Çocuklar ve Konuşmalar

0
40

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Havalar ısındı ya  azıcık, balkonlara çıktı çocuklalar serçe kuşları gibi. Cıvıl, cıvıl. (ben böyle diyorum yoksa histerikler adeta.) Karşıdaki  balkonda birinci sınıfa giden bir  kız çocuğu bizim apartmandaki iki yaşındaki bebeğe İngilizce sayıları belletmeye çalışıyor, hiç de onun yaşına yakışmayan bir cırlaklıkla. Ve düşünüyorum böyle vura, vura konuşan, cümleleri eğip büken çocuklar, büyüdüklerinde nasıl konuşur? Eğer yön veren olmasa böyle büyüyecekler kuşkusuz. Her soruya uzun bir “nee” çekerek. Anneleri de böyle çünkü onlarda her soruya “nee” diye soruyla yanıt veriyorlar.

Bunlar şehrin kenar mahallelerinde yetişmiyorlar. Anneleri babaları okumuş kültürlü geçinen insanlar ama bu çocuklar yeni öğreniyorlar konuşmayı  ve saçma sapan öğreniyorlar. Eğik bükük… Biz çocukken bir sözü yanlış ya da  kötü telaffuz etsek, şimdi bu çocukların yaptığı gibi önce annemiz sonra öğretmenimiz hemen sert  bir şekilde onu düzeltir, düzgün şekilde konuşmadığımızdan emin olunca da defterimizin   bir sayfasına boydan boya o sözcüğü düzgün biçimde yazmamızı isterlerdi. “dilini arı soksun” diyerek. Gerçi bizim böyle sorunumuz olmadı hiç kardeşimle. Çünkü biz kitap okurduk okula başlamadan  önce  bile  ve çok ciddiydik kocaman insanlar gibi. Öyle sözcükleri eğip bükerek konuşmak bizim için şımarıklıktı ki şimdide böyle düşünüyorum.

Ve yine düşünüyorum ki bizim örneklerimiz güzeldi. Ve şanslıydık. Ancak şimdi örnekler  kötü. Ve kötüyü algılamak daha kolayına gidiyor herkesin. Örneğin yalan dünya dizisindeki ve birçok dizide olduğu gibi karakterlerin bazıları. Çocukların gündeminden düşmüyor. Bizim sokağın çocukları en çok Nurhayat gibi konuşma derdindeler. Dudaklarını çekiştire, çekiştire ve bir dizi sözcüğü ard-arda sıralamaya  çalışarak. Ne zevk alıyorlarsa. Ben diziler çocukların konuşmasını bozuyor diye suçlamayacağım. Çünkü dizilerin çıktığı saatte o çocukların çoktan uykuda olması gerekir ve o çocuklar bu karakterleri tanımak şerefinden yoksun kalmalı bir kaç  yıl bari. Şimdi buna engel olabilirsiniz ama yarın? Ancak şimdi engel olmuyorlar konuşmalarından belli yarın ne yapacaklar düşünmek bile istemiyorum.

Bildiğini aktarmak istiyor karşı apartmandaki çocuk  arkadaşına ne kadar güzel bir şey, bu sayede bilgisi pekişecekte  çocuğun. Ancak ben bir şey anlamadım  bu güzel niyetten sözcüklerin garip dökülmesi yüzünden, çünkü  niyetten önce  sesin tınısı canımı sıktı, niyet ikinci sırada kaldı. Bu aslında gerçekten bir sorun düşünüyorum da şimdi. Atölyemde bu çocuklar için  çocuk kitapları bulundursam ve günde en az iki saat kendimi onlara adasam bir sürü işin içinde ve baharın verdiği yorgunluk hala üzerimde iken? Neden olmasın? Bundan güzel bir adamışlık olabilir mi?

Yazık bu çocuklara  ya, hepsi minnacık çok güzel  cicili bicili çocuklar  ancak  konuşmadan önce öyleler. Konuşunca!! Evet bu çocuklara el atmalıyım hatta geç kaldım.

Ve  bence konuşma karakterin  söze dökülmüş halidir. Ses tonundan tırısına   kadar… Bu çocuklar taklitle konuşmaya alışınca kendi karakterlerini nasıl yansıtacaklar seslerine? Yoksa karakterleri de taklit mi olacak.

Bu konuda çok ciddiyim ve çocukların kuş   cıvıltısını andırması gereken seslerinin   cırtlak ve histerikliymiş gibi çıkması beni çok rahatsız ediyor ve annelerini de rahatsız etmeli diye düşünüyorum ve düşünceme destek  olmaları gerekiyor. Ben kendimi iki saat adayacaksam onlar  daha çoğunu yapabilmeli diye düşünüyorum ve belki onlarda bu sayede bir şeyler öğrenirler. Olmaz mı?

Aslında üzgünüm bunları yazdığım için. Keşke böyle yazılar yazmak zorunda kalmasam yazdırmasalar bana bunları. Ve ailelere sesleniyorum lütfen çocuklarınıza örnek olun, kitap okuyun, erken yatın, güzel ve alçak sesle konuşmaya çalışın… Evet bir sorun da  yüksek sesle konuşmak… Ve çok yaygın hatunlar arasında, sanki duyurmaya çalıştıkları insan sağır. Zaten sağırsa bağırsanız da duymayacak. Ancak ben bunun da nedenlerini içerde bir yerlerde  yattığını biliyorum.

& & & & &

Ah sevgili okuyucularım  atölyede oturup yazı yazmaya çalışmak bir başka valla. Geçen giden içeri uzatır başını bir şey sorar çok güzle ve bir sürü şeyler duyarsınız yüksek sele konuştuklarından özelikle telefonla konuşanlar sanki dünya bir yana onlar bir yana. Şimdi kulağıma çalınan bir konuşma kesitini aktarmak istiyorum.

“Boşanan kadınlara maaş bağlanıyormuş, boşansın bağlansın maaşı ve kurtulsun bu hayattan” diyor başında renkli eşarbı üzerinde yerleri süpüren bir giysi, ses tonundan  sinirli ve  yine konuşma özürlü olduğu anlaşılan bir kadın. Ama avaz, avaz söylenerek ilerliyor. Gülümsüyorum. Ne yapabilirim. İnsanları çok seviyorum ya, çok, çokkk hepsine şefkat kesiliyorum bir anda ne kadar kızsam da.

Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Her şey gönlünüzce olsun. Yase

& & & & &

Sen Mükemmelsin

İyi bilinen bir konuşmacı, seminerine 20 dolarlık bir banknotu göstererek başladı. 200 kişinin bulunduğu odaya, “Bu parayı kim ister?” diye sordu ve eller kalkmaya başladı ve konuşmacı “Bu parayı sizlerden birine vereceğim fakat öncelikle bazı şeyler yapacağım” dedi. Parayı önce buruşturdu ve dinleyicilere “Hala bu parayı isteyen var mı?” diye sordu, eller yine havadaydı.

Bu sefer, konuşmacı “Peki bunu yaparsam?” dedi ve $ 20’i yere attı onun üstüne bastı, ezdi, pisletti ve para şimdi pis ve buruşuktu, fakat eller yine havadaydı ve o parayı herkes istiyordu. Ve konuşmacı şöyle dedi; “Arkadaşlarım burada çok önemli bir şey öğrendiniz. Burada paraya ne yaptıysam hiç önemli değil onu yinede istiyorsunuz, çünkü benim ona yaptığım şeyler onun değerini düşürmedi, o hala 20 dolar!

Hayatımızda çoğu kez verdiğimiz kararlar veya hayat şartları nedeniyle hırpalanır, canımız acıtılır, yerden yere vuruluruz, kendimizi kötü hissederiz, fakat ne olduğu ya da ne olacağı önemli değil, hiçbir zaman değerimizi kaybetmeyiz, temiz ya da pis, hırpalanmış ya da kırılmış, bunların hiçbiri önemli değildir.

Seni sevenler senin ne kadar değerli olduğunu her zaman bileceklerdir, hayatımızın değeri ne yaptığımız veya kimi tanıdığımızla değil kim olduğumuzla alakalıdır.

Sen mükemmelsin, bunu asla unutma. Her zaman elinde olanları düşün olmayanı DEĞİL.”

Günün Şiiri

ADA

Bir zamanlar, bütün duyguların
üzerinde yaşandığı bir ada varmış:
Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve
tüm diğerleri, Aşk dahil.

Bir gün, adanın batmakta olduğu,
duygulara haber verilmiş.
Bunun üzerine hepsi,
adayı terketmek için
sandallarını hazırlamışlar.
Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş.
Çünkü, mümkün olan en son ana
kadar beklemek istemiş.
Ada neredeyse battığı zaman,
Aşk, yardım istemeye karar vermiş.
Zenginlik,
çok büyük bir teknenin içinde geçmekteymiş.
Aşk,
“Zenginlik, beni de yanına alır mısın?”
diye sormuş.
Zenginlik,
“Hayır, alamam. Teknemde çok fazla altın
ve gümüş var, senin için yer yok.” demiş.
Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki
Kibir’den yardım istemiş.
“Kibir, lütfen bana yardım et!”
“Sana yardım edemem Aşk.
Sırılsıklamsın
ve yelkenlimi mahvedebilirsin.”
diye cevap vermiş Kibir.
Üzüntü yakınlardaymış
ve Aşk, yardım istemiş:
“Üzüntü, seninle geleyim…”
“Off, Aşk, o kadar üzgünüm ki,
yalnız kalmaya ihtiyacım var.”
Mutluluk da Aşk’ın yanından geçmiş
ama o kadar mutluymuş ki,
Aşk’ın çağrısını duymamış.
Aşk, birden bir ses duymuş:
“Gel Aşk! Seni yanıma
mutlu alacağım…”
Bu Aşk’tan daha yaşlıca birisiymiş.
Aşk o kadar şanslı ve hissetmiş ki kendini
onu yanına alanın kim olduğunu
öğrenmeyi akıl edememiş.

Yeni bir kara parçasına vardıklarında,
Aşk’a yardım eden, yoluna devam etmiş.
Ona ne kadar borçlu olduğunu
farkeden Aşk, Bilgi’ye sormuş:
“Bana yardım eden kimdi?”
“O, Zaman’dı” diye cevap vermiş Bilgi.
“Zaman mı?
Neden bana yardım etti ki?”
diye sormuş Aşk.
Bilgi gülümsemiş:
“Çünkü sadece Zaman Aşk’ın ne kadar
büyük olduğunu anlayabilir…”

Kıssadan Hisse

Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı tir-tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes aciz bir vaziyetteyken gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı, ‘Müsaade buyurursanız ben onu sustururum’ dedi. Padişah da ‘Lütfetmiş olursunuz’ dedi.

Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı, oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu-uslu oturmaya başladı. Yaşlı adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü, ‘Bu işteki hikmet nedir’ diye sordu.

Yaşlı adam cevap verdi: ”Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı. Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de böyledir, bir felâkete duçar olmayan kimse, huzurun kıymetini bilemez.”

Günün Sözü

Yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanmanın da temeli aşktır.

Freud

Aşk bir deniz, kadın onun kıyısıdır.

Victor Hugo

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here