Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Güneş parlıyor bu sabah, dün bir parlak bir griydi havalar ve yağmura gebeydi bulutlar. Bendenizin şikâyeti yoktu severim çünkü yağmura gebe bulutlu havaları, hafif hafif rüzgar eşlik eder onlara sanki yaratanla söyleşileri var gibi? Dünde zaman, zaman bulutlar örtse de yine de Güneşliydi sabah, bunu değerlendirmek istedim. Limon ve nar ağaçlarımın altında terasta ettim kahvaltımı.
Kendimi hafiflemiş algılıyordum taze bir rüzgâr yapraklarında dalların da oynaşıyordu, mor dağlar önümde uzanmış gidiyordu. Ayrıca terastan görünen bütün aptal ve çirkin şeylerin bir anlamı vardı o anda sanki. Neşeli değildim ama dingindi bütün duygularım yine o anlara mahsus dinginliklerden biri. Bilgisayar açmamış gazete okumamıştım. Yani kirlenmemişti daha içim. Bir parlayıp bir sönen güneş altında, neşeyle salınan limonun yaprakları ve yine kendime mahsus olduğunu var saydığım hafif omuzlarımda dolaşan meltemsi esintilileri Tanrının elleri gibi algılayarak çokta yaşanmamış bir zaman dilimi yaşadım.
Sonra birden rüzgar şiddetini artırdı bilmem kime kızdı, etrafı birden bire kasıp kavurmaya başladı. Dışarı çıkardığım her şey uçtu ne oluyor demeye kalmadan, güneşin girmesi için açılan bütün kapı pencereler, mutfak dolap kapıları falan şiddetle çarpmaya başladı. Kahvaltıyı toplayıp kendimi içeri zor attım. Ama keyfim yine yerindeydi. Ancak ne zaman bilgisayarı açtım ve içim dolmaya başladı işte o an bütün yaşanan minik güzel şeyler bir anda yok oldu. Ve dünkü yazı çıktı ortaya. Pekte iç açıcı olmayan.
Akşama dek ders çalıştım test çözdüm kafaya taktım bu kez bu okul bitecek. Ders çalışmakta iyi geldi valla.
Sonra arkadaşımla yürüyüşe çıktım. Aldık yağmurlukları üstümüze çıktık sahile. Biraz yürüdük yağmur hafiften başladı. Hadi dedik şu sosyal tesiste bir çay içelim yağmur durana dek. Çayımızı içerken söyleştik. Pınar Kür’un “Öksüz kalmasın küçük şeyler” adlı kitabından. Kitap bana çok tanıdık geldi okumadıysanız öneriyorum siz de tanıdık bir şeyler bulacaksınız kuşkusuz. Karşılıklı kitaptan aldığımız bölümleri tartışarak zaman geçirdik. Sonra yeniden koyulduk yola. Sahile çok uzun zamandır çıkmıyorum yani daha kısa mesafelere evet tabi.
Sahil düzenleniyor ağaçlar palmiyeler dikilmiş falan tabi güzel şeyler ancak yetersiz ve yapılması gerek şeyler yani kimse kendine övünç payı çıkarmasın. Guzulet otel bitmek üzere doğrusu çok yol almışlar. Bir kez daha oraya bakınca bu coğrafyaya yabancılaştığımı şiddetle algıladım yüreğimin ta içinde.
Neyse ki hızlı yürüyoruz ve yağmur yeniden çiselemeye başladı. Aldırmadık sahilin sonuna dek ıslanarak yürüdük, dönüş yolunu da aynı şekilde yaparız diye düşünüyorduk ki o ne aynen yağmurla gelen kitabımda anlattığım gibi bir yağmur bastırdı ama nasıl? Bir anda sucuğa döndük. Sığınacak yer yok arabamızı bizim sokağa yakın bir yere park etmişiz oraya varana dek ne olur kim bilir. Ama ne yapalım başa gelen çekilir. Botların içine sular doldu geçip giden araçların sıçrattığı sularla yağmurun bile beceremediği şekilde ıslandık. Ve etraf birden karardı eyvah-eyvah durumları yol sanki yürüdükçe uzuyordu. Koşalım bari dedik koşsak ne olacak ki giysilerimiz üzerimizde ağırlaştı aşağı doğru çekiyor bizi, ancak ikimizde de neşe ve hafiflik ıslaklıktan öte.
Sanki ruhumuzla birlikte arınıyorduk pisliklerden. Sonunda arabamıza vardık varmaya ama içine girmek bir dert yağmurluğu çıkarsan bile yine de su dolacak içi zorla yağmurluklarımızı çıkarıp kendimizi içine attık inanılır gibi değil silecekler yetişmiyor önümüzü göremiyoruz nerdeyse. Sonunda evdeyiz hemen kendimi banyoya atım içime dek ıslanmışım zaten kotumu falan merdivenlerde çıkardım yoksa içeriye de böyle giremezsiniz. Neyse sıcak bir duş sıcak bir çay ve yine bilgisayar… Amerika’yı kana bulayan vahşet. Adamlar delirmiş kana susamış hasta ruhlu durup, durup insanları kurşuna diziyorlar bu nasıl bir insanlık?
