Ve Yaşamak Kaygısızca!

0
57

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sakin huzurlu bir sabaha uyanmak nerdeyse hayal olacak bu günlerde.. Her saniye yeni bir gündem, her değişen gündemle değişen ruh durumu? Hiç değişen ve yakan ruh durumlarına girmeyeceğim. Zaten yeterince incitildik. Hırpalandık. Her şey geçiyor ve gecen geçmişte kalsın istiyorum. Her “an” bir başka şeye gebe ve bunu yaşamak gerekiyor diye düşünüyorum. Geçmişe takılıp kaçırırsak “an”ların getirdiğini bir daha yakalamak hayal olabilir… Hayatımızın zaten bir bölümünü kaçırdık, yaşanmadan geçmişti zaman. Şimdi aynı hataya düşmek istemiyorum. Zamanımı yaşamak ve “an”larımı kaçırmamak istiyorum. Yüz milyonlarca kez kaçmayı yok olmayı kafaya takmış olsam da, yaşamın kıyısından vurmuş olsam da sahile. Yinede “an”lara sarılmadan yapamıyorum. Sanırım bu bir hediye, yaşanmışlara karşın bir gönül alma.

Çocukluğumuzun en kaygısız olması gerektiği zamanlarda korkunun egemenliği sürüyordu küçük omuzlarında birçoğumuzun… Bir korku ki, onu gizlemek ondan beterdi. Çocuklar acımasız derler. O zamanlar bunu bilmezdik. Ama yinede gizlerdik elimizden geldiğinden daha çok. Ve büyük olasılıkla kendimizden yaşarken korkularımızı, yaşamamış gibi davranırdık…

Çocukluğun korkuları yerini büyüme sancılarına bıraktığında, onlar gömüldü hafızanın karanlığına.  Büyüme sancıları yerini hepsinden daha büyük korkulara terk etti. Daha dizlerimizdeki ağrılar geçmeden ruhumuzda yaralar açılmaya başladı. Birini halletmeden diğeri saldırdı. Ve birden “pat” dedi durdu. Panzerler yüreğimizden geçerken. “Lal” oldu dillerimiz “lal” oldu beynimiz, düşüncelerimiz. Dağıldık halaç pamuğu gibi dört bir yana. Ve inancımız biz daha ne oluyor? Derken bıraktı gitti.

Ve korkular bırakmadı peşimizi. Ölüm korkusu bu kez yapıştı yakamıza ve olan oluyor, korkular bir, bir gerçekleşiyor. Daha çocukluğundakini silememişken hafızandan, yenileri üst üste yığılıyor.

Doğanın yaptığını sineye çekerken, insan insana nasıl bu kadar korku salabiliyor onu gördük ama sorgulayamadan yara bere almış olarak bir zaman dilimini geçmişte bıraktık. Ondan bize kalan yalnızca haksızlıklar, acılar ve boşa geçmiş bir gençlikti. Ve yine en beteri korkunç bir korku ve ondan beteri inançsızlık, doğru bellediğimiz her şeye dair.

Ve zaman akıp giderken korkuların egemenliğinde biz kendimizi insan olarak eğitmeye devam ettik bütün yaşadıklarımızla birlikte. İstedik ki, yaşarken korkuları ve yitirdiğimiz yılları, yaşam aşkını yitirmeyelim. Kendimizi insanlık aşkı ile tedavi edelim. O aşk ki bize en büyük kötülüğü yapan oysa korkuların karabasanında yaşatan. Ancak “aşk” aşktır ve onu en güzel tarafı ile sandıkları teker, teker tutsaklıklarından kurtarmak ve tortularını temizlemek ancak onların yerini başkaları doldurur diye her zamankinden çok onların üzerini örtmeye, yaşanmadıklarına ve yaşanmayacaklarına dair inanç üretmeye çalışıyoruz. Ve elimizde olan aşkı yitirmemek için bütün koşulları zorluyoruz çünkü bizi yaşama bağlayan tek o var. Ve belinden, omuzlarından ona sımsıkı sarılmalıyız.

Ve sevgili okuyucularım yaşam aşkımız hiç yitmesin, sağlık ve sevgiyle kalalım, hep birlikte, her zaman ayrımsız, gayrımsız… Yase

