Bir Yol Hikâyesi

0
103

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Düşünceli, sıkıntılı ve “biz nasıl oldu bu duruma düştük, komşularda sıfır sorun derken şimdi, ne biçim sorunlarla uğraşıyoruz belki savaşa gireceğiz” diye mi düşünüyorsunuz? Biz  düşüne dalalım!  Biz düşünürken, savaştan kaçan insanlar çoluk çocuk, evlerini, barklarını bırakıp  ölümü göze alarak yollara dökülüyor. Denizlerde boğuluyor, aşağılanıyor hor görülüyor. Sözde Müslümanlar Katar ve Suudi Arabistan başta olmak üzere  Gavur dedikleri ülkelerle  birleşip dindaşlarına, kapı komşularına  bu muameleyi reva görüyorlar.

Bölge hallaç  pamuğuna döndü. Darmadağın. Yıkıntı! Tabi bizde içindeyiz, IŞİD belası bir yanda. PKK terörü bir yanda gün geçmiyor bir şehit haberi gelmesin yuvalara ateş düşmesin. IŞİD’e ait açık ve net kahvehane bile var. Yani gizli saklı bile değiller. Belçika’da hayat durdu nerdeyse izlemişsinizdir. IŞİD korkusundan. Nasıl bir canavar ürettiniz sevgili dünya devletleri! El ele vererek? Hiç düşünmediniz mi gün gelir devran döner diye? Şimdi izleyin bakalım. Ancak olan her zamanki gibi masum halka oluyor. Yoksa size? G 20 zirvesinde gördük tatile gelmiş gibiydiler. Ne diyelim?

Ve sevgili okuyucularım şimdilik her şeye rağmen elimizden geliyorsa sağlık ve sevgiyle kalmaya gayret edelim.  Birlik ve beraberlikle ve herkese inat ayrımsız gayrımsız… Yase

Bir Yol–Ahmet Hamdi Tanpınar

Birdenbire ayağa kalktı ve eliyle trenin penceresinden işaret ederek: “-İşte, dedi, şu gördüğünüz küçük yol, şu iki ağaç arasında tepenin eteğini kıvrılan patika… Fevkalâde hiçbir tarafı yok değil mi? Hemen her yerde bol-bol rast gelebileceğimiz alelade bir şey… Bununla beraber nereye gittiğini, nereden geldiğini bilmediğim, bir dönemeçte kaybolan tozlu parçasından başka hiç bir tarafını tanımadığım bu yol benim hayatımda bütün bir sergüzeşttir.

On beş seneden beridir ki bu yolda her ay bir iki seyahat yaparım. Bu uzun şeridin iki yanında ve onun döne-döne değişen ufkunda tanımadığım hiç bir şey yoktur. Yattığım yerden gözüme ilişen sivri bir kaya parçası, yalnız aydınlık havada ürperen tepesini gördüğüm bir ağaç, ne bileyim hatta daha alelade bir işaretle bütün ufku kendi kendime canlandıracak kadar bu yolların aşinasıyım, fakat yıllar var ki bu küçük yol parçasını, yol bile diyemeyeceğimiz bu dövülmüş kırmızı toprak genişliğini daima yeni, yepyeni bir şey gibi seyrettim. Onu her defasında görür görmez ürperdim, onda saadetlerin, hasretlerin, beklenilen şeylerin bütün güzelliğini ve şiirini duydum.

Şüphesiz bunda ilk defa gözüme çarptığı günün hususiyetinin de mühim bir hissesi vardır. İstanbul’dan soğuk ve yağmurlu bir günde ayrılmıştım, İlk çocuğum on gün evvel ölmüştü, karım hasta idi, başka üzüntülerim de vardı. Kısacası kaderle diş dişe, yumruk yumruğa olduğum günlerden biriydi.

