Günaydın sevgili okuyucularım nasılısınız bu sabah? Kendinize bir iyilik yapıp hafta sonu sinemaya gittiniz mi bizim gibi. Evet bize en yakın gelen sinema salonunda izledik filmi. Yoğun bir kalabalık ile diyemeyeceğim ama. Filmi ilk izleyen her zamanki gibi Emre oldu. Çünkü başrol oyuncusu Keira Knightley onun çocukluk ve ilk gençlik aşkı ve bu aşk ateşini yitirmeden devam ediyor. Aşk böyle bir şey olmalı işte. Arada yaş, zaman ve mekan ayrımı olmadan sürebilmeli, dokunmadan, hırpalamadan, kıskanmadan, sürekli beslenerek sevgiyle!
Çocuklar aşklarına daha çok sadık kalıyorlar herhalde. Düşününce Anna’ya aşık olan genç subay Wronski’yi. Kitabını okuduğum romanların sinemaya uyarlanmış hallerinden oldum olası hoşlanmam. Ancak bu film bir harika tek kelime ile. Ve kendimi ilk karesinden Anna Karanina’nın yerine koydum. Şimdi bile içim acıyor, buruluyor, gözlerime yaş doluyor. Okurken de öyle olmuştum ilk yıllar önce izlediğimde de. Aslında yerinde olmak istemezdim.
Belki yasak bir aşk yaşamaktansa aşkı içimde büyütmek isterdim. İlk okuduğumda kitabı, daha tutucuydum gençlik öyle bir şey işte kıskanç ve tutucu oluyor bazen. O tutuculukla asla böyle bir aşkı yaşamak istememiştim kesinlikle. Ancak Anna’yı bu aşkı yaşaması için teşvik etmiştim tuhaf bir şekilde. Suç ve cezada da Bazarof’un yaptığını asla yapmam diyordum ama onu da teşvik ediyordum yine tuhaf bir şekilde. Nasıl bir şey bu… Kendini güvene almakla eylemin içinde olmak ikilemi. Demek her iki kitapta da kişilik bölünmesi yaşıyordum!
İki kitapta bana kendim hakkında dehşete düşeceğim bilgiler vermişti aslında. Bazen insan kendine kesin çizgiler koyar ve dışına çıkmaz çizgisinin ne olursa olsun… Başıma gelse şimdi böyle bir aşk ne yapardım? Yaşayabilme cesaretim var mı? İlk gençlikte hayır asla dediğim şeye şimdi yaşamak isterdim diyorum. Ama yaşar mıydım? Bilmiyorum ve sanırım kimse başına gelmeden bilemez. Ya da hayır yaşamazdım çünkü korkardım. Önce kendimden ve kendime çizdiğim sınırlardan sonra toplum baskısı ve en yakınlarını kaybetme korkusundan.
Kardeşime soruyorum, o kesin yanıt veriyor “Hayır yaşamak istemezdim ve yaşayamazdım.” Çünkü bilirdim ki insanlar ikiyüzlü ve kimseye güvenmediğim için oluşabilecek en ufak bir kıvılcıma bile neden olacak şeyler yapmazdım.
Harika bir özgüven ve oto kontrol… Hiç esneme payın yok mu diyorum. Yok diyor. Sevgili arkadaşıma soruyorum. Asla diyor kesin bir şekilde. Böyle bir aşk yaşamak istemezdim, hem kendimi hem çevremi bunca üzen bir aşk eksik olsun. Bir kez evlendin mi biter o kadar, öyle yüreğinin götürdüğü yere git masalları aslında doğru değil diye bombardıman tutuyor beni, sonra insaf geliyor ama diyor. Yani o an gelince aslında ne yapacağını bilmez olabilir insan. Ona da saygım var. Ama beni soruyorsan asla Anna olmak istemezdim.
Başka türlü aşk mı yok. Uzaktan sevmek örneğin mektupta yıllar eskitmek falan İngiliz hastada olduğu gibi aşkını içine gömerek yaşamak falanda var yani değil mi? Ama iyi ki Tolstoy yazmış bak yazıldığından beri birçok insana ekmek kapısı olmuş, katılarak gülüyorum. Nasıl değişik bir bakış bu diye. İmreniyorum.
Ben istemezdim derken, aslında yan cebime koyun der gibi miyim aslında. Ama kesinlikle şunu biliyorum ki sinemadan çıkarken, allak bullak olan dağarcığımızı toparlayabilmek için uzun bir yol yürüdük ve kendimi aniden rahat hafif hissettim. Çünkü izlediğim yalnızca bir film! Aslında ne Anna olmuştum ne de yüreğim bu kadar kırılmıştı. Ne vicdanımla aşkım arasında sıkışmamıştım. Demek aslında sorumlulukta yüklenmek istemiyoruz aşkın sorumluluğu omuzlarımızı çökertiyormuş ondan kurtulduğumuzu sandığımız anda kendimizi rahat ve hafif ve güvende algılamamız ondan değil mi ya ağlayasım var valla?
