Yaz Yeni Başlıyor Sanki

0
73

Günaydın sevgili okuyucularım nalsınız bu sabah? Bayramı ve uzun bayram tatilini geride bıraktık. Kimisi tatile gitti, kimisi memlekete gitti, kimisi de çalışmaya devam etti öyle de böyle de 10 günlük tatil bitiverdi.

Ve Eylül geldi bile. Ben denizden habersiz! Tuhaf yaz, yeni başlıyor sanıyorum oysa. Yeni sıcaklaşıyor, yeni terliyor, yeni denize giriyoruz gibi. Zamanı mekânı kaybettim sanki ve bu yüzden tatile yeni çıkıyorum yarından sonra. Oysa iki aydan beri tatildeyim. Ama tatili yaşayan ben değilim. Hayatım bensiz yalnız çıkmış gibi tatile. Zaten bu yıl hep hayatım yaşadı her şeyi benden habersiz. Ağız tadımdan, uykumdan, neşemden, hüzün ve bütün düşüncelerimden ırakta.

Yazın son günlerini yaşarken sanki yaza yeniden “merhaba” der gibiyiz. Keskin güneş ve sıkıntılı geceler. Bazılarının evi daha serin olabilir ama bizim ev? Dört bir tarafından dolanıyor güneş, duvarlara bile dokunamıyorsunuz sımsıcak her taraf. Geçenlerde yurt dışından arkadaşım aradı “havalar hala sıcak mı?” diye sordu. “Sorma” dedim “hani bizim taraçada yalın ayak dolaşamadığımız günler vardı ya. Tabanlarımızın yandığı, asfaltların eridiği zamanlar. İşte aynen böyle sıcak” dedim, yüzümden akan terleri kurutmaya çalışırken. Karşıdan bir kahkaha koyuverdi. “Yapma ya” dedi… Valla  abartmıyorum dedim.

Birde sokakların  halini hiç sorma, her taraf  inşaat halinde, İskenderun koskocam bir şantiye sanki ama şikâyet etmiyoruz olsun yakında her şey sona erecek, sen ancak kasım aralık ayında gel Türkiye’ye dedim. Ancak o zaman sıcak kırılır yollarda az biraz düzelmiş olur. “Olur” dedi gülerek.

Gazipaşa’da hiçbir zaman böyle bir sıcak yaşamadık. Deniz suyu buz gibi, kumsal sıcak ama öyle tabanlarımızı yakacak kadar değil. Güneş çekilirken kızıllaşan gökyüzünde, ıssızlaşan sahilde dalgaların yavaşça sahildeki çakıl taşlarını okşayan sesini dinlemek. Deniz kokusuna karışan anızların yanık kokusunu solumak ve  otlaktan evlerine dönen kuzuların, danaların, çan sesine karışan hafif tozlu tıp, tıpları, açılan ağıl kapıları, süt sağmaya hazırlanan köylü kadınlar, tencerede pişen yemeğin içe dokunan kokusu. Okuldan dönen çocukların yemekten önce dersini bitirme telaşı  arkanızda dursa da bunu ta yürekte algılamak işte bu. Ve hayat erken inen gencin telaşı ile sessiz dökülür giderken. Garip bir yalnızlık çökerdi  omuzlarıma ve kalkıp gitmek gelmezdi  içimden büyü bozulmasın diye, o yazın elveda dediği sıcağın sırtımda ürpermeye dönüştüğü saatlerinde.

Ve geçen yıllarda yaşadığım güzellikleri burada  yaşamanın olanağı yok. Şimdiler de. Belki bir iki hafta sonra olabilir. Ancak o zamanda  kim bilir nerde olacağım. Ve olduğum yerde oradaki gün batımını yaşayacağım, belki bir geminin küpeştesine dayanarak batan güneşi ya da yağmur sonrası oluşan renk kuşağını izlerken ta uzaklara dalıp gitmiş olacağım… Ama şimdi ancak  düşlere dalmış olmanın buruk  gülümsemesi var yüzümde, o da birazdan silinecek.