Bilmem sizde de böyle midir; yolculuk benim üzerimde daima iyi ve unutturucu bir tesir yapar. Istıraplarımızın, üzüntülerimizin mekânla yahut hayatımızın tabii muhiti ile sıkı bir alakası olsa gerek. Bir muharririn dediği gibi, falan yerde en kesif şiddetinde olan bir acı iki yüz kilometre daha ötede ve başka insanlar içinde biraz daha hafif ve daha kabil-i tahammül oluyor. Bununla beraber acıdan acıya fark var. Ve benimki acıların en büyüğü, evlat acısı idi, üstelik de yağmur yağıyordu. Oh, size bu yağmurlu günlerin bende yaptığı aksülameli nasıl anlatmalı? Böyle günlerde ben değişir, büsbütün başka adam olurum. Başka bir adam, tam kelimesi değil… Bütün bir mazi, en kötü, en karanlık, en tamir edilmez taraflarıyla içimde canlanır, hortlaklarımla başbaşa kalırım. Böyle zamanlarda hayat sanki bütün çeşmelerini kapatır, yalnız bir tanesi, azap ve üzüntünün kaynağı kalır ve ben onun bulanık aynasında bütün ömrün en kötü muhasebesini yapa yapa kendimi seyrederim. Bu sefer de böyle oldu; her zaman ayak basar basmaz gündelik üzüntülerimden sıyrıldığım, yalnız kendimin olduğum Haydarpaşa garı bana bu sefer büyük ve karanlık bir lahit gibi geldi. Trene aynı ruh haleti içinde bindim. İzmit’e kadar hep aynı ıslak ve rutubetli hava içinde, tıpkı bir olukta seyahat eder gibi geldik.

Hiç bir şey düşünmedim, hiç kimseyi görmedim, sadece vagonların üstüne ve pencerelerin camlarına değdikçe yağmurun çıkardığı sesi dinledim. Bir tabutta uyuyanlar yeraltının mutlak sessizliğinde kendi nabızlarını ancak böyle dinlerler. Zaman zaman içimdeki boşluğu kısa bir şimşek gibi oğlumun hatırası deliyor, bir an için onun küçücük ve muztarip yüzü, bir büyük örümcek gibi yağmurun dört bir tarafıma gerdiği kül rengi üzüntü ağlarının içinde uzanıyordu. O zaman ben bu hayalden kurtulmak için ellerimle yüzümü kapatıyor, biteviye yer değiştiriyordum. Sonra tekrar yağmurun sesine dalıyor, tekrar bu ince ve muzır ağın altında insana sıkıntının ve kâbusun bizzat kendisi gibi görünen, güneşsiz, renksiz hayalet manzaralara dalıyorum.

İzmit’ten sonra uzun bir müddet yine böyle sürdü, sonra yağmur biraz diner gibi oldu, gök yükseldi; bulutların arasından çamur rengindeki dünyaya, başka renkler, iki gün süren bu kötü havanın unutturduğu sıcak kuvvetler girdi. Ve tren yavaşladı. O zaman ben, bu küçük yolun üzerinde iki günden beri ilk defa küçük bir güneş parçasını, küçük ve aydınlık bir halı gibi serilmiş buldum. Islak söğüt dallarına sevinçle yayılan ve sonra orada, yerde sıcak ve aydınlık bir müjde gibi biriken güneş… Ve aynı zamanda, bütün içimi altüst eden acaip akisli uğultu… O anda içimden geçenleri nasıl anlatmalı? Bu aylarca toprağın karanlığında kaybolan bir göğün birdenbire küçük bir filizle mavi havaya ve aydınlığa kavuşması gibi bir şeydi. İşte o zamandan beri bu yol, birçoğu, binlercesi gibi birkaç, yüz metre sonra küçük bir Anadolu köyünün inzivasında kaybolacağına hiç şüphe olmayan bu küçük ve sade yol benim için mahiyetini değiştirdi. Saadetin, ruh muvazenesinin bir nevi sembolü, kapısında güneşin divan durduğu bir iklimin başlangıç noktası oldu; ve müthiş bir arzu ile, her şeyi, bütün üzüntü ve kederlerimi, bütün sevgi ve zenginliklerimi burada bırakıp inmek, bu küçük yolda yürüyüp gitmek istedim.

Bana öyle geldi ki bunu yapacak olursam hayatımda her şey değişecek, bütün sefaletlerim, hasretlerim dinecek, yepyeni bir insan olacağım.

