Günaydın sevgili okuyucularım nasılısınız bu sabah? Ekim ayı benim için özel bir ay hem bir sonbahar ayı olması hem de Cumhuriyetin kurulduğu ay olması nedeni ile. Ve benimde Cumhuriyet bayramında doğmuş olmamla ilgili tabi. Ve şu anda bando çalışmaları var. Bayrama hazırlık olarak… Bando müziğini her zaman sevmişimdir şimdi bu çalışmalar ve oturduğum yere kadar gelen sesler içimi kıpır, kıpır yapıyor.
Bu kırptılar okuduğum yeni haberlerle yerini meraka bırakıyor bu nasıl bir şey diye… Belki ben futboldan futbolculardan bir şey anlamıyorum. Milli maçları izlediğim ve de özde Fenerbahçeli olduğum halde. Ve edindiğim kanı birçok kişi için sporun hemen her şeyden önemli olduğu babında. Sokağa çıkın sorun İskenderun’la ülke geneli ile ilgili ya da dünya ile ilgili bir soru eminim çok bilgim yok diyeceklerdir. Ama futboldaki son gelişmeleri, transferleri sorunca akan sular durdu. Herkesin bir fikri var bu konuda hatta çocukların bile. Tabi bu bir eleştiri değil bir tespit ve toplumun bir şekilde herhangi bir konuda bu kadar odaklaşması beni sevindiriyor. Düşününce bazı evlerde yaşanan büyük sorunları, en büyük sorun tarafların ortak bir payda bulamamaları konuşacak anlaşacak. Asgari de buluşamayan bu fertlerin yaşadığı sorunlar bitmek bilmiyor çünkü. Örneğin dün bütün geceyi karşı apartmanda oturan yeni evli çiftin kavga sesleri ile geçirmek zorunda kaldım bütün pencere ve kapıları sıkı sıkıya kapadığım halde oysa ortak bir noktada anlaşabilselerdi belki bu kadar kavga etmezleri ya da anlaştıkları için mi bunca kavgaya rağmen ayrılmamaları?
& & & & &
Neyse dönelim renklerin büyüsüne. Her mevsimin kendine göre büyüleyen renkleri var. Bakmasını bilene o renklerin içine dalınca çıkmak istemediğiniz orada eriyip gitmek istediğiniz renkler. Her resim yapmaya oturduğumda unutma kızım en büyük ressam o kadar güzel boyamış ki dünyayı sen ancak onun aptal bir kopyasını çizebilirsin derim kendime ve çizebildiğim içinde şükrederim.
Sonbahar geldi yaşamdan çalınan dört ay hatta daha çok süren yaz mevsiminin ardından. Sonbaharın renkleri bence renklerim en, en, eni… Ve hüznü de en eni… Ve sizi bekler, gün batımı sahilde. Ama siz çoğunlukla ona yüz vermezsiniz… Çünkü onu gölgede bırakan nefis bir tablonun içine doğru yürüyorsunuzdur. Gökyüzü, içinde gezilecek geniş bir çam ormanı olmuş. Sizi içine çağırıyor. Oraya doğru ilerlersiniz. Salkım söğüt ormanı, mor kırmızı dağları ve dağlar üzerinde dolaşan beyaz, gri, siyah, lacivert bulutları, güneşin ışıkların ipileştiği uzun durgun nehirleri ile sizi içine çeker. Orada bulut kümelerinin meydan getirdiği geniş sedir ağacına kurulmuş salıncakta iki kıvırcık saçlı kız çocuğu sallanıyor, görüsünüz. Onlara dokunmak için hızlanır adımlarınız. Ve manzara her adımda hızla değişir yakalayamazsınız. Ne çocukları ne renkleri, zavallı hafızanız gereğinden çok çalışır algılamak ve hapsetmek için gördüklerini. Ve siz ilerlerken hüzün peşinizden ayrılmaz, ayaklarınıza dolanır falan bilir ki dönüş yolunda ona sarılacaksınız sıcacık bir battaniye gibi.
Ve geziniz devam ederken, çekilmeye başlar önce gökyüzündeki yer ayaklarınızın altından betona basıyorsunuzdur artık yumuşak bir şeye değil. Sonra ağaçlar birer, birer karanlığa karışır. Ardından akarsular ve bulutlar ve etraf birden kararır. Düşmüş gibi olursunuz o zaman cennetten dünyaya. Yeryüzü sert, ağaçlar kavruk. Deniz karanlık. Ani bir soğukluk kaplar sırtınızı. Ve derin bir yalnızlık. Acaba Adem’le Havva Cennetten yer yüzüne inince ne hissetmişlerdi. Böyle bir şey mi? Hüzün onları bekliyor muydu uysal bir uşak gibi kıraç toprakta?

