Musa Ağacı

0
385

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Antakya’nın mistik mekanlarını ziyaret etmeye devam ediyoruz. Dün Habib-i Neccar Camisi ve hikayesini anlatmıştık. Bugün de Musa ağacı ve hikayesi var sırada. Sen Piyer kilisesi kaç zamandır bakımda olduğu için orayı ziyaret edemedik. Ancak o yol üzerinde mozaik çalışmaların sergilendiği bir mekanda yerel sanatçıların eserlerini uzun, uzun irdeleyerek ve çok beğenerek, özelikle de dokunarak seyrettik. Fotoğraflar çektik.

Sonra da Samandağ’a doğru yol aldık çünkü Musa ağacı Samandağ  ilçesine 5-6 kilometre uzaklıktaki Hıdır bey köyünde ve çok sevimli bir derenin kenarında bulunuyor. Rehberimiz konu hakkında bilgi veriyordu; “Tarihi  bir çınar olan Musa Ağacı   Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak faaliyetini sürdüren, Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından koruma altına alınmış ve ülkemiz Anıt Ağaçları arasında yer almakta” dedi.

yase1

Zaten oraya gidince de gördük ki ağaç çevrelenmiş tahta korkuluklarla ve koruma altında olduğunu bildiren önemli bilgilerinde yer aldığı bir tabela konmuş olduğunu gördük. Hafta ortası olduğu  için etraf tenhaydı ve yöre halkı mevlid-i şerif okutmaya hazırlanıyordu.

Samandağ’ın eski evleri ilk başta bendenizin daha çok ilgisini çekti yalan yok. Çünkü eski evlere takıntım var. Hıdır bey köyünde de çok harika eski mekanlar vardı. Arkadaşlar dere kenarına inerken bendeniz sokaklara daldım tabi çoğu yenilenmiş ancak doğal halleri duran birçok yapı vardı eskimiş dökülmüş ama içinde öyküler yaşanmış mekanlar; hayal gücümü serbest bıraksam  o sokaklardan ayrılamayacağım ancak zaman yoktu ve sürekli aranıyordum. Bu mekanın Kuran-ı Kerim’de Kehf suresinde 60-82 arası yirmi iki ayette konum olması bendenizi çok heyecanlandırıyor sanki kitapta anlatılan Hz. Hızır ve  Hz. Musa’nın buluşma öyküsü canlanmış iki muhteşem semavi şahsiyet orada oturmuş söyleşiyorlar. Ya da bizi izliyorlar bir yerlerden.

Öyküyü bilirsiniz Hz. Musa arkadaşı ile yol alırken ki arkadaşın (Hz. Yuşa olduğu kabul ediliyor) karınları acıkınca balıklarını yemek istiyorlar birde bakıyorlar ki balık canlanıp nehre atlamış gidiyor. “İşte diyor Hz. Musa beklediğim işaret buydu. Ve geri dönüyorlar. Yolda Hz. Hızır’ı görüyorlar.

Ve Hz. Musa ondan ilim öğrenmek istediğini söylüyor. Hz aleyhi selam sen benimle yolculuğa dayanamazsın diyor. Musa söz veriyor. Hz. Musa ile Hızır aleyhi selamın Samandağ’ında buluştukları rivayet edilir. Ve büyük ihtimalle bu ağacın olduğu dere kenarında oturmuşlar. Söylencelerde Hz Hızır ile Hz. Musa’nın Samandağ buluşmasından sonra Hz. Musa, Musa Dağı’na çıkmak üzere yola çıkar. Hıdırbey köyündeki Musa Ağacı’nın bulunduğu yere geldiğinde çok susar. Bastonunu bu ağacın bulunduğu yere sapladıktan sonra, hemen yanındaki dereye su içmeye gider. Su içip döndüğünde ise, yere diktiği bastonunun bir çınar filizi haline geldiğini ve yeşerdiğini görür.

Ve bu ağaç şimdi koruma altına alınan asırlık ağaç, Musa Ağacı, geçen bunca yüz yıla karşın baharda yeşil yapraklarıyla, kışın heybetli dallarıyla varlığını hala sürdürmektedir… İşte günümüzde “Musa Ağacı” olara k bilinen bu ağacın, Hz. Musa’nın bastonunun yeşermesiyle meydana geldiğine inanılıyor… Çınar ağacının, bilim adamları göre, 1000-1200 yıllık bir geçmişinin olduğu tahmin edilmektedir.

Musa Ağacı denilen çınarın çevresi 20 metreye yaklaşır. Yüksekliği ise 17 metre bir zamanlar ağacın içindeki boşlukta,  Hıdırbey köyünde yaşayanlar berber dükkânı açarak işletmişlerdir bile… Biz ise yalnızca geniş bir oyuk gördük ama evsiz birine çok güzel bir sığınak olabilecek genişlikte. O oyuğa giren çocuklar  ağaca dilek mendilleri kağıtları falan asıyorlar. Bizde astık tabi korkulukları geçmeden. Etrafın  huzur  dolu mistik havası billur gibi akan deresi, deredeki sevimli ördekler ve nefis çayını içtiğimiz  bu yöre içimize kazıldı doğrusu.

Oradan çıkıp Hızır aleyhi selamın türbesini de gittik. Türbe bina yığını olmuş. Bendeniz türbelerin taşlarla resimlerle ve ağır avizelerle donatılmasını hiç doğru bulmam, dışarıdan gelen her şey doğal dokuya zarar verir diye düşünüyorum. Ve orası bir toprak yığını olsaydı sadece huşu içinde toprağı öperdim ancak  taş yığını ve etraftaki dilencilerden dolayı orası yalnızca bir  ziyaret olmuş  gibi  görünüyor. Özden geçip görselliğe dönmüş gibi. Öncesini bilmiyorum ama  öyle olmadığı kesindi.

Ve Harbiye’de neşeli güzel bir yemek yiyerek bu günlük gezimizi sona erdirdik bir dahaki sefer inşallah devamını getiririz.

Sağlık ve sevgiyle kalalım sevgili okuyucularım şimdilik eğer bendeniz gibi yöre fukarası iseniz hemen gidin gezin diyorum hem hayal gücünüz hem de siz yenilenmiş oluyorsunuz. Yani bendeniz kendimi öyle algıladım. Yase

Şubat Güneşi

Havanın yine canı sıkılmıştı  iyice neredeyse ağlamak üzereydi. “Eve gitsek?” dedi Zeynep “Evin temizliği bitmemiştir daha Zeynepçim.” Onlar evden çıkmaya hazırlanırken evi temizlemeye gelen hanımda kapıyı çalıyordu. “Haftada iki defa gelir Sakine abla, bizim çocukluğumuzdan beri” diye açıklık getirmişti merdivenlerden inerken Ahmet.

“Nereye gideceğiz?” “Petek  Pastanesine  gidelim. Hem çayımızı içer hem de konuşuruz. Aynı zaman da  denizi seyrederiz.” “Tamam gidelim” diyerek yürümeye başladılar. Rüzgar sevgiyle hafiften esiyordu. Pastane tıka basa doluydu. Boş masa bulmak için biraz beklemek zorunda kaldılar. Sonunda denize bakan bir masa boşalınca hemen oraya yerleştiler. “Salep ister misin Zeynepçim, a ya da  dur, dur. En iyisi biz yemek yiyelim, acıkmadın mı saat epey ilerlemiş. Kahvaltıda bir şeyde yemedin görmediğimi sanma” dedi Ahmet.

“Burası pastane değil mi yemekte mi veriyorlar?” “Evet ama ev yemekleri değil tabi. Yani geçen yıl geldiğimde tavuk şnitzel falan veriyorlardı yinede bir soralım” Gelen garson önlerine menüyü bırakınca Ahmet şöyle üstün körü  bakıp Zeynep’e döndü. “Tavuk şnitzel çok güzel oluyor sende ister misin?” “Yanında elma dilimi patates de olsun.” “Olsun tabi.”

Ahmet hemen siparişi verdi ve çay istedi. Yemek hazır olana kadar çaylarını ve yanında pastanenin ikramı olan küçük kurabiyeleri zevkle yemeye başladılar, hiç konuşmadan. İkisinin de iştahı açılmıştı. Sonra aniden Ahmet sordu; “Seni öptüm diye kızdın mı?” Zeynep çayını içiyordu. Ama yinede hemen yanıt verdi. “Doğrusunu istiyorsan  bilmiyorum” “Yol boyu suskunluğun bilmediğin için miydi?” “Hem evet, hem hayır Ahmetçim, yine ufak bir geziye çıkmıştım geçmiş zamanda.” dedi. “Bu geçmiş zaman ne kadar geçmişte kaldı küçüğüm?” “Çok yakın sanki bu günmüş kadar yakın bir geçmişte. Daha üstü kabuk tutmadı ateş çukurlarının, buraya bu yüzden geldim ya zaten, kabuk tutmalarına yardım etmek için. Önceden de söylemiştim ama sana Ahmetçim” dedi sabrı taşmış gibi.

Sonra ekledi, “Ben zorum şimdilerde biliyorum, herkesten kaçıyordum aslında ama işte garip kader ağlarını bana haber vermeden örmüş, yoksa yağmur günü sokağa çıkmazdım.” “Kötü mü oldu?” “Bilmiyorum ki? İki arada bir derede yaşıyor gibiyim. Uykularım karabasanlı gündüzlerim iki hayatlı. Birde sen varsın şimdi!”

“Evet ben varım üstelik itiraf etmek zorundayım ki  yavaş, yavaş sana aşık oluyorum. Aramızdaki yaş farkına rağmen. Sende bunun  farkındasın zaten değil mi? Bunu bilmek  sana başka bir ağırlık vermiş olmalı ki seni öptüğümde omuzların düştü taşıyamayacağın bir ağırlığın altında eziliyor gibi oldun!”

Zeynep iki eli ile başını tutup  sıktı. “Çok dağıldım gibi çok, seninle mutluyum ama araya aşk falan girsin istemiyorum” dedi. “Ben dostluk, arkadaşlık istiyorum, şimdi yüreğimde  aşka açık yer yok ki. İlk geceden seninle kucak kucağa uyuduk bana bunda garip bir şey yok dedin. Bende öyle hissediyordum defalarca beni öptün hatta soydun hiç birinden gocunmadım ben ailenin tek kız çocuğuyum.

Kuzenlerim falan hep erkek kendimi bu yüzden seninle yabancı gibi hissetmedim. Ama şimdi aşk girerse işin içine seni kaybetmek zorunda kalacağım. Ve bu beni üzüyor Ahmet. Üzüntüm yetmezmiş gibi.” Gözleri doldu sesi titremeye başlamıştı.

“Zaten dün yanımdan kalktığında da, beni kendinden uzaklaştırdığında da bunu algılamıştım.” Gözlerinden sicim gibi yaşlar akıyordu şimdi. “Aramıza  aşk girmesin lütfen!” diye hıçkırdı. Arkası Yarın

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here