Tahammülsüz Olduk…

0
90

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Birbirimize ne zaman bu kadar tahammülsüz olmaya başladık  bilmiyorum.  O kadar tahammülsüz olduk ki sanki üzerimizde patlamaya hazır bir bomba taşıyoruz. Bir tek sözcükle “bum” hiç düşünmüyoruz, önünü arkasını ağzımızdan çıkan sözün ve davranışın. Üstelikte gerçekten kaba saba olduk!

Korkuyorum bunu bir yaşam tarzına çevirmek üzereyiz. Kaba saba tahammülsüz; of korkunç bir şey! Oysa her zaman söylerim bir tek saniye bile yeter, konuşmadan düşünmek ve eyleme geçmek için. Ama düşünmek gerçekten başka bir lüks…

Ve bir sözün yaratacağı tahribattan ne kadar habersizmişiz! O öfkeyle sarf edilen sözcüklerin zamanla birikip dağlar oluşturduğunu anlamamız ne kadar uzun sürmüş yazık… Anladığımız an artık geç kalmış oluyoruz ve kendimize soruyoruz “ne zaman başladık biz  bu dağları oluşturmaya?” Ve bu kadar tahammülsüz, bu kadar kaba saba olmaya? Ayrılıklar kaçınılmaz olur  artık en iyi ihtimalle. Oysa ayrılmakta lüks oldu. Öldürmek daha kolay geliyor artık! Ayrılacağına öldür gitsin.  Bu aynı zamanda vahşileştiğimize de örnek. Kadın cinayetlerinin günümüzde bu kadar artmasının nedenlerinden biride bu diye düşünüyorum.

& & & & &

Ve sevgili okuyucularım KENDİMİZ OLMAK YA DA OLMAMAK…

Bir bilgeye sormuşlar; “bir İnsana düşen ilk iş nedir?” Cevap açıktır “İnsanın kendisi olması” der. Bilge. Kendisi olması?  Nedir kendi olmak? Aslında bir kendim bir ben mi var içimizde yaşayan? Birde dıştan görünen adı sanı kimliği belli olan!

Aslında gerçek kim? İnsan ne zaman gerçekten kendi olabilir? Sokakta  yürürken, kalabalıkta  yürüyenin aslında kendi değil de sureti olduğunu düşünebilir mi insan? Yapmaması gereken bir işi etki altında kalıp yaptığında o ne kadar kendi olabilir? Düşünüyorum. Kendini patlatan sözde insanlar eğer kendi olabilseydiler bu vahşeti yapabilirler miydi? İnsan aslında ne zaman kendi olduğunun ayrımına varıyor ki? Kendimizle ilgili bir şey anlatacağımız zaman “kendimi bildim bileli” diye başlarız söze oysa?

Kendimizi ne zaman kaybederiz peki? Kendimiz olduğumuz zaman mı? Ne unutturur kendimizi peki? Bir çok şey! Dünyanın tuzakları çoktur! Bazen elimizde olamayan şeylerde yaşayabiliriz. “Kendime rağmen yaptım” diyerek… Bazen de bizimle özdeşleşmiş kimliğimizi unuturuz? Kimdim, neydim, niçindim, nedendim! Hepsini birbirine karıştırırız o zaman ve bize dayatılan her şeyi “lop” diye yutarız! Kısır bir döngünün içinde kendimizi arayarak! Bu sabah gibi…

yase-karamsarlık1

Hava soğuk, siyah bulutlar sörf yapıyor gökyüzün de. Ve eğer kendiniz değilseniz. Bunlar havayla cıva olmanın dışında bir şey ifade etmez artık. Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik, beraberlik içinde kendimizle   ayrımsız gayrımsız kalalım sevgili okuyucularım. Yase