O zamandan beri dokuz sene geçti. Ölen çocuğumun acısını zaman ve yenileri unutturdu. Küçük sefaletlerim ve sıkıntılarım düzeldi, yahut yerlerine başkaları geldi. Her şey az çok değişti, fakat bu yolun benim içimdeki manası hep aynı kaldı. Onunla her karşılaşışımda hep aynı saadet hissi beni dayanılmaz kuvvetiyle çekti, her defasında oracıkta her şeyi bırakıp inmek ve o yolun uzletinde kaybolmak ihtiyacını duydum. Hatta şu anda bile aynı ihtiyacın içindeyim. Ne yazık ki…

Bu kaçınma ihtiyacına bakıp da beni, her an talihin yeni bir gadrine uğrayan, hayatı felaketlerle dolu biçarelerden sanmayınız. Herkes gibi ben de zaman zaman kaderin iyi veya kötü yüzüyle karşılaştım. Fakat düşünülürse ondan şikayete büyük hakkım yok. İyi bir kadınla evlendim, epeyce kazanıyorum, hayatım kendi çizilmiş yolunda düzgün ve rahat gidiyor. Devamı Yarın

Günün Şiiri

Bir Gün

(Ölüm İlişkileri’nde yaşayanlara…)

Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gece

benim olduğun yaşta, bana dönmek isteyeceksin;

yüzünde solmuş kaç sabahın birikintileriyle,

yorgun olmaktan çok, aşınmış;

yüzüme kapattığın onca kapıyı

artık omuzlayamadan,

seslenmek isteyeceksin.

Zamana diş bileyeceksin o gün, belki ilk kez;

bir  zamanlar dokunulmazlığına inandığın için,

yanlış çıkarttığın bütün günahların ağırlığıyla.

Hep izlerinin sürdüğün yüz ve ten çizgileriyle

insanlara yaş biçtiğin günleri anımsayacaksın,

hani titreyen parmaklardaki sıcaklığı hiç duyamadığın.

Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gecede olduğu gibi,

dirseklerimizin birbirine değmesini isteyeceksin,

onca çizgi peşinde koşmanın günahını

artık en bulanık aynalara bile çıkartamayarak.

Yaşamından gelip geçmiş olanları sayacaksın;

hep bir iki geceliğine,

bedeninde otel gibi kalmış olanları,

en kısa ömürlü sevgilerin imzasını bile

hiçbir sayfana atamadan

ve sonra bir de gerçek yitirdiğini;sana

yüzlerindeki çizgilerin ardından,

en duyarlı kalemlerle, yalnız sana giden

yolların haritalarını çizmiş olanları.

Bir gün, tıpkı karşılaştığımız gece

benim olduğum yaşta, beni arayacaksın,

solmuş onca haritanın çizgilerini

aşınmış bakışlarınla seçmeksizin.

Ahmet CEMAL

Günün Fıkrası

Padişahın biri, “Bana yalan söyleyebilene bir küp dolusu altın vereceğim!” demiş. Yalancılar, hemen saraya koşuşturup başlamışlar yalana; “Bir kuş, aslanı kapıp yuvasına götürdü.” “Bunun neresi yalan?.. Kuş kartaldır, aslan da kuzu kadar minik bir yavru. Kaptı mı götürür tabii!..” “Komşu ülkede bir eşeği kral yaptılar!..” “Ülkenin kralı, pencereden bakınırken tacını düşürmüş. Tac da pencerenin altındaki eşeğin başına geçmiş. Tac kimin kafasındaysa, kral odur tabii!..” “Padişahım, ben gökyüzüne bir ok attım. Altı ay sonra geri döndü!” “Senin ok bir ağacın üstüne düşmüştür. Ağaç, sonbaharda yapraklarını dökünce, takılacak yer bulamayıp yere inmiştir.” Böylece padişah, her yalana gerçek bir bahane bulmuş ve kimse padişaha bu yalandır dedirtememiş. Ama bir gün bir Kayserili gelmiş; “Padişahım, sen benim babamdan borç olarak bir küp dolusu altın almıştın. Şimdi geri almaya geldim. Yalandır dersen ödülümü ver. Yalan değil dersen borcunu öde!..”

Günün Sözü

Altınları zamanla biriktirerek satın alabilirsiniz. Ancak zamanla biriktirdiğiniz altınları vererek geçen zamanı asla satın alamazsınız.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here