Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? “Bir zamanlar biz masumduk. Yüz yıl öncesinden değil birkaç yıl öncesine dek. Hatalarımız, kusurlarımız çoktu ama bu kadar kirlenmemiştik yalan dolan ve haksızlıklarla. Şimdi ne oldu da bu kadar kötü, bu kadar acımasız, bu kadar adaletsiz, bu kadar haram yer olduk? Dünyanın doğal devinimi mi bu durum? Yani pislikler içinde çürümek değişmez bir kader mi?
Valla bendeniz inanmıyorum bunun değişmez bir kader olduğuna. Ancak Don Kişot’luk yapmaktan da yorulduk artık. Artık sorgulamaktan vazgeçtik. Başımıza gelenleri rutin ve olağan karşılamaya başladık. Cebimiz bizim değil. Herkesin eli orada faturalar, harçlar kredi kartları. Ve dolandırıcılar! Her şeye alışıyorum ya da öyle görünmeye çalışıyorum ancak haksızlıklara gelemiyorum. Haksız yere bir tek kuruş alsam ya da versem, canım fena sıkılıyor, yanıyor…
Alsam hemen ayrımına varıp düzeltiyorum ancak versem asla geri gelmiyor. Ve sanıyorum ki çoğumuz bundan muzdaribiz. Örneğin sabit gelmesi gereken bir fatura her ay artarak ve katlanarak geliyorsa ve siz her itiraz ettiğinizde sinirlerinizi zıplatacak yanıtlar alıyorsanız. Lanet okuyarak ve bendeniz itiraf ediyorum tek kuruşu bile helal etmiyorum. Aptal yerine konmuş olmanın bütün olumsuz duyguları ve inancım korkunç yara almış olarak parayı ödediğimde nasıl bir kirlilik içinde yaşadığımızı bir kez daha anımsayıp çıldırıyorum.
Bu sabah ta bu olumsuz duygularla uyandım isyan ve bıkkıntı ile. Üç aydır gelen internet faturası kotamı aşmadığım halde ön görülen fiyatın üstünden gelmeye başladı. Hatta iki misli… İtiraz ettim tabi malum yanıtlar. Kota dolmamış ama borç var! Anlayana aşk olsun ki zaten çalışanlarda anlamıyor. Geçen ay kendi kendime “bir deney yapacağım” dedim. “internetti kullanmayacağım.” Bilgisayarı kapattım dolaba kaldırdım. Tabletten yapıyorum işlerimi tabletime kontör almışı, konturum bitince yeniliyorum. Ve dün fatura geldi. Kota parası ister kullan ister kullanma gelir ona amin ben deniz de bekliyorum ki hiç kullanmadığım kotanın belirlenmiş olan faturası gelecek.
Çok beklersin Yase Hanım sen bu yalancı düzenbaz sistemde. Fatura yine ön görülenin iki katı! Git derdini Marko paşaya anlat. Müşteri servisini ara ücretli. Derdini paranla anlatıyorsun ancak tüylerin diken diken ipe sapa gelmez sözler duyup lanet okuyarak telefonu kapatıyorsun. Yapılacak şey yok. Medeniyet denen güzellik insana yakışır şey, ne yazık ki gerçek bir canavar kesildi. Ve her dönüşünüzde bir parçanızı koparmaya hazır? Bu tabi en küçük sorunlardan biri daha ne sorunlarla uğraşıyoruz ama elimizden bir şey gelmediği için uğraşmıyor gibi görünüp içimizde inançsızlık ve doğruya dair ne varsa öldürüyoruz ve bu artıkça dünya bir bataklığa dönüyor. Ancak bu kader değil. Teknoloji ve refah arttıkça bu kadar gerilere gitmek kader olamaz yalnızca hazımsız olur.
& & & & &
Ve hafta sonu sınavlar vardı. Son bir hafta içinde sınava çalışmaya başladım. Çoktan beri böyle çalışmayı unutmuştum. Bu yüzden öğrencileri daha iyi anlıyorum şimdi. Sabah erkenden kalkıp Antakya’ya git sınava gir dön durumları yaşadım birçok öğrenci ile birlikte. Berke “beni daha iyi anlıyorsun herhalde şimdi” dedi… Tabi ki anlıyorum. Ancak insanları anlamıyorum. Minibüse selam vererek giren bir insanın selamını kimin alıp almadığını kim bilebilir ki?
Bendeniz hafifçe başımla selam vererek girerim her ortama neresi olursa olsun ancak kimseden yanıt beklemem, alan alır almayan kendi bilir. Minibüste de bu olay oldu dün sabah. Önde iki bey oturuyor. Minibüse benden sonra “Selamın aleykün” diyerek bir adam bindi. Öndekiler selamını sesli aldılar hatta abartılı. Bendenizde içimden yanıt verdim.
Arkadakilerin ve yanımdakinin alıp almadığını bilmiyorum zaten bendinizi de ilgilendirmiyor. Öndeki adam başladı söylenmeye. Nasıl bir millet olduk selama kimse karşılık vermiyor. Selam aslında Allah’a veriliyor nasıl insanlar buna karşılık vermez diye. Bir başladı bitmek bilmiyor. Yanındaki belki içlerinden söylemişlerdir diye yumuşatmak istedi adamı ama o herkesin içini biliyormuş gibi hayır dedi kimse yanıt vermedi. Sessizce onları dinliyor minibüstekiler kimse konuşmadı. Yanındaki adam bunun üzerine “ne yapacaksın” dedi. Modernleştik tabi selam almazlar. İçimi garip bir umursamazlık kapladı ki bendeniz bile kendime şaştım. Ve başımı kitabıma çevirip kulaklarımı dışarı kapattım az sonrada adamın horultusu ile yeniden ortama döndüm.
Dönüş ise baya bir sıkıntı Pac minibüsleri maşallah dönüşte randevulu çalışıyor. Randevu alan yolcular yolda elleri böğürlerinde bekliyor. Nasıl bir şey bu? İskenderun’dan giderken güzel ama dönerken sıkıntı… Durakta bekliyorum hava soğumuş, açlık, uykusuzluk ve yorgunluktan üşüyorum. Önümden geçip gidiyor araçlar el salla duran yok. Sonunda giden minibüsten şoför sordu İskenderun’a giden var mı diye var diyince gelecek olanda yer ayırttı bizim içinde öyle dönebildik. Berke’de gece geç saatte dönünce aynı sorunları yaşıyor. Yani bu ulaşıma bir çare bulmaktan aciz mi büyük şehir belediyesi…
& & & & &
Şırnak’ta neler oluyor? Öğretmenler, memurlar kenti terk ediyorlar. İnsanın aklına acayip şeyler geliyor valla. Ve sevgili okuyucularım şimdi sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Eşekli Kütüphaneci
Yıl 1943. Genç Mustafa’nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Kütüphanesi’ne çıkar. Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler; bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok. Karar verir, bir eşek aldırır. İki tane de sandık yaptırır. İki sandığa, 180-200 kitap sığar. Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.
Köydeki çocuklar şaşırır. O gariban çocukların küçücük ellerine kitapları verir; ‘’Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı gün gelip alacağım. Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak…” der.
Mustafa artık kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer günler köy köy gezmektedir. Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar. Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler. Mustafa Amca‘nın ünü etrafa yayılır.
Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar. Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor. Zenith ve Singer’e mektup yazar: “Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine kocaman yazayım” der. Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk sponsorluk faaliyeti). Salı günlerini kadınlar günü yapar. Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur. Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye. Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma kursları vermeye gider. Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır. Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, “kendi görev tanımı dışında davranıyor” diye. 50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.
Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki çocuklarda okuma aşkı yerleşir. 2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.
Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar. Ürgüp’e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler.
Günün Şiiri
YOLCULUK
ağır kampanalar çalıyor ağır ağır
haydarpaşa garından kalkıyor tren
bin yıllık tünellerden geçiyor
duruşu bin istasyonda birden
sessizlik sancılı kulak gibi çınlıyor
sonra uykularımın dibinden gelen deprem
beşikte doğrulmuş adam gibiyim
ağzımda sivas işi ağızlık
elimde oltu taşı tesbihim
kırk yıllık alışkanlık
ben ne sarsıntılardan geçtim
omzumdan düşmedi hiç ceketim
tercan’da bir köprü var tam oralarda
birdenbire çekiliyor yıldızlar
ince çaylar ve ıssız patikalar kederi
ezgisiyle katılıyor yolculuğuma
merhaba şarktaki paris’imiz erzurum
dağlara çatılmış lacivert kaşlarına
dışın kar ile boran için donan sis
mavi yolculuklarda merhaba bodrum
merhaba denektaşımız paris
bir çağrışım efendim özür dilerim
elimde değil bu uykumda ağlıyorum
yıllar ne çabuk geçmiş hey gidi murat suyu
söğütlerin üçer beşer doğurmuş
yeni türküler yakmışsın ahvaline
bu kaya eskiden burada yoktu
bu dövünen uyağı bulmamıştı bu köpük
durmadan kağnılar geçiyor yine
alabildiğine yorulmuş bitik
ben bu şiiri yazıyorum rapor yerine
dağların sırtında morarmış şişlik
ve senin çağlarca derinden çıkmış
urartu yontusu gözlerinde
aşınmış hüzün eksilmiş yıldız
lo bu ne biçim gece bu ne biçim iş
bulut gibi dalgın bakıyorsun
inatla inmiyor kirpiklerin
esrik bir pekmez eritiyorsun
bir bardak daha bir bardak daha
her düşte burada bitiyor yolculuğum
çarpıyor yüzüme ha süphan ha
Aydın YALKUT