& & & & & &

Birinin Hayatında Bir Fark Oluşturmaya Çalışın

Okulun ilk gününde 5.nci sınıfın önünde dururken, öğretmen çocuklara bir yalan söyledi. Çoğu öğretmen gibi, öğrencilerine baktı ve hepsini aynı derecede sevdiğini söyledi. Ancak bu imkansızdı, çünkü ön sırada oturduğu yerde bir yana kaykılmış ismi Mustafa Yılmaz olan bir erkek çocuk vardı. Mediha öğretmen bir yıl önce Mustafa’yı izlemişti ve diğer çocuklarla iyi oynamadığını, elbiselerinin kirli olduğunu ve sürekli olarak kirli dolaştığını gözlemişti. İlave olarak Mustafa tatsız olabiliyordu. Bu öyle bir noktaya geldi ki, Mediha öğretmen onun kağıtlarını büyük bir kırmızı kalemle işaretlemekten, kalın çarpılar (x) yapmaktan ve kağıdın üstüne büyük ”F” (en düşük derece) koymaktan zevk alır oldu. Mediha öğretmenin okulunda, her çocuğun geçmiş kayıtlarını incelemesi gerekiyordu ve Mustafa’nın kayıtlarını en sona bıraktı.

Ancak, onun hayatını gözden geçirdiğinde, bir sürpriz ile karşılaştı. Mustafa’nın birinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: “Mustafa gülmeye hazır parlak bir çocuk. Ödevlerini derli toplu ve temiz yapıyor ve çok terbiyeli. Onun etrafta olması çok eğlenceli’” İkinci sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: “Mustafa mükemmel bir öğrenci, sınıf arkadaşları tarafından çok seviliyor, ama annesinin ölümcül bir hastalığı olduğu için sıkıntı içinde ve evdeki yaşamı mücadele içinde geçiyor.”

Üçüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: “Mustafa’nın annesinin ölümü onun için çok zor oldu. Mustafa elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyor, ama babası ona ilgi göstermiyor ve eğer bazı adımlar atılmazsa evdeki yaşamı yakında onu etkileyecek.” Mustafa’nın dördüncü sınıf öğretmeni şöyle yazmıştı: “Mustafa içine kapanık ve okulda derslere çok fazla ilgi göstermiyor. Çok fazla arkadaşı yok ve bazen sınıfta uyuyor.”

Bunları okuyunca, Mediha öğretmen problemi kavradı ve kendinden utandı. Öğrencileri ona güzel kurdelelerle ve parlak kâğıtlara sarılmış hediyeleri getirdiğinde bile çok kötü hissediyordu. Mustafa’nın hediyesini alıncaya kadar bu böyle devam etti. Mustafa’nın hediyesi bir marketten aldığı kalın, kahverengi ambalaj kâğıdı ile beceriksizce sarılmıştı. Bayan Mediha onu diğer hediyelerin ortasında açmaktan acı duydu. Mediha öğretmen pakette taşlarından bazıları düşmüş yapma elmas taşlı bir bilezik ve çeyreği dolu olan bir parfüm şişesini çıkarınca çocuklardan bazıları gülmeye başladı. Ama o bileziğin ne kadar güzel olduğunu haykırdığında çocukların gülmesi kesildi. Bileziği taktı ve parfümü bileklerine sürdü. Mustafa, o gün okuldan sonra öğretmenine şunu söylemek için kaldı. “Öğretmenim bugün aynı annem gibi kokuyordunuz.”

Çocuklar gittikten sonra, Mediha öğretmen en az bir saat ağladı. O günden sonra, okuma, yazma ve aritmetik öğretmeyi bıraktı. Bunun yerine, çocukları eğitmeye başladı. Mediha öğretmen, Mustafa’ya özel ilgi gösterdi. Onunla çalışırken, zihni canlanmaya başlıyor görünüyordu. Onu daha fazla teşvik ettikçe, daha hızlı karşılık veriyordu. Yılın sonuna kadar Mustafa sınıftaki en zeki çocuklardan biri oldu ve tüm çocukları aynı derecede sevdiğini söylemesine rağmen, Mustafa onun gözdelerinden biri idi.