Çünkü boynuma doğru süzülen terler ve susmak bilmeyen su motorlarının gürültüsü ile yazı yazarken bilge olmanın hiç âlemi yok. On beşinde anne olup dul kalan çocuk annelerin varlığını bilirken, hala sokakta kadın ölümlerine tanık olmak varken adını koyamadığım ama beni kara, kara düşündüren, mahalle baskısını her an hissederken bir şey yokmuş gibi davranabilmek. Ve inandığım değerlerin, aslında hepten yalan olduğunu öğrenmek. Çocukların bile bazen ne kadar faşist olabileceğini görüp aslında dünyanın sevgi üzerine değil de, yıkım, kavga ve ihtiras üzerine kurulduğunu yeniden, yeniden  hissederek yaşamak. Ve bu yalan dolan, sevgisiz dünyada, bencilik, ihanet yoksulluk, hırs içinde döndüğünü bilirken, akıllı olmanın da  çok ta gerekli  olduğunu düşünmüyorum artık.

Ve düşlerle başlayan yazım en acımasız gerçeklerle son bulmak zorunda kalıyor ne yazık ki.

& & & & &

1 Eylül (Dünya Barış Günü)

Ve 1 Eylül  dünya barış günüydü… Savaş rüzgarlarının hızla estiği hatta fırtınaya döndüğü bu garip zamanda en çok ihtiyaç duyduğumuz bir gün. Ancak dünyanın her tarafında şiddet ve savaş kol geziyor. Suriye’de  Mısır’da kan oluk gibi akıyor. Dünya müdahaleden bahsediyor. Ve barış günü kutlanıyor ne yaman bir çelişki. Diplomasi ve barışçıl yaklaşımlara her zamankinden daha çok ihtiyacımız olan bu günlerde. Dünya barış günümüz kutlu olsun diyorum. Yalnız sözde değil eylemde de barış! Her zaman ve her durumda Atatürk’ün dediği gibi “Yurtta sulh cihan da sulh!”

Ve sevgili okuyucularım barışı ve zaferi kutladığımız bu haftada sağlık ve sevgiyle kalalım diyorum. Her zaman hep birlikte el ele. Yase

& & & & &

Evde Çıkabilecek Yangınları Önleyin

Lütfen bu mesajı aile ve arkadaşlarınıza iletin… Mesajı gayrimenkul sigortası alanında çalışan bir arkadaşımdan aldım. Okumaya değer bir yazı. Bu, göndermediğiniz takdirde listenizde bulunan birinin bu tür olaylardan haberdar olmadığı için aynı şeyleri yaşamasına neden olabilecek türden bir e-mail. Bu kötü olay geçtiğimiz hafta, orijinal mesajı yazan bayanın erkek kardeşi ve eşinin başından geçmiş.

Çıkan bir yangında çiftin evi tamamen yanmış ve geriye külden başka bir şey kalmamış. İyi bir sigortaları olduğundan, ev ve birçok eşya sigorta tarafından karşılanacak. Bu iyi haber…

Ancak, yangının sebebini öğrendiklerinde dehşete düşmüşler. Sigorta enspektörü birkaç saat boyunca küller arasında yangını çıkış sebebini araştırmış. Enspektör yangının başladığı yerin evin banyosu olduğunu tespit etmiş ve evin hanımına banyodaki prize ne gibi aletlerin takılı olduğunu sormuş. Kadın saç maşası, saç kurutma makinesi gibi bilindik şeyleri sıralamış. Enspektör kadının saydığı her aletten sonra ‘Hayır, bu yüksek sıcaklıklarda parçalanabilecek bir şey’ deyip durmuş. Ardından kadın birden banyodaki prizlerden birinde Glade oda parfümünün takılı olduğunu hatırlamış.

Sigorta enspektörü hemen atlayıp yangının sebebinin bu cihaz olduğunu söylemiş. Enspektör bu prize takılan oda parfümlerinin yangınlara diğer ev aletlerinden çok daha fazla sebep olduğunu söylemiş. Bu cihazlarda kullanılan plastiğin çok İNCE olduğunu ve hatta bir yangın sonrasında geriye böyle bir şeyin varlığını kanıtlayacak hiçbir şeyin kalmadığını anlatmış. Enspektör duvardaki prize baktığında, oda parfümünden geriye kalan iki metal parçasının hala orada olduğunu görmüş.

Çiftin banyoda kullandıkları oda parfümünün üzerinde küçük bir gece lambası bulunuyormuş. Gece zaman zaman ışığın sönükleştiğini ve ardından tamamen söndüğünü fark etmişler. Birkaç saat sonra ışık kendi kendine tekrar yanmaya başlıyormuş. Enspektör cihazın çok ısındığında lambayı patlatmak yerine sönükleştiğini ve soğuduktan sonra tekrar yanmaya başladığını, bunun da bir uyarı işareti olduğunu söylemiş.

