Bir Hikâye ve Bir Şiir… Bugünlük!

0
135

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Gazipaşa’ya geldik ancak hala kendimize gelemedik bu yüzden bugün bir hikâye var ve de güzel bir şiir dağarcığımızda. Okurken belki kendinize bakacak ya da zamana kısacık bir yolculuk yapacaksınız. Şiiri okurken de belki hüzünleneceksiniz… Sağlık ve sevgiyle, esen kalın. Yase

Simit Tatili

Derin bir uykudayken bacaklarımın üşüdüğünü hissediyorum. Soba söneli çok olmuş anlaşılan. O kadar üşümüşüm ki bacaklarım sanki benden değiller. Sonra sımsıcak yorganın içine çekiyorum bacaklarımı, dizlerimi kıvrılıyorum minik bir kedi gibi yorganın içinde.

Gıcırdayarak kapı açılıyor birden, içimden dua ediyorum; İnşallah kapıyı açan annem değildir. Ama dünyanın en karşı koyulmaz sesiyle bir ses geliyor kulağıma “Hadi oğlum uyan, hadi canım benim, hadi kuzum, bak geç kalacaksın.” diye tekrarlanan kelimelerle beraber uyku daha da bir şiddetleniyor gözlerimde. Kendimden geçmek geliyor içimden, bu uyku ne tatlı bir şey böyle. “Anne! Ne olur biraz daha.” diye yalvarıyorum anneme. Ama çaresiz kalkmak zorundayım. Kalkarken sitem dolu homurtuyla, ağlamaklı bir sesle konuşuyorum “Ya! Zaten çok üşüdüydüm, daha ısınamadım bile, hemen kalk dedin yaa!” diye mızmızlanıyorum çocukça.

Yüzümü soğuk suyla yıkarken burnuma çıra kokusu geliyor ve titreye-titreye sobanın başına geliyorum. Soba daha ısınmamış ama o çıkardığı ses bile içimi ısıtıyor. Annem bir bardak çay bir dilim ekmeğe sürülmüş yağ ve birkaç zeytin getiriyor ve saate bakıp“hadi hemen ye de geç kalma, yoksa sıranın en arkasına kalırsın” diyor.

Burası kenar mahallede tek katlı, kireç boyalı, geçim derdi olan yüzlerce evden biriydi sadece ve o saatlerde uyuması gereken birçok minik beden uyandırılıyordu sabah ezanıyla beraber. Burada çocuklar belli bir yaşa geldiğinde simit satmak ya da boyacılık yapmak zorundaydı. Geçim derdi buralarda çok küçük yaşlarda vuruyordu insanları. Minik gözler sabah ezanında simit fırınlarında açılıyordu, satacakları simitleri almak için sıra beklerken uyuklayan çocuklar “simit çıktı” diye bir sesle irkiliyorlardı. Sonra çocukça sıra kavgaları yaşanıyordu. Ne zaman ki simit fırınının sahibi bağırarak“Boşaltın çabuk fırını! Ya da sıraya geçin” dediğinde o sıcak ortamdan dışarıya çıkma korkusuyla ortalığı bir sessizlik kaplıyor ve sıranın dışına itilmiş olan en küçük çocuk, gözleri dolu-dolu, dudakları bükülmüş bir şekilde, iç çekerek sıranın en sonuna doğru ilerliyordu.

Yirmi simit alana bir yemelik simit bedava, otuz simit alana iki yemelik simit bedavaydı. Ve simit tepsisini dolduran çocuklar, her gün sattıkları simitten hiç bıkmadan, ilk olarak, verilen bedava simidi iştahla ısırarak yiyor, yeni-yeni ağaran soğuk ve boş sokaklara doğru yürüyorlardı. Sonra ince sesleriyle bağırıyorlardı “simiiitcii!” diye.