Bir sene sonra, Mediha öğretmen kapısının altında Mustafa’dan bir not buldu, ona hala tüm yaşamında sahip olduğu en iyi öğretmen olduğunu söylüyordu. Altı yıl sonra Mustafa’dan bir not daha aldı. Liseyi bitirdiğini, sınıfında üçüncü olduğunu ve onun hala hayatındaki en iyi öğretmen olduğunu yazmıştı. Bundan dört yıl sonra, bazı zamanlar zor geçmesine rağmen okulda kaldığını, sebatla çalışmaya devam ettiğini ve yakında kolejden en yüksek derece ile mezun olacağını yazan başka bir mektup aldı. Yine Mediha öğretmenin tüm yaşamındaki en iyi ve ne favori öğretmen olduğunu yazmıştı. Sonra dört yıl daha geçti ve başka bir mektup geldi. Bu kez fakülte diplomasını aldıktan sonra, biraz daha ilerlemeye karar verdiğini açıklıyordu. Mektup onun hala karşılaştığı en iyi ve en favori öğretmen olduğunu açıklıyordu. Ama şimdi ismi biraz daha uzundu. Mektup söyle imzalanmıştı, Prof. Dr. Mustafa Yılmaz (Tıp Doktoru).

Öykü burada bitmiyor. Görüyorsunuz, ortaya çıkan başka bir mektup var. Mustafa bir kızla tanıştığını ve onunla evleneceğini söylüyordu. Babasının birkaç hafta önce vefat ettiğini açıklıyordu ve evlenme töreninde Mediha öğretmenin damadın annesine ayrılan yere oturup oturamayacağını soruyordu. Şüphesiz Mediha öğretmen bunu kabul etti. Taşları düşmüş olan o bileziği taktı. Dahası, Mustafa’nın annesinin süründüğü parfümden sürdü. Birbirlerini kucakladılar ve Dr. Mustafa, Mediha öğretmenin kulağına şöyle fısıldadı, “Bana inandığınız için teşekkür ederim, öğretmenim. Bana önemli olduğumu hissettirdiğiniz ve bir fark meydana getirebileceğimi gösterdiğiniz için çok teşekkür ederim.”

Mediha öğretmen, gözlerinde yaşlarla fısıldadı, şöyle dedi; “Mustafa, yanlış şeylere sahiptim. Bir fark meydana getirebileceğimi bana öğreten sensin. Seninle tanışıncaya dek, nasıl öğreteceğimi bilmiyordum.”

Günün Şiiri

GÖÇ 

Göç oldu bir acıdan öbür acıya
oysa sağrısı kurumamıştı atımızın
daha dün sürüp gelmiştik buralara
bugün göründü yine yolların ucu

Devrildi kıl çadırlar seher vakti
usulca uyandırıldı çocuklar
ve kadınlar bohçası çözülmemiş
bir keder gibi gibi düştüler yola

Turnalar gitti biz gittik
bitmedi peşimizdeki nal sesleri
nerde konaklasak tedirgindik
kuruyordu ırmaklar ve göller

Bir yangın gibi taşıyıp durduk
kederi ve acıyı göğsümüzde
yer gök duman içindeydi sanki
genzimizi   yakıyordu ayrılıklar

Zulüm bırakmadı peşimizi hiç
biz gittik o buldu izimizi
konar göçer olduk yedi iklimde
tanığımızdır dağlar taşlar

Yalnız bir öfke ışıltısı kaldı
gözlerimizin yorgun sularında
yaşamak bir inat oldu artık
yaşamak bir direnme oldu zulme

Ve işte devrildi yine kıl çadırlar
göç başladı bir acıdan bin acıya
Geride akşamın küllenen ateşi
ve susturulmuş çocuk sevinçleri kaldı

Ahmet TELLİ 

Günün Sözü

Yaşlanarak değil yaşayarak tecrübe kazanılır, zaman insanları değil armutları olgunlaştırır!

Peyami SAFA

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here