& & & & &

Çocuk ve Sevgi

Adam yorgun argın eve döndüğünde beş yaşındaki oğlunu kapının önünde kendisini beklerken buldu. Çocuk babasına, saatte ne kadar para kazandığını sordu. Zaten yorgun gelen adam, oğluna “Bu senin işin değil” diyerek karşılık verdi. Çocuk dayattı: “Babacığım lütfen bilmek istiyorum” dedi. Adam, “Bu kadar çok bilmek istiyorsan söyleyeyim” dedi, “saatte 20 dolar kazanıyorum.” Bunun üzerine çocuk, babasından bir istekte bulundu: “Peki Babacığım, bana 10 dolar borç verir misin?” dedi. Adam, daha çok sinirlendi: “Benim senin saçma oyuncaklarına ya da benzeri şeylerine ayıracak param yok” dedi. “Hadi derhal odana git ve kapını kapat.” Çocuk sessizce odasına çıkıp, kapısını kapattıktan sonra, adam sinirli sinirli düşünmeye başladı: “Bu çocuk nasıl böyle şeylere cesaret eder?” dedi kendi kedine. Aradan bir saat geçmiş, adam biraz daha sakinleşmişti. Çocuğuna, parayı neden istediğini bile sormadığı geldi aklına. Yukarıya, çocuğun odasına çıktı ve yatağında uzanan Çocuğuna, uyuyup uyumadığı sordu. “Hayır uyumuyorum” diye yanıtladı çocuk. Adam, çocuğundan özür diledi: “Sana az önce sert davrandığım için üzgünüm ama uzun ve yorucu bir gün geçirdim, yorgundum” dedi. Ve elindeki parayı uzattı: “Al bakalım istediğin 10 doları.” Çocuk sevinçle haykırdı: “Teşekkürler Babacığım” dedi ve yastığının altında sakladığı buruşuk paraları çıkardı, elindeki parayla birleştirdi, tümünü tane tane saymaya başladı. Oğlunun yastık altından para çıkarıp saydığını gören adam, yine sinirlendi: “Paran olduğu halde neden benden para istiyorsun?” diye bağırdı, “benim senin saçma çocuk oyunlarına ayıracak zamanım yok.” Çocuk, babasının bağırmasına aldırmadı bile: “Fakat yeterince param yoktu ki… Ancak simdi tamamlayabildim” dedi ve elindeki paraların tümünü babasına uzattı. “İşte sana 20 dolar, Babacığım” dedi, “simdi bir saatini alabilir miyim?”

Günün Şiiri

Anlatsana

Gönül dostum anlatsana,

İlimizde Mevlana’yı.

Ulu zatın hoşgörüsü,

Yolumuzda Mevlana’yı.

 

Kıymet verir her insana,

Ulvi görev düştü sana,

Çevir deyişik lisana,

Dilimizde Mevlana’yı.

 

Fetetti nice gönüller,

Ruzi mahşedeki kullar,

Bülbül sedasında diller,

Gülümüzde Mevlana’yı.

 

EZGİNİ geldik gideriz,

Hakka borcumuz öderiz,

Hatırdadır yad ederiz,

Telimizde Mevlana’yı.

Mevlana Celaleddin Rumi

Bahar

Sevgili tutmuş yularımdan beni,

develer gibi habire çeker.

Esrik devesini böyle nereye götürür,

böyle hangi katara?

 

Hem canımı çiğnedi benim o,

hem bedenimi çiğnedi.

Gönlümü bağladı benim o,

kırdı şişemi.

 

Ne iş yaptırmaya götürür, bilmem,

nereye götürür beni.

 

Sevgili takar beni oltasına,

atar karaya balık gibi.

Sevgili kurar gönlüme bir tuzak,

avcıdan yana çeker sürür beni.

 

Bakarım tabiat başlar büyük işine:

Bulutlar gelir uzaktan

katar katar, küme küme.

Bulutlar sular ovaları.

Bulutlar yürür dağlara doğru.

Uyanır açar gözlerini yeryüzü.

Gökler çalar davulunu.

Dalların gönlüne çeker gülün özü

en güzel kokusunu baharın.

Tohumun gönlü başlar vermeye tohum.

 

Ağaç durmadan söyler, döker içini.

Mevlana Celaleddin Rumi

Ağıt

Göz gamın ne olduğunu bilseydi,

gökyüzü bu ayrılığı çekseydi,

padişah bu acıyı duysaydı;

göz gece demez gündüz demez ağlardı,

gökler yıldızlara, güneşle, ayla

 

gece demez gündüz demez ağlardı.

padişah bakardı ününe,

tacına, tahtına, tolgasına, kemerine,

gece demez gündüz demez ağlardı.

 

Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı,

uçan kuş avlanacağını bilseydi,

gerdek gecesi bu özlemi görseydi;

gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı,

uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı,

gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı.

 

Zaloğlu bu zülmü görseydi,

ecel bu çığlığı duysaydı,

cellâdın yüreği olsaydı;

Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı,

ecel bakardı kendine ağlardı,

cellât, yüreği taş olsa, ağlardı.

 

Kumru, başına geleceği duysaydı,

tabut, içine gireni bilseydi,

hayvanlarda bir parça akıl olsaydı;

kumru selviden ayrılır ağlardı,

tabut omuzda giderken ağlardı

öküzler, beygirler, kediler ağlardı.

 

Ölüm acılarını gördü tatlı can,

koyuldu işte böyle ağlamaya.

Olanlar oldu, gitti dostum benim.

şu dünya bir altüst olsa, aülasa yeri var.

 

öylesine topraklar altında kalmışım.

Mevlana Celaleddin Rumi

Günün Sözü

Mevlana’nın yedi öğüdü
Cömertlik ve yardım etme konusunda akarsu gibi ol
Şefkat ve merhamette güneş gibi ol
Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol
Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol
Tevazu ve alçak gönüllükte toprak gibi ol
Hoşgörülülükte deniz gibi ol
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol!

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here