Ben simitlerimi hep erkenden satardım, arkadaşlarda beni kıskanırlardı ve “yarısını kendin yiyorsun” diye dalga geçerlerdi benimle. Bazısı hemen koşup benim yanıma gelirdi, benimle dolaşırdı. Kendisine “yanımdan ayrıl” diye uyardığımda“Oğlum sokaklar senin mi? İstediğim yerde gezerim” derdi. Sonra birisi bana “simitçi” diye seslendiğinde benden önce hemen koşardı ve “buyur abi benim ki daha gevrek daha sıcak” diye reklam yapardı. O koşunca ben utanır koşmazdım, çoğu kez de müşteri koşan arkadaşı tersler ve “ben ötekini çağırdım sen niye koştun” der ve yine simidi benden alırdı. Yine ben onlardan önce bitirirdim simitlerimi. Minik ayaklarımız basmadık kaldırım taşı bırakmazdı sabahın köründe. Saat en geç onda bitirirdim simitlerimi. O saate kadar iki tur yapar ve altmış simit satardım.

simitçi çocuk ile ilgili görsel sonucu

Bana da dört tane yemelik simit kalırdı. Birisini kendim yerdim; ikisini eve küçük kardeşime götürürdüm; birini ise, Yonca sokakta, mavi boyalı, yarı yıkık, tek katlı evde oturan, benden ufak bir çocuğa verirdim. Her gün camın önünde benim geçeceğim saati sabırsızlıkla beklerdi, ben gelirken yüzü güler ve ellerini birbirine vururdu.Camın kenarında tahta bir divanda yatardı, bazen ben geçerken o uyuyor olurdu, bende camı hafifçe tıklatırım ve yırtık kahverengi perde kıpırdadığında, simidi camın önüne bırakır geçerdim. Bu çocuğun adı Yusuf’tu ve yürüyemiyordu, bana yanlış iğne vurmuşlar diye her seferinde dile getirirdi. Bende duymazdan gelirdim. Yusuf hem çok konuşuyor hem de camı açık tutup içeriyi soğutuyordu. Annesi birkaç dakika sonra zaten ona bağırıyordu “Yusuf kapat artık pencereyi, içeriyi soğuttun” diye.

Simitlerimi satıp, anaparamı bir cebime, karımı öteki cebime koyduktan sonra doğru evin yolunu tutardım. Ve her gün okul başlasa diye dua ederdim. Şubat tatillerini hiç sevmiyordum hava çok soğuk oluyordu, ben çok üşüyordum ve ben bütün tatilleri sevmiyordum. Okula gitmek tatil, tatil ise yorucu bir yüktü kenar mahallenin minik bedenlerine. İşte bu yüzden canım ne zaman simit çekse gözlerim etrafta minik bir simitçi arar…

Bulduğum simitçi çocuğa sorarım “Bu gün kaçta kalktın? Kaç simit sattın?” diye, sonra aldığım simidin değerinden fazla bir bedel öderim minik simitçiye. Çoğu kabul etmek istemez ama sonra tebessümle boyunlarını bükerler ve ceplerine parayı koyarlar.

O minik simitçiler birden gözümde dağ gibi büyüyüp adam oluveriyorlar karşımda. Çünkü ceplerine parayı koyarken “bereket versin abi” diyorlar. Ben de kendimi görüyorum çoğunda. Ve o fazla parayı kendime veriyorum aslında…

Günün Şiiri

Göçmen Çiçek

Aykırı bir uçurumum yolunun üzerinde

Elini uzatacağın dalları yamacında saklayan

Birdenbire patlayan

Bir çığlığım sessizliğinde

Ele-güne karşı seni utandıran.

Yaz günü palto giyerim

Ceplerim dolu dolu şiir

Gören beni deli sanır

Adım kaçığa çıkar, keşke kaçsam

Keşke kaçabilsem şu dünyadan.

Aykırı bir şiirim kitabının arasında

Kargacık burgacık bir yazıyla yazılmış

Sondan okumaya başla

Nokta koy her dizenin önüne

Anlamaya çalış..

