızca insan kendi hodbinliğinden sıyrılabilsin.
Ve sevgili okuyucularım. Şimdi sağlık ve sevgiyle hep birlikte kalalım. Ayrımsız gayrımsız her zaman her yerde. Bütün yoksulluklara inat yüreğimizin ve vicdanımız zenginliği ile. Yase
& & & & &
Sahil
Göz alabildiğine uzanan bir sahilde, irili ufaklı sayısız çakıl taşı vardı. Denizin durgun ve havanın kapalı olduğu zamanlarda, bu taşlardan hiç bir ses duyulmazdı. Sadece martıların çığlıkları ve arada bir uzaktan geçen yolcu gemilerinin sesi yankılanırdı. Ama deniz coşup da dalgalar yükselince, neşeleri gelirdi çakılların. İliklerine kadar ıslanıp titremelerine rağmen, şikayet etmezlerdi durumlarından. Çünkü denizin dalgalarıyla yıkandıklarında, soluk yüzlerine renk gelir ve hava bir de açıksa, üzerlerindeki geçici renkler, güneş ışığından ötürü parlamaya başlardı. İşte bu zamanlarda, çeneleri düşerdi çakılların: “Biz gerçekten güzeliz!. diye kasılırlardı. Hem renkliyiz hem parlak.”
Yaptıkları bu kadarda kalmazdı çakılların. Ara sıra kavga da ederlerdi, “sen küçüksün ben büyük” “ben parlağım, sen soluk” gibi laflarla. Kavganın en civcivli anlarında, bir ses duyarlardı çoğu zaman.
Derinlerden gelen ses: “Güzelliğinizle asla övünmeyin!” derdi onlara. “Üstelik o güzellik, başkasına aitse.”
Çakıllar, bu sese kulak vermez ve renklerini kıyaslar dururlardı. Ama o ses tekrar duyulur ve: “Renkli olmak hüner değildir!” derdi. “O parlaklık ruhunuzdaysa eğer, renksiz olmak zarar vermez sizlere”
Çakıllar, kendilerine o güzelliği veren şeyi merak etmedikleri gibi, derinden gelen sese de aldırmazlardı. Gülüp geçerlerdi söylenenlere.
Çakılların güzellikleriyle övündükleri bir gün, devlere benzeyen makineler girdi o sahillere. Çelik tekerlekleriyle ezdikleri taşları bin parçaya bölerek. Birbirinden gururlu taşlar, o devlerin pençeleriyle savrulup atıldılar bir yana.
Dağ gibi yığılan çakıllardan bazıları, bu sefer “biz üsteyiz, siz altta” diye hor gördüler ezilenleri. Çok kısa bir zamanda, sahilin altı üstüne getirildi adeta. Çakıllar, neler olup bittiğini anlamaya çalışırken, adamlardan sevinç çığlıkları yükselmeye başladı: “Bulduuuuk!” diye bağırıyorlardı hep bir ağızdan. “Bütün çakıllara bedel olan o taşı bulduk!”
Çakıllar, bulunan şeyin ne olduğunu merak ettiklerinde, adamların ellerinde renksiz bir taş gördüler. Hepsi dudak bükerek alay etmek üzereyken, o renksiz taş güneş gibi parıldayıp selamladı onları, güneş çoktan batmış olmasına rağmen.
Parlak taş, bir kenara atılan çakılların şaşkınlığını fark edince: “Yıllar boyu sizinle konuşan bendim!” diye gülümsedi. “Sizlerden çok daha aşağılarda ve toprak altında idim. Ama içimdeki ışığı hiç kaybetmedim. Ve o ışığı kimden aldığımı bildiğim için de, gururlanmadım. Bu yüzden de sultalara taç olup başlarda, yüzük olup eller üstünde taşındım asırlardır.”
Çakıllardan hiç bir cevap gelmedi. Adamlar ise, gece olmasına rağmen, makinelerini başka bir sahile yönlendirdiler. Ay ışığından aldıkları parlaklıkla övünen yassı çakılların bulunduğu karşı sahile…
Günün Şiiri
Esenlik Size
O gün bu gün size özendim
Her yerde; hava, toprak, deniz…
Bir serüvendi; gökteyseniz
Çıktım, yok, yerdeyseniz indim.
İlkin, size içkiyi tattırdım:
Ömür boyunca sarhoşsunuz;
Ne açsınız artık ne susuz.
Sizsiz ben de susuz kalırdım.
Size geceyi de öğrettim
Onda düşlerle çoğaldınız;
Yaşantıda yorgun ve yalnız
Değilsiniz; sizi ürettim.
Biterdi belki bir uykuyla
Her şey, ve tadından ötürü.
Gördünüz ki bundan ileri
Bir şey var çağıran tutkuyla.
Çağırdım, çağırdım, çağırdım
Bir böcek gibi titriyerek.
Koştunuz tükeninceyedek
Ha bir adım, daha bir adım…
Sizi ölümle perçinledim
Bana…ve sımsıkı ve sıcak;
Üşürdünüz ah, çırılçıplak
Ölüm döşeğinde; önledim.
Size yani günahı sundum;
Öptünüz ve güzelleştiniz.
Çirkindiniz ilkin, tek ve pis.
Irmak oldunuz; sizde yundum.
Şimdi olay, hep ya hiç gibi,
Vardan ve yoktan özge bir şey,
Sevgiden de öte bir düzey;
Olmak ya da olmamak belki…
Ahmet Muhip DRANAS
Günün Fıkrası
Adam iş hanındaki çaycıya sorar. “Bir günde kaç demlik satıyorsun?” Çaycı “Aşağı yukarı on demlik satarım.” On beş demlik satmak ister misin? Çaycı “Tabi” Öyleyse bardakları tam doldur.
Günün Sözü
Bir insanı, ancak gerçekten uyuyorsa uyandırmak mümkündür. Ama, eğer uyumuyor, uyku taklidi yapıyorsa, dünyanın bütün gayretlerini sarf etseniz, nafiledir.
Mahatma Gandhi
İnsanların yaşları onları aşktan koruyamaz ama aşk insanları bir noktaya kadar yaşlılıktan korur.
Jeanne Moreau
Adaletsizliği engelleyecek gücünüzün olmadığı zamanlar olabilir. Fakat itiraz etmeyi beceremediğiniz bir zaman asla olmamalı!’
Elie Wisel