Ve sevgili okuyucularım Emre’ye soruyorum. Ne hissettin böyle bir aşk yaşamak ister miydin? Hiç düşünmedim diyor. Onun aşkı uzaktan sevmek nasılsa, düşünmek zorunda olduğu bir şey yok omuzlarına ağırlık verecek bir aşk yaşamak ister mi ki?
Valla sevgili okuyucularım ister Anna olmak için gidin ister Wronski olmak, isterseniz de Anna’nın eşi olmak için. Ya da Emre gibi yalnızca Keira Knhigley ve filmi izlemek için gidin. Ve gidinde ne için giderseniz gidin çünkü gerçekten muhteşem bir film izlemiş olursunuz.
Ve arkadaşımın dediği gibi sinema sektörüne katkıda bulunmuş olursunuz. Ve şimdi sağlık, sevgi ve birlik ve beraberlikle hep birlikte her zaman kalalım diyorum sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Ve sevgili okuyucularım şimdi yeri gelmişken Yusuf ile Züleyha aşkını anlatan geçenlerde ödev olarak hazırladığım bir deneme yazısını paylaşmak istiyorum…
Züleyha’nın Yusuf Aşkı
Züleyha’nın Yusuf’a olan aşkı Kuran Kerim’de Yusuf süresinde kısaların en güzeli diye geçer. Biz Kuran-ı Kerimim den alıntılarla Züleyha’nın Yusuf’a olan karşılıksız aşkını irdelemeye çalışılacağımız için. Allah adı ile başlamak gerekir diye düşünüyorum.
Ve rahman ve rahim olan Allah adı ile başlıyoruz. Yusuf süresi Kuran–ı Kerim’in 12 süresidir 111 ayettir. Yusuf süresinde Hz. Yusuf’u ve yaşadığı çağı öğrenmek mümkün zaten sürenin tamamına yakını ondan söz eder. Yusuf, Hz. Yakub’un küçük oğludur.
Yûsuf u Züleyhâ hikâyesi, Tevrat ve Zebur’da da anlatılır. Bu anlatırlar birleştirilip ve eklentilerle gerek Arap ve Fars edebiyatlarında gerekse Türk edebiyatında manzum ve mensur olarak yüzyıllar boyu işlenmiş, her tabakadan halk tarafından zevkle okunmuş ve dinlenmiştir. Yûsuf u Züleyhâ mesnevilerinde aynı zamanda bir peygamberin hayatı anlatıldığı için bu konuyu işleyen şairler de temelde Kur’ân’da anlatılan şekle bağlı kalmışlar, çeşitli tefsirlerde ve değişik dini kaynaklarda ileri sürülen bilgi ve düşüncelerden de yararlanarak bir takım motifler eklemişlerdir. Böylece bilinen belli bir konuyu işleyen şâirler onu zenginleştirerek ifade kabiliyetleri ve hayal güçleri nispetinde başarılı olmuş, takdir görmüşlerdir.
Züleyha’nın Yusuf’a olan aşkı çoğu zaman karşılıklı gibi lanse edilip değişik şairlerce değişik yorumlansa da. Bizim Kuran-ı Kerim’den öğrendiğimiz öyküde ve bizim düşüncemize göre.
Züleyha’nın aşkı önce güzele duyulan bir aşktı. Yusuf esir tacirlerinden satın alınıp getirildiğinde saraya, güzelliği girdiği ortamı aydınlatıyordu zekası ile birlikte. Züleyh’a önce onu sevdi. Sonra büyüdü güzelliği ve zekası onunla birlikte büyürken Züleyha’nın sevgisi de aşka döndü. Ancak duyduğu aşkın ne olduğunun bilmiyordu. Bir tutku da olabilirdi bu, en güzele sahip olma tutkusu. “And olsun onu elde edeceğim” derken aslında belki buydu kastı. Nasıl bir aşka tuluğunun ayrımda değildi. Ve kadınca iç güdüleri ile eşine ve hatta şehir halkına onu bu konuda çeşitli şeklerde yerdikleri küçümsedikleri halde göğüs germişti. Tutkudan sıyrılırken aşkına sahip çıkacak cesareti göstermesi buna kanıttı…
Hatta onu kınayan kadınlara ne için onu kınadıklarını göstermek için. Evine davet etmiş ve ellerine birer bıçak vererek Yusuf’u içeri almış. Yusuf’u görenler ellerini kesmişlerdir. Çünkü gördükleri insanüstü bir şeydi. Onlar ve Züleyha bu güzelliğin yorumunu yapabilecek olgunlukta değillerdi aslıda. Buna rağmen “haşa beşer olamaz bu güzellik” demişleri.
Ve Yusuf, kadınların düzeni dedikleri bu düzenden kurtulmak için zindan hayatını tercih eder. O zindanda günlerini geçirirken Züleyha nın aşkı da yön değiştirmiştir. Önce sevgi sonra tutku sonra aşk olan bu duygu şimdi “ateşti” sahibini yakan. Ve o kadar yandı ki kendine ağırlık verecek bütün dünya nimetlerinden vazgeçti. Sahip olduğu zenginliği terk etti. Maldan mülkten kurtuldu. Sıradan bir kadın oldu… Ve Yusuf’un bir tek kokusu bile yeter artık ona. Züleyha’nın aşkını gerçek anlamda ‘hamdım piştim yandım’ üçlemesi ile düşünebiliriz.
Bu konuda mesnevide ve birçok yerde değişik yorumlar olmasına karşın bizce doğru olan yorum budur. Züleyha’nın aşkı beşer aşkı iken yaratanın aşkına döner. Çünkü yaratana varabilmek için bazı yolardan geçmek gerekir. Ve Züleyha o yolardan tek tek geçerek aşkını bulur. Ve Yusuf ona Cebrail a.s mın getirdiği evlenme teklifini bildirdiğinde hiç etkilenmez ve teklifi kabul etmez. Çünkü o artık başka bir aşkla erimektedir. Yusuf’un görünmeyen suretine aşıktır o. Ve ona evlenerek ihanet edemezdi. Yusuf Züleyha ila karşılaşmadan önce hazine reisi iken, Zamanın hükümdarı ve eşi tarafından çoktan evlendirilmiş ve çocuğa olmuştu.
Birçok yerde Yusuf’u n Züleyha ile evlendiği anlatılsa da aslına Yusuf onunla evlenmedi. Züleyha istemedi çünkü… Züleyha’nın Yusuf’a olan aşkı aslında yaratana olan aşktı bunu anladığı zaman pişmiş ve yanmıştı bu yüzden bu öykünün diğer aşk öykülerinden değişik bir tarafı vardır. Ancak Leyla ile Mecnun hikayesinde bu öyküyle bir benzerlik vardır. Birbirlerinin aşkıyla yanıp tutuşan Leyla ve Mecnun buluştuklarında Mecnun Leyla ile evlenmek istemişti çünkü aşık olduğu onun yalnızca onun gördüğü tarafıydı. Oysa gerçek aşkı yaradana duyulan aşka dönmüştü. Tanrı’ya ulaşmak beşer aşkından geçmek gerekmemektedir.
Bu öyküde Züleyha’nın Yusuf’a duyduğu aşk bende önce nefret uyandırmıştı. Evli bir kadının beslemesine duyduğu bedensel aşk insanı kızdırıyor. Sonra acıma duymuştum aşkına inanmaya başlamıştım sonra her şeyi karşısına alıp malından mülkünden ve onu dünyaya bağlayan bütün her şeyden uzaklaşıp da yalnızca aşkla erimesi saygıların en büyüğünü taşımıştı içime. Bu yüzden bu öyküyü çok severim… Yase
Günün Şiiri
KUŞKUCU
Bir sorunun yanıtını bulduğumuzu
sandıysak ne zaman,
içimizden biri çözüverdi
duvardaki eski
Çin perdesinin ipini,
ve açılan perde gösterdi bize
bir sıra üzerinde oturmuş olan
kuşkucu adamı.
Ben, dedi bize o,
kuşkucuyum.
Kuşku duyarım
iyi yapıp yapmadığımızdan
günlerinizi yutan işi.
Söyledikleriniz daha kötü söylenseydi
değerli olup olmayacağından.
Kuşku duyarım
kendinizi söylediğinizin doğruluğuna bırakıp
iyi söyleyip söylemediğinizden.
Çok anlamlı olmasından kuşku duyarım;
her yanlış anlamadan siz sorumlusunuz çünkü.
Ama tek anlamlı da olabilir
ve nesnelerin çelişkisini örtebilir;
gereğinden fazla tek anlamlı mı yoksa?
Öyleyse, yararsızdır söylediğiniz şey.
Yaşam yok demektir söylediğinizin içinde.
Olayların akışı içinde misiniz gerçekten?
Gelişen her şeye eyvallah mı diyorsunuz?
Siz gelişiyor musunuz? Kimsiniz siz?
Kimdir konuştuğunuz?
Söylediklerinizden yararlanan kim?
Ha, bir de şu var:
Ayıltıcı mı? Okunabilir mi sabahları?
Bir bağlantısı var mı varolanla?
Cümlecikler kullanıldı mı, sizden önce söylenen?
Ya da çürütüldü mü en azından?
Her şey doğrulanabilir mi?
Deneyimle mi? Hangi deneyimle?
Ama hepsinden önemlisi,
her zaman, her şeyden önemlisi şu:
O nasıl davranır?
İşte hepsinden önemlisi…
Düşünerek, merakla izledik
perdenin üstündeki kuşkucu mavi adamı,
sonra birbirimize baktık ve
hadi, dedik, sil baştan.
Bertolt BRECHT