Bedeninin bir noktasından dalıp yüreğini bulabilirim

Geceyse, başlar yastığa düşerse

Ve yorgunsa yüzün

Yıldızları soluğumla bir bir ateşleyip

Kandiller gibi başucuna koyabilirim..

Ey bütün tufanların ardında

Bulduğum dinginlik!

Göçmen çiçeği dünyanın

Kökleri ardı sıra sürükleyen çılgınlık!

Madem ki yaşam bu

Madem ki taşın taş olmaktan öte bir umarı yok

Bir türkü söyle kadınım

Yürüsün dünyaya mutluluk…

Yağıyor incecik bir yağmur dışarıda

Yüzün çamurlar üstünde tüten buhur

Islak toprak kokusu

Doluyor odama, sıkılıyorum

Kitapların üstüme yıkılacağından

Korkuyorum şimdi

Yel esiyor söküyor duvardaki bir resmi

Yerine senin yüzünü koyuyor.

Yüzün şimdi karşımda

Yüzün akşam karanlığında

Toprağın üstüne bırakılmış

Bir demet çiçek gibi parlıyor..

O zaman açıyorum bütün perdeleri

O zaman yakıyorum bütün ışıkları

Camları darmadağın ediyorum

Yüzünü avuçlarıma alıyorum

Alnını öpüyorum dünyayı öper gibi…

Sana uzanamadığım gün

Ellerim yok sanıyorum

Senin bakışlarını yakalayamadığım gün

Gözlerim yok..

O zaman bir yumruk bütün gücüyle vuruyor

Eski bir piyanonun tuşlarına

Binlerce martı kayalıklara çarparak ölüyor

Ay ışığı tutkal gibi

Yapışıyor pencereme

Açamıyorum perdeleri

Şiir yok artık, Türkü dindi..

Meyvelerini taşıyamayan

Ağaçlar gibiyim sularını taşıran ırmaklar gibi..

Bu kadar mutluluk çok bana

Onu günlere,

Onu aylara bölmeliyim

Ve bir tek gülüşünü senin

Kutlamalıyım yıllarca…

Sana yüreğimde bir sürgün yeri

Göçüp konacak

Bir toprak yaratsam

Kadınım, sarışınlığının bittiği anı

Gizli bir esmerliğe eklesem..

göçmen çiçek

Her yerin yabancısı

Yolların, yolların ötesinde

bize bir tek yarınlar kaldı

Göğün tükenip, denizin

Başladı yerde…

Ahmet ERHAN

Günün Fıkrası

Bir gün Cennet’in kapıları şiddetle vurulmuş: “-Güm Güm Güm!!”

İçeriden seslenmişler: “-Kim o?”

Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: “Biz İstanbul’u fetheden Fatih’in yiğitleriyiz!”

İçeriden “hoş geldiniz” diyerek kapılar ardına kadar açılmış ve yiğitleri içeriye buyur etmişler. Her şey çok güzel gidiyormuş. Ta ki, 40 yıl geçinceye kadar. Bir gün kapılar yine şiddetle çalınmış: “-Güm Güm Güm!!!”

İçeriden sormuşlar: “Kim o?”

Dışarıdan gök gürültüsü gibi bir ses: “Biz İstanbul’u fetheden Fatih’in yiğitleriyiz!”

İçeriden hemen cevaplamışlar: “Hadi len! Onlar 40 yıl önce geldi!”

Dışarıdan yine ses gelmiş: “Biz mehter takımıyız ancak geldik!!!”

Günün Sözü

Bir insan hakkında, başkalarının onun için söylediklerinden çok, Onun başkaları için söylediklerinden fikir edinilebilir.

Leo Alkman

Karakteriniz, şöhretinizden önemlidir. Karakteriniz, siz ne iseniz odur… Oysa şöhretiniz, başkaları sizi ne sanıyorsa odur.

John Wooden

Tanrı, iradesini hakim kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise kendi iradelerini hakim kılmak için Allah’ı kullanırlar.

Giordano Bruno (Italyan filozof)

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here