Yine Ve Her Zaman “Önce Üslup”

0
54

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Ah yine rahmet göndereceğim sevgili İsmail Cem hoca’ya “önce üslup” dediği için. Üslubumuzun bu kadar yerle bir olduğu bir zamana hiç tanık olmadık diye düşünüyorum. Son duyduklarımızdan sonrada daha acaba neler duyacağız diye korkuyla bekliyoruz. “Ölü sevicilik” yazarken bile tüylerim diken, diken oluyor. Nasıl bir yakıştırma, nasıl bir söz bu?  İkinci kezdir dile dolanıyor bu yakıştırma. Üstelik seçilmişlerin ağzından… Sevsinler böyle seçilmişleri. Evet, gencecik çocukların ardından yana yakıla ağlamak ölü sevicilik oluyorsa biz ağlayanlar “ölü seviciyiz” ve bununla övünürüz kalbimizin yerinde taş taşımıyoruz ve sorumlu olduğumuz bir vicdanımız var diye. Ve daha on beşinde yaşamını yitiren bir çocuğun arkasından ve acılı aileler üzerinden politika üretmek. Yazıklar olsun hepimize. Ama dünde yazmıştım her günde yazarım. Biz bir bütünüz. Kimse bizi ayrıştıramaz, bir ebru kâğıdıyız biz. Renklerimiz ahenkle birbirinin içinde erimiş, bizim ayak izimiz yok biz su üzerinde yürüyenleriz. Bizi ayıklamanın, ayırmanın, sınıflandırmanın olanağı yoktur. Ya da çok isterseniz kağıdı yakarsınız olur biter. Ama yinede ayıramazsınız küllerimizi ve biz o küllerden yine doğarız. Biz kim miyiz? Biz “vicdanız” o kadar… Haktan korkan, haksızlığın karşısında olan, ideolojisi  görünüşte değil eylemde  insan olan insan.

Valla bu son günlerde duyduklarımızdan şaşkın ve aptallaşmış durumlarındayız, inanılmayacak şeyler yaşıyoruz. Ve bu seçimlerde, aklımızı başımıza devşirmez, hala küskün sen-ben davası gütmeye devam edersek başımıza geleceklerden şikayet etmek için de hakkımız kalmayacak. Sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman el ele yürek yüreğe. Her  türlü ayrım gayrıma inat… Yase

Şubat Güneşi

“Aslında ateş üçüncü günden sonra takip edilmesi gereken bir bulgudur.  Ama sanıyorum ki Zeynep’in ateşi uzun zamandan beri dengesiz. O ayrımında mı acaba?” “Alışkınım demişti dün gece.” “Doğru alışıkmış gerçekten yoksa havale geçirmesi işten bile değildi.” “Hadi ya!” “Birkaç tahlil yapmamız gerekecek!”

Ahmet bardağına çayı boşattıktan sonra oturmadan salona bir göz atıp geldi. Kız kolunda serum uyuyordu dünyadan habersiz. İçi şefkatle doldu “piss” ha diyerek gülümsedi. İki kardeş nerdeyse altı aydır görüşemiyorlardı. Birbirlerin özlemişlerdi. Bu yüzden önlerinde çay bardakları dolu olduğu halde kalkıp sarıştılar yeniden.

Ahmet “İyi ki geldin ya çok özlemiştim” dedi. Selim “bende çok özledim oğlum” dedi. Birbirlerini çok seviyorlardı çok benzeşmemelerine rağmen onları yan yana görenler çok benzeşiyorsunuz diyordu. Ahmet uzun boylu, yapılı, kıvırcık siyah saçlı değişik havası olan bir genç adam, Selim ise Ahmet’in  boyunda olmasına rağmen zayıf ve kumraldı, gözleri  ve saçları  açık renkli,  kırılgan bir yapıya sahipti. Selim Ahmet’ten 5 yaş büyüktü ama Ahmet ondan büyük gösteriyordu. Selim dengeli ve kararlı bir yapıya sahipti ve mantığı çok zaman duygusallığından önde gelirdi. Ahmet’te dengeli olmasına rağmen duyguları bazen baskın olabiliyordu mantığından.

Selim, “Sen kilomu aldın?” dedi kardeşinin karnına hafifçe dokunarak. “Evet ya birkaç kilo aldım.” “Paris havası iyi gelmiş” “Evet, ne de olsa rahat bir nefes aldım orada, biliyorsun bir türlü bitmeyecek sanıyordum boşanma işi.” “Neyse kurtuldun ya, dilerim bir kez daha başını belaya sokmasın.” “İnşallah ama bela beni bulursa ne yapabilirim ki?” “Zeynep? Yeni belan mı yoksa?” “Oda “başının belası oldum” diyor. Ama onun her tarafı bela olsa ne yazar?” “Hadi ya!” “Gerçekten aslında zor biri olabilir bazen ama bela olamaz!” “Yani o kadar tanıdın kızı!” “Gece uzun ve karanlıktı, konuştuk baya. Yani uyumadığımız zaman. Zaten daha dün gece tanıştık ama aslında İskenderun’a birlikte geldik İstanbul’dan. O bunun farkında değildi. Çünkü yol boyu ağladı abi ya inanamazsın.” “Neden ki?” “Bilmiyorum, İskenderun’da onu karşılayanda yoktu… Kızı eve bırakmayı teklif ettim  hemen kabul etti, bizim buralarda evi. Sonra onu görmedim. Dün akşama doğru o yağmurda deniz kenarında yalnız ve sırılsıklam bulana dek. Alıp eve getirdim. Hiç itiraz etmedi” “Neden kendi evine değil de bize” “Anahtarını düşürmüş eve giremedik. Gidecek yeri de yoktu.” “Nasıl yani?” “Bende bilmiyorum sanırım ailesini kaybetmiş. Hiç konuşamadık bu konuda. Anlatmak için istekli değildi.”

Ne demişti  Zeynep “Ama daha senin hakkında hiç bir şey bilmiyorum ki!” dediğinde. “Ama nasıl ağladığımı, ıslanınca neye benzediğimi banyodan çıkınca nasıl göründüğümü, sıkılınca ya da sevince yada kendimi güvende  algıladığımda nasıl yattığımı biliyorsun. Uyurken battaniyeleri  üzerimden nasıl düşürdüğümü de biliyorsun. Nasıl yemek yediğimi ve nasıl kustuğumu biliyorsun. Nasıl öpeceğini nasıl sakinleştireceğini de, ateşlendiğimde ateşimi nasıl düşüreceğini, terlediğimde nasıl üstümü değiştireceğini de biliyorsun. Uyandığımda saldırgan olabildiğim gibi neşeli olduğumu da biliyorsun, okuduğum kitapları ve yüreğimden geçenleri de biliyorsun hatta geçmişte bana söylenenleri bile telaffuz ediyorsun bilmeden!! Daha ne öğrenmek istiyor olabilirsin ki hakkımda. İçimi açtım, sen giysilerimi mi merak ediyorsun?” Arkası Yarın

Günün Sözü

Bir gerçeği savunurken, önce kendimiz inanmalıyız, sonra da başkalarını inandırmaya çalışmalıyız.

Hz. Ali

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here