Enspektör ayrıca birçok evin bu sebepten yandığını gördüğünden, kendi evinin hiçbir yerinde asla prize takılan tip oda parfümü kullanmadığını söylemiş.

Günün Şiiri

Bazı Şeyleri Açıklıyorum

Soracaksınız: Leylaklar nerede hani?

Gelincik yapraklı metafizik nerede?

Sözcüklerine incecik delikler açıp

onları saçan yağmur nerede?

Kuşlar nerede hani?

Her şeyi anlatayım.

Kent dışında yaşardım,

Madrid dışında, çanlarla,

saatlerle, ağaçlarla.

Görülürdü oradan

kurumuş yüzü Kastilya’nın

meşin bir okyanus gibi.

Evime

çiçek-evi derlerdi, sardunyalar fışkırırdı

duvarlarından çünkü:

güzel bir evdi

köpekleriyle, çocuklarıyla.

Hatırladın mı, Raul?

Rafael, hatırladın mı?

Hatırladın mı, Federico?

yerin altında,

hatırladın mı, balkonlarında o evin

Haziran ışığı çiçekler doldururdu ağzına.

Kardeşim, kardeşim!

Her şey

o kalın sesler, tezgâhların tuzu,

kabarmış ekmekler çıkaran fırın

ve heykelleriyle Argüelles pazarı

kurumuş bir mürekkep hokkasıydı sanki aldatmalar içinde:

yağ akardı kaşıklara,

ayakların, ellerin derin çarpıntısı

sokaklarda büyürdü,

metreler, litreler, temel

ölçüsü yaşamın,

balık yığınları,

rüzgâr gülünü bile şaşırtan

soğuk güneşiyle kiremitler,

patateslerin ince, çıldırmış beyazlığı,

domatesler yuvalanırdı denize dalga dalga.

Bir sabah tutuştu bunların hepsi,

bütün canlıları yutmak için bir sabah

fışkırdı topraktan

şenlik ateşleri,

silah vardı artık,

barut vardı artık,

artık kan vardı.

Haydutlar geldi uçaklarıyla,

yüzükleriyle, düşesleriyle haydutlar,

takdisler dağıtan kara keşişleriyle

haydutlar geldi gökyüzünden

çocukları öldürmek için,

çocuk kanı aktı sokaklarda

düpedüz çocukların kanı aktı.

Çakalların bile tiksindiği çakallar,

kuru çalıların bile tükürdüğü taşlar,

yılanları bile iğrendiren yılanlar!

Yüzyüze gelince bunlarla

kanını gördüm İspanya’nın,

kabarıyordu

bir onur ve bıçaklar dalgasında boğmak için sizleri!

Hain

generaller:

ölü evimi görün,

bakın paramparça İspanya’ya:

erimiş maden akıyor her evden

çiçek yerine,

her çukurundan İspanya’nın

İspanya yükseliyor,

her ölü çocuktan bir tüfek fışkırıyor,

gören bir tüfek,

kurşunlar doğuyor her cinayetten,

o kurşunlar günün birinde

on ikisinden vuracak yüreğinizi.

Soracaksınız: Şiiri neden

düşleri anlatmıyor, yaprakları

ve büyük yanardağlarını anayurdunun?

Gelin görün kanı sokaklardaki.

Gelin görün

kanı sokaklardaki.

Gelin görün kanı

sokaklardaki.

Pablo NERUDA / Çeviren: Ülkü TAMER

Günün Fıkrası

Elini Ver

Mahallenin bencil kasabı, göle düşmüş. Başlamış çırpınmaya. Hemen koşup köylüler: “Elini ver, elini ver” diye bağırmışlar. Ama adam elini uzatmamış. Tam göz göre, göre boğuluyormuş ki Hoca seslenmiş: “Yahu! o vermeyi bilmez. Elimi al” diye bağırsanıza…

 Günün Sözü

Mevkilerini para ile satan kimseler, masraflarını geri almak yoluna düşerler.

ARISTOTELES

Güzellik, çoğu zaman kusurları gizleyen bir örtüdür.

Honore de BALZAC