Sınavcı Sistemin Eleştirisi!

1
134

Eğitimin sorunları, görülen  “nitelikli okullar” üzerinden tartışıldı, tartışılıyor.. Ve fakat nitelikleri okulları kazanabilme yarışması olan “merkezi sınavlar”  üzerinden eğitimin paydaşlarınca yaşanan psikolojik gerilim ve eşitsizlik görmezden geliniyor..

Protagoras; “İnsan, her şeyin ölçüsüdür!” diyor.. Yarışmacı eğitim sistemlerine göre ise “her şeyin ölçüsü sınavlar” oluyor.. Eğitimde sınavlar; öğrencilerin bilgi, beceri, yetenek ve davranış kazanımlarındaki psikososyal gelişimini ölçmeye ve değerlendirmeye yönelik bir araç olarak tanımlanıyor.. Aracı amaç haline getiren olgunun adına ise “sınavcılık” deniyor..

Paul Foulquie, Pedagoji Sözlüğü’nde “sınavcılık” maddesini şöyle açıklıyor: “Sınavcılık; Sınavlara haddinden fazla önem verilmesi ve bu yüzden bunların anne babalar ve sonra da onların etkisiyle çocuklar ve hatta öğretmenler ve eğitim teşkilatı için başlıca kaygı konusu haline gelmesi ve öğrencilerin değerini ölçmenin başlıca aracı olarak görülmesidir.”  Foulquie, “sınavcılığın eğitim cihazının gerçek hastalığı” olduğunu da aktardığı aynı sözlükte “Sınavlar üzerine” başlığı altında eğitimcilerin şu görüşlerini de paylaşıyor: “Renan; Sınavlar ve konkurlar (seçme sınavları ve yarışmalar) şifa bulmaz bir senilite’ye (ihtiyarlığın ayırt edici özelliklerini oluşturan patolojik ve gerileyici veçhelerin tümüne) yol açmaktadır.” “Hubert; Kamu öğretiminin en büyük kusuru, sürekli olarak sınav kaygısının baskısı altında olmasıdır.” “Le Bon; Geleneksel sınav ve konkurlar, feodal rejime oranla daha derin ve daha haksız sosyal farklılıklar yaratmıştır.”

Yarışma türü sınavların gelenekselleştirilerek “daha derin ve haksız sosyal farklılıklar” oluşturulduğu, dolayısıyla “eşitsizliğin daha da derinleştirildiği” sistemin adına kapitalizm deniyor.. Ve bu sistemde “her şeyin ölçüsü de para” oluyor..

Toplumsal, kamusal eğitimin klasik hedefi; bireylerin bilgi, beceri, yetenek, yeterlik ve yetkinlik kazanımlı sağlıklı psikososyal gelişimi iken, bireyci, benci, bencil modern zamanlarda,  eğitim kâr edilecek bir tüketim nesnesine dönüştürülerek ticarileştiriliyor.. Dolayısıyla “sınavcılık” marifetiyle “piyasaya” sürülmesi ve toplumsal yetkinliğin yerini de “müşteri memnuniyetinin” alması kapitalist sistemin tabiatından geliyor.. Martin Brovn, Modern Çağda Kişilik Sorunu adlı kitabında, Marks’ın, “sahip olma ve tüketme arzusuna yenik düşen insanın güdük kaldığı” sözünü aktarıyor ve onun “yabancılaşma” tanımı üzerinden her türden yabancılaşmanın modern çağın hastalığı olduğunu anlatıyor.. Yarışma ortamlarındaki her türden eşitsizliğin sonucu ise “öğrenilmiş çaresizlik” oluyor..

‘Psikososyal Gelişim Kuramı’nı “yaşamın 8 evresi” üzerinde inşa eden Erikson, konuyla ilgili “6-12 yaş evresini; “Başarılı olmaya karşı aşağılık duygusu;” 12-18 yaş evresini ise Kimlik kazanımına karşı kimlik krizi” başlığı altında açıklıyor ve ekliyor.. “Bu evreler bireyin kimliğinin birçok yönünün çözüme bağlandığı evrelerdir ama bu oluşum tek bir etkene bağlanamaz ve tek bir olay diğer bir evreye geçişin nedeni olamaz.”

Buradan hareketle, ergenlerin kimlik kazanımının ve krizinin sınav merkezli eğitim sistemlerinde ‘sınavcılık’ marifetiyle tek bir etkene; sınavlara bağlandığını ve bu olayı diğer evrelere geçişin nedeni yaptıklarını söyleyebiliriz diye düşünüyorum..

Bu bağlamda TEOG yerine önerilen, bir milyon öğrencinin yarışacağı okul başarısı ilk %10’luk dilimde olan 126 bin öğrencinin kazanabileceği ‘nitelikli’ okullara yerleştirme sınavını, “eşitsizliği daha da derinleştireceği” gerçeğiyle doğru bulmuyorum.. Kaldı ki, sosyo-ekonomik, kültürel imkânlardaki eşitsizlikler örtülerek yapılan sınavlar, fırsatta eşitlik bağlamında değerlendirilse dahi bu merkezi sınavların adaletli olduğu anlamına gelmiyor!

Son tahlilde ben, eşitsizliği görmezden gelerek yapılan “nitelikli okullar” yorumlarını “ahkam kesme” olarak yorumluyorum.. Öğrencilerimizin eğitime erişimde fırsat ve imkan eşitliğinin sağlanarak ilgi, bilgi, beceri, yetenek ve yeterlikleri doğrultusunda okullara sınavsız yerleştirilmelerini umuyor, “marufu emr, münkeri nehy” ilkesi üzerinden Hz. Ömer’in, “Ben hakkı adamına göre tanımam, önce hakkı tanırım sonra adamını da tanırım” sözünü eşitliğin adaleti düşüncelