Çocuklarımız ve Biz

0
62

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı bütün yurtta kutlandı. Büyükler ne derse desin, resepsiyonlar iptal edilsin edilmesin, çocuklar bayramı gönüllerince yaşadılar gördüğüm kadarı ile. Ve çocuk olmayı özledim onların kaygısızlığını, bayramlarına sahip çıkma telaşını görünce. Ama çok değil birkaç yıl sadece, onlarda kaygısızlıklarını yitirecekler. İçinde bulundukları zamanı anlamakta zorluk çekecekler aynı bizim gibi.

Ancak biz onlardan çok şanslıyız. Onlar gözlerini savaşa açtılar, her yerde bombalar patlıyor her yerde insanlar ölüyor. Birçok çocuğun babası şehit oluyor ya da yaralanıyor, eksik kalıyor, annelerin feryadı yeri göğü sallıyor. Minik çocuklar denizde kayboluyor, ölüyor, tecavüze uğruyor. Sokaklarımız bizim ön bahçemizdi, orada güvenle oynardık, bir şeyden korkmadan ürkmeden. Ama şimdi öyle mi? Birçok il ve ilçede ve yanı başımızda, Kilis’te yaşayan çocuklar sokağa gönüllerince çıkabiliyorlar mı, kaygısızca top sektirebiliyorlar mı? Her an başlarının üzerinde bir füze ya da yanı başlarında bir bomba patlar korkusu içindeyken bunu nasıl yapabilirler ki? Artık güvende değil hiçbir yer! Hatta evler hatta şehirler! Her an her yerde bir şeyler olabiliyor ve bütün bunlar en çok çocukları etkiliyor. Eskiden İsrailli askerlere taş atan çocuklara acırdık, onlar savaş ortamında doğmuşlar ve taş atmayı oyun bellemişler diye. Şimdi kendi çocuklarımıza korkuyoruz. Bırakın sokağa çıkmalarını, okula yollamaktan bile. Eskiden “eti senin kemiği benim” diyerek emanet edilirdi çocuklar öğretmenlere. Çünkü onlara kendilerinden çok güvenirlerdi, anneler babalar. Hiçbir yerde kamera yoktu, okulların yüksek duvarları da. Çünkü buna gerek yoktu. Ama şimdi, tuvaletlerde bile nerdeyse kamera var. Yüksek sur duvarı gibi okul duvarları, etrafta korumalar, polisler ama çocuklar yine de tacize uğrayabiliyor, uğramasalar bile artık, etrafta, hatta havada korkunç bir paranoya hâkim. Hep kötü bir şey olacak endişesi içinde aileler ve tabi çocuklar! Bu yüzden sokağa çıkmaktansa eve kapanıyorlar sanal ortamda kendilerine yer bulmaya çalışıyorlar.

Ancak onlar yine çocuk! Ve çocuk olmanın bütün güzelliklerini barındırıyorlar içlerinde. Bayramlarına sahip çıkıyor, ne kadar önemli olduklarını biliyorlar. Kaygısızca eğlenebildikleri gibi kaygısızca paylaşmayı da biliyorlar, ekmeklerinden, paralarından, giysileri ve kitaplarına kadar. Çocuklarımız geleceğimiz. Onlar ne kadar sağlıklı büyürse tensel ve tinsel, bizde ülkece onlarla birlikte sağlam büyürüz. Bu yüzden onlara, güven içinde yaşayabilecekleri cennet bir vatan bırakmak zorundayız. Biz, gözümüzü öyle bir vatana açtık şimdi bizim göreviz, bulduğumuzdan daha güzel bir vatan ve dünya bırakmak çocuklarımıza. Bu yüzden “YURTTA SULH CİHANDA SULH” diyen bir liderin ilke ve inkılâplarına sahip çıkıyoruz.

& & & & &

Ve “laiklik maddesi anayasada olmamalı” diyor bazıları. “Laikliğin ne demek oluğunu bilmiyor olamaz hiç kimse” diye düşünüyorum. Ve bilenin de buna itirazı olmaz. Yani herkesin inancını özgürce yaşaması kadar doğal bir şey olabilir mi?  Allah bile kutsal kitabında “dinde zorlama yok” demişken… Bu konuda ahkâm kesmek nasıl bir şey? Atatürk bu maddeyi herkesin inancını özgürce yaşayabilmesi için koymuş. Bunun dinsizlikle ilgisi bile olmadığı gibi bazı dinlerin ya da mezheplerin birbiri üzerindeki hâkimiyetlerini geçersiz kılmak için. Aslında bu madde bir yerde dinin koruyucusudur. Hiçbir ülkede tek din, tek mezhep, tek milliyet yoktur. Ve herkes birbirine saygılı davranmak zorundadır, sevmezsin o senin bileceğin iş ama saygı bekliyorsan sende göstereceksin, bu konuda konuşmak bile boşa zaman kaybı bence. Çünkü biz zaten böyle yaşıyoruz ve yüzyıllaradır böyle yaşadık canım Hatay’da.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım her sabah “bugün şehit haberi olmasın” diye dua ile açıyoruz gözlerimizi ama her gün bir iki üç şehit haberi muhakkak geliyor. Yuvalara ateş düşüyor yürekler isyanla “nereye kadar” diye haykırıyor. Artık inandırıcı değil hiç bir şey. Yukarda dediğim gibi paranoyamız gittikçe büyüyor.

Ve böyle günler aylar yıllar geçiyor? Biz umudumuzu yitirmemek ve olanlara alışmak istemiyoruz. Bu yüzden sevgili okuyucularım sağlıkla ve sevgiyle ve saygıyla kalmak zorundayız her zaman hep birlikte el ele ve ayrımsız garımsız. Yase

& & & & &

Hamal

Eski zamanlardı. Yolların olmadığı zamanlar… Demek ki fakirdi bizim gibi çoğunluk, bu nedenle taşınacak yüklere talip olacak hamallar bulmak zor olmuyordu… Yanımdaki hamalla yola çıktık. İhtiyardı. Kendinden büyük bir yük almıştı. Benim sırtımda ise birkaç bavul vardı sadece, onunkinin çeyreği… Diyordum ki içimden “Çok gitmeden kıvrılırsa titreyen bacakları, yüklenirim sırtındaki yükün yarısını!..” Nitekim çok geçmeden dedi ki: “Mola vakti. Gel biraz dinlenelim!…” “Ne molası, dedim ona hayretle. Ben daha terlemedim!..” Sözüme aldırmadı. Durdu. Çöktü. Salarken yükünün ipini “Sen de dinlen hadi” dedi. Benim canım sıkılmıştı bu işe. Genç olduğumu, ondan kuvvetli olduğumu, bunun gibi bir bunakla yola çıkmamın ne büyük hata olduğunu düşünüyordum. O ihtiyar, bir bacağını azıcık uzatmış halde sessizce dinleniyorken, ben huzursuz bir şekilde ayakta dolanıyordum. Bir saat kadar sonra yine durdu, oturdu, dinlendi. Ben kızgınlıkla dolandım etrafında… “Yükünü indirip sen de dinlen”, demesine aldırmadım, ona daha çok kızdım… Sonra yine durdu. Bana da “dinlenmemi” söyledi yine ama dinlenmedim. Yarım saat sonra “dinlenelim mi” diye sordu, aksi aksi başımı salladım… Kaçıncı molasıydı hatırlamıyorum, birden bire dizlerimin bağı çözüldü. Kafamın içinde uçuşan kara kara sinekler sustu, çöküp kaldım. Kayış kolumdan çıktı, sırtımdaki bavullar kaydı. Ne kadar zaman geçtiğini fark etmedim. Uyumuştum da uyandım mı, yoksa bayılmıştım da ayıldım mı anlamadım… Baktım kendi kocaman yükünün üzerine benim bavullarımı da bağlamıştı. Küçük tasına birazcık su koyup dudağıma dayadı, içtim. Sonra koluma girerek; “Hadi kalk, dedi. Bana yaslan. Ağır ağır gider ve bir süre sonra gene dinleniriz.” Dediğini yaptım. Omzundan güç aldım, ama asıl anlattıkları iyi geldi bana. “Ben yılların hamalıyım, dedi. Nice pehlivan yapılı adamlar gördüm. Çoğu, dinlenmek istemediklerinden yükleriyle birlikte kendilerini de toprağa serdi sonunda… Yolda gördüğümüz saçılmış kuru kemiklerin çoğu, anlattığım bu insanlara ait… Halbuki bir yükü ‘taşımak’ bizim işimiz, ‘altında ezilmek’ değil!.. Unutma ki bir yük, taşıdıkça ağırlaşır. Dinlenerek sen yükünü hafifletiyorsun! Belki günün birinde hamallığın şekli değişir. Belki o günleri ben göremem. Ama sen kavuşursan o zamanlara, aman ha, kafanın içinde de sakın yük taşıma… Akşamları bırak ve hafifle… Sabah dinlenmiş olarak yeniden tekrar taşırsın yükünü. Bizim işimiz, bugünü yarına taşımak, bugünün altında yok olmak değil. Çünkü yarınlarda bizi bekleyenler var, taşıdıklarımızı bekleyenler…