& & & & &
Bizim çocukluğumuzu ağaçlar ve renkler arasında geçirdik bu yüzden çevre bilinci ve ağaç sevgisi genlerimize işledi. Değişen yaşam koşulları ağaçları ve renklerini aldı yaşamımızdan ancak biz onları yeniden tek, tek yerine koyabiliriz diye düşünüyorum. Ağaç seven insan sever, insan seven hayvan sever hayvan seven doğayı sever doğayı seven doğayı yaradanı sever. Ve bu zincir uzar gider. Minnacık bir limon ağacı ile başlayıp. Yalnızca azıcık su ve sevgi ister onları unutmayın. Ve şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Hangisini İyi Beslersem
Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunuyla oturmuş az ötede birbiriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu. Köpeklerden biri beyaz biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık.O merakla sordu dedesine.Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununun sırtını sıvazladı.
“Onlar, dedi, benim için iki simgedir evlat”
“Neyin simgesi?” diye sordu çocuk.
“İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları.”
Çocuk sözün burasında, mücadele varsa, kazananı da olmalı diye düşündü ve her çocuğa bitmeyen sorulara bir yenisini ekledi: “Peki sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?”
Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa: “Hangisi mi evlat? Ben hangisini daha iyi beslersem o!”
& & & & &
Atina’da önemli bir tartışma yapılırken kürsüye Demostenes çıkar, ancak dinleyiciler sürekli kendi aralarında konuşmakta, filozofu dinlememektedir. Demostenes, “Bir hikâye anlatıp ineceğim” der ve anlatmaya başlar: “Uzun zaman önceydi, bir delikanlı Atina’dan Megara’ya gitmek için bir eşek kiralamıştı. Eşeğini kiraya veren adamın da Megara’da işi vardı, beraber yola düştüler. Konuşa konuşa giderlerken öğle sıcağı bastırdı, biraz dinlenmek ve öğle yemeği yemek için bir su başına çöktüler. Ama ortalıkta hiç gölgelik yoktu ve eşeğin sahibi yemeğini alıp eşeğinin gölgesine sığındı. Eşeği kiralayan genç buna içerledi, ‘Sen çekil gölgede ben oturacağım’ dedi. Beriki itiraz etti: ‘Ben oturacağım, çünkü eşek benim.’ Delikanlı Ama ben eşeği kiraladım’ deyince, eşeğin sahibinden ‘Ben sana eşeği kiraladım gölgesini değil’ cevabını aldı ve aralarında kavga çıktı.”
Hikâyenin tam burasında Demostenes kürsüden iner yürümeye başlar. Dinleyiciler, “Sonunda ne oldu, sonunu anlat” diye bağrışmaya başlayınca Demostenes kürsüye döner: “Sizin için çok önemli bir konuda bir şeyler anlatmaya çalıştım, dinlemediniz. Şimdi ise eşeğin gölgesini merak ediyorsunuz. Ne fikrimi söyleyeceğim ne de eşeğin gölgesine ne olduğunu…”
Kürsüden iner, yürür gider.
Günün Şiiri
Ağaç Diyor ki
Ağaç Diyor ki
Ben küçücük bir ağacım,
Yurdumun bir bahçesinde,
Topraklar tüterken görün,
Dallar da çiçeklensin de.
Her şeyimle yararlıyım,
İnsanoğluna dünyada,
Çiçeğim, yaprağım, gölgem
İri dallı zerdalimle.
Kuşlar mutlu şarkısını
Hep dalımda söylerler,
Şen arılar vızır vızır,
Kokuma koşup gelirler.
Sakın sakın dalımızı,
Çocuklar çekip kırmayın.
Çakınızla gövdemizde
Derin yaralar açmayın.
Halim YAĞCIOĞLU
Ceviz Ağacı
Başım köpük, köpük bulut,
içim dışım deniz,
ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
budak ,budak, serham ,serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril.
Koparıver, gözlerinin, gülüm, yaşını sil
Yapraklarım ellerimdir tam yüz bin elim var,
Yüz bin elle dokunurum sana, Istanbul’a.
Yapraklarım gözlerimdir.Şaşarak bakarım.
Yüz bin gözle seyrederim seni, Istanbul’u.
Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.
Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane parkında,
Ne sen bunun farkındasın, ne polis farkında…
Nazım Hikmet
Günün Fıkrası
Temel, oğlu Hasan’ı ödüllendirmek için para vermiş ve sinemaya göndermiş. Hasan gişeden biletini almış ve salona girmiş ancak biraz sonra ağlayarak dışarı çıkmış gişedeki kız Hasan’ın yanına gidip ne olduğunu sorunca Hasan da: “-Kapıtaki amica piletumi yirttu…”
Günün Sözü
Kalp neyle doluysa, dudaklardan o dökülür.
Goethe
%1000 Kazanç elde edilebilir ama %100’den daha çok kaybedilemez.
Hermann Josef Abs
Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, hiç kimse fazla bir şey düşünmüyor demektir.
W.Lippmann
Dün yaptığınız şey size hala çok iyi görünüyorsa, bugün yeterli değilsiniz demektir.
Earle Wilson
Afrika’da her sabah bir aslan uyanır, en yavaş ceylandan daha hızlı koşması gerektiğini yoksa aç kalacağını bilir. Aslan ya da ceylan olmanızın bir önemi yoktur. Yeter ki güneş doğduğunda koşmak zorunda olduğunuzu bilin.




