Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Nefes almak gibi bir şey yazı yazmak çok zaman bendeniz için. Yazmadığımda nefesim tıkanmış oluyor. Ve soluk almadan öylece susuyorum. Yağmur gibi yağarken sorular ve sorunlar üzerime, huzursuzluk ağır, hantal, kara kanatlarını çırparak geliyor, sarıyor omuzlarımı sıkıca.
Susmak yaklaşır o zaman yamacıma, sağlam bir dost gibi “korkma buradayım” der, hiç yüksünmem sığınırım kollarına. Çocukluğumda da sığınırdım, büyüme sancıları çektiğimde de. Bazılarını korkutur suskunluğum. Bazılarını çıldırtır. Bazılarını düşündürür, meraklandır. Ama ‘Susmak’ gelince yamacıma, ne korkanı takarım kafaya ne öfkeden çıldıranı, ne meraklının derdini. Susmanın erdemi ile el ele vermiş, kuş uçmaz kervan geçmez bir vadide dolaşırız keyfimizce O söyler ben dinlerim. Gözlerim vadinin cennet köşelerinde, çağlayan sular, gümrah yeşiller arasında dolaşır. Sesim çıkmaz o konuşur. Onu dinlerim başım omzunda.
Kara hantal kanatlı huzursuzluk, hemen kaçacak delik arar o zaman. Öyle bir zırh öreriz, öyle bir set çekeriz ki aramıza, kutsal kitapta anlatıldığı gibi büyük İskender’in (zül kırneyn) heccüç ve meccuc için çektiği set hafif kalır yanında.
Ve o suskunlukla iç içe yaşayarak geçerken günler, durur zaman! Her anı saklıdır hafızanın hazine dairesinde. Hiçbir yere kaçamaz yaşanmışlıklar. Ve susmakla geçen zaman, ne geride, ne ilerde kalır. Ve Susmak her zaman yamacımda dolanır, korumak için hantal kanatlı huzursuzluktan ve uysal bir uşak gibi kapı önünde uyuklayan yalnızlıktan. Ve yumuşak bir battaniye gibi üzerimi sararken hüzün, yalnızlığa inat suskunluğun gölgesinde o zaman başımın üzerinde dolanır, duygularımın nahif sesi, mantığımın aristokrat zarif ama katı gerçeği. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte her zaman ayrımsız gayrımsız sağduyu ile. Yase
& & & & &
Kuyumcu
Vaktiyle bir bilge hoca, yıllarca yanında yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister. Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip: “Oğlum” der, “Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonra da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.”
Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar. Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra: “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.
İkinci olarak bir manifaturacıya gider. O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur. Üçüncü defa bir semerciye gider: Semerci nesneye şöyle bir bakar, “Bu der” benim semerlere iyi süs olur. Bundan kaş dediğimiz süslerden bir on lira veririm.”
En son olarak bir kuyumcuya gider. Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar. “Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve hemen ilâve eder. “Buna kaç lira istiyorsun?” Öğrenci sorar: “Siz ne veriyorsunuz?” “Ne istiyorsan veririm.” Öğrenci, “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca kuyumcu yalvarmaya başlar: “Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.” Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker. Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır.
Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler…
Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır. Bilge sorar: “Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”
Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.
Bilge hoca çok kısa cevap verir: “Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”
Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır. Mesele kuyumcuyu bulmaktadır…
Günün Şiiri
Adem Oğlu
Miskin Adem oğlanı, nefse zebun olmuştur
Hayvan canavar gibi, otlamağa kalmıştır
Hergiz ölümün sanmaz, ölesi günin anmaz
Bu dünyadan usanmaz, gaflet önin almışdur
Oğlanlar öğüt almaz,yiğitler tevbe kılmaz
Kocalar taat kılmaz,sarp rüzigar olmuştur
Beğler azdı yolundan,bilmez yoksul halinden
Çıktı rahmet gölünden,nefs gölüne dalmışdur
Yunus sözi alimden,zinhar olma zalimden
Korkadurın ölümden,cümle doğan ölmüşdür.
Yunus Emre
Mezar
Sabah mezarlığa vardım,
Baktım herkes ölmüş yatar,
Her biri çâresiz olup,
Ömrünü yitirmiş yatar.
Kimi yiğit, kimi koca,
Kimi vezir kimi hoca,
Gündüzleri olmuş gece,
Karanlığa girmiş yatar.
Vardım onların katına,
Baktım ecel heybetine,
Ne yiğitler muradına,
Daha ermemiş yatar.
Nicelerin bağrın deler,
Kurtlar üstünde gezeler,
Gepegencecik tâzeler,
Gül gibice solmuş yatar.
Yarı kalmış tüm işleri,
Dökülmüş inci dişleri,
Dağılmış sırma saçları,
Hep yerlere düşmüş yatar.
Çürüyüp durur tenleri,
Hakka ulaşmış canları,
Görmez misin sen bunları?
Nöbet bize gelmiş yatar.
Yunus Emre
Gün Doğuyor
Dili çözülüyor gecelerin..
Gölgeler kaçışıyor derine
Alıp sihrini bilmecelerin:
Gün doğuyor şehrin üzerine.
Korkarak saklanıyor bacalar,
Gün doğuyor şehrin üzerine;
Dalıyorlar günün gözlerine
Gözleri uykulu atmacalar.
Sallıyarak dallarını kavak
Yükseliyor her günkü yerine,
Gün doğuyor şehrin üzerine
Mavi bir ışıkla ağararak.
Gün doğuyor şehrin üzerine,
Renk renk hacimle doluyor her yer.
Bakıyor dağınık yüzlü evler
Hala yanan sokak fenerine.
Toprak kımıldıyor yavaş yavaş,
Gün doğuyor şehrin üzerine,
Bembeyaz gece çiçeklerine
Sabahla düşüyor bir damla yaş.
Ve bir deniz hücumu halinde
Gün doğuyor şehrin üzerine.
Orhan Veli KANIK
Günün Sözü
Sevip de kaybetmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir.
Senec
Denizin dibinde incilerle taşlar karışık bulunurlar. Övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunur.
Mevlana
Yaşayan hiçbir şey kendi başına sadece kendisi için yaşamaz
William Blake
Sen anılması güzel olan bir söz ol. Çünkü insan, kendisi hakkında söylenen sözlerden ibarettir.