Günün Şiiri

Yurdum Benim Şahdamarım

Engereğin dişlerine işledim,

Ağu dişlerine

Oluklu, çentik…

Ve vurgun,

Gözleri bir çift cehennem

Burnuna kan tütmüş

Pars bıyığına…

Dağın pulat yüreğine işledim,

Şimşeğin masmavi usturasına

Sevdanı usul-usul

Sevdanı mısra-mısra

Lo ben seni hapislerde sevmişim,

Ben seni sürgünlerde.

Yurdum benim şahdamarım…

Yücende buzul

Ve kar,

Maviş dağ tavşanları

Gün vuranda alaran

Zemheri yılanları

Ve yahut bir hışımla

Öyle çakılan

Sonsuzluğun yakışığı kartallar.

………..

Başım gözüm üstünesin

Suskum, avazım üstüne…

Adından başka silah

Yazgından başka günah

Daha yazmamış

Hiçbir gizli dosyada

Hiçbir açık kitapta

Ahmed ARİF

En Yüksek Kulenin Türküsü

Sevdalar çağı dönsün,

Dönsün geri gelsin

Ah nasıl dayandım nasıl da

Unutamam artık dünyada,

Nice korkular kaygılardı

Uçup gitti göklere.

Bir belâlı susuzluk

Karartıyor damarlarımı.

Sevdalar çağı dönsün,

Dönsün geri gelsin.

Bir çayır gibi tıpkı

Unutulmuş bir kıyıda,

Karamukların, gülüklerin

Boyatıp çiçek açtığı,

O yabanıl uğultusunda

Korkunç pis sineklerin…

Sevdalar çağı dönsün,

Dönsün geri gelsin.

Arthur RIMBAUD

Günün Fıkrası

Yaşı geçkin evli çift çocuk sahibi olamayınca evlat edinmeye karar vermişler. Nasıl olduysa, Çinli bir bebeğe denk gelmişler. Hal böyle olunca da gidip Çince kursuna kayıt yaptırmışlar.

Çince kursunun hocası, çifte sormuş: “Efendim Çince zaten çok zor bir dildir. Bu yaştan sonra Çinceyle işiniz nedir?”

Çift de durumu açıklamış: “Beyefendi biz bir bebek evlat edindik. O da Çinli denk geldi. Daha çok küçük, konuşamıyor ama büyüyüp konuşmaya başlayınca dilini nasıl anlayacağız?”

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here