Ve yine güzel anlar yerini artık klasikleşmiş vahşete bırakıyordu. Ama bu sabah vahşet yazmayacağım. “Yağmurla gelen” adlı kitabımı yaşıyor gibiyim çünkü hala. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Anların güzelliğini kaçırmadan… Yase
& & & & &
Zihnin Efendisi
Bilge ve öğrencisi okyanus kıyısında geziyorlardı. Soğuk bir gündü ve rüzgar okyanusta kocaman dalgalar oluşturuyordu. Bir süre yürüdükten sonra bilge durdu ve öğrencisine sordu: “Bu büyük dalgalar sana neyi hatırlatıyor?”
“Zihnimi hatırlatıyor” dedi öğrenci “ve durup dinlenmeden yol alan düşüncelerimi!” “Evet, fırtınalı okyanus zihnin, dalgalar da düşüncelerindir. Zihnin su gibi durudur, ne iyidir ne de kötü. Rüzgar ise dalgalara sebep olur; tıpkı arzu ve korkularının düşünceleri üretmesi gibi…” diye devam etti bilge. Öğrenci söz aldı: “Böyle bir okyanusun ortasında sallanan bir sandal içinde olmak istemezdim doğrusu.” Bilge: ”Oysa sen daima oradasın. Diğer tüm insanlar da…
Ancak birçok kişi bunu fark etmez. İnsanların zihni dalgalı deniz gibidir. Düşünceler durmaksızın sallanarak sarsarlar bizi, tıpkı dalgalar gibi… Okyanusu dinginliğe kavuşturmanın yolu ise hareket etmesini önlemek değildir. Rüzgarı görmezden gelemezsin. Yapman gereken, rüzgarı durdurmaktır. Rüzgar da arzu ve korkularındır. Onların hayatını yönetmesine izin verme. Dikkatini kontrol etmeyi öğrenirsen, arzu ve korkularını da kontrol edersin, yani okyanusu darmaduman eden dalgaları durdurursun. Böylece zihninin okyanusu sakinlik ve dinginliğe kavuşur. Zihninin efendisi olduğundaysa, her şeyin efendisi olabilirsin!”
Günün Şiiri
ÇALAR SAAT
Çalar saat! uğursuz Allah, korkunç, bir karar,
Parmağı bizi tehdit eder, bize der: “Hatırla!”
Bir hedefteymiş gibi dikilecek yakında
Dehşet dolu kalbinde ürpermiş ıstıraplar;
Kaçacak ufka doğru o buharı andıran
Zevk, kulisin nihayetinde bir rakkas gibi;
Her insanın bütün ömrü boyunca nasibi
Nimeti bir parça yiyor senden de her an.
Ve saniye, üçbin altıyüz kere saatte
Fısıldıyor: Hatırla! Hatırla! – Koşan böcek
Sesiyle, şimdi der: Ben ‘Geçmiş Zamanım’ gerçek,
Ve emdim kirli hortumumla ömrünü işte!
‘Remember!’ Hatırla ey sefih! ‘Esto memor!’
(Aşinasıdır hançerem bütün lisanların.)
Dakikalar o külçelerdir ki fani çılgın,
Altınını almadan atmaması doğrudur!
‘Hatırla’ ki zaman muhteris bir kumarbazdır
Hilesiz kazanır, bu bir kanun, her koyuşta.
Gün sona eriyor; gece büyüyor; hatırla
Susuzdur her girdap; su saati boşalır.
Yakında çalacak saat ve ilâhî kader,
Ve şan dolu Fazilet, henüz bâkire zevce,
Ne nedamet o dahi (ah! son misafirhane!)
Ve hepsi diyecek: “Vakit, koca ödlek! geber!”
Charles BAUDELAIRE / Çeviri: Ahmet Muhip DRANAS
KONSER
Şimdiden duyuyorum
Herşey birdenbire olacak
Şuramda bir kılcal damar
Yada beynimde bir sinir ucu
O anda biyerlere atılmış eski bir kemanın
Yalnızlıktan gerilmiş bir teli kopacak
Yada terkedilmiş bozuk bir piyanodan
Tek notalık si minörden bir ses çıkacak
Karanlıkta ve yalnızken dinlemeli
Bu konser modası geçmiş adamın
Yaşamı boyunca sunmak isteyip de
Veremediği ilk ve son konser olacak
Aziz NESİN
Günün Fıkrası
Adam stadta yerini almış. Aldığı bilet tribünün en uzak köşesinde. Yerine oturmuş birinci devreyi güç bela seyretmiş. O arada ön tarafta tam ortada bir koltuğun boş olduğunu fark etmiş. Devre arasında sıralar arasından geçip o boş yere ulaşmış. Yan koltuktaki adama sormuş: “Burası boş mu?” “Boş, demiş adam…” “Nasıl oluyor bu tıklım tıklım dolu statta boş yer kalmış…” “Orası benim eşimin,” demiş adam, “aylar önce bu maç için almıştık. Ama eşim vefat etti…” “Çok üzüldüm” demiş bizimki, “ama dost ve akrabalarınızdan birine neden vermediniz bileti?” Adam kafasını hüzünle sallamış; “Onların hepsi şu anda cenazede”
Günün Sözü
Gürzü kendine vur. Benliğini, varlığımı kır gitsin. Çünkü bu ten gözü, kulağa tıkanmış pamuğa benzer. Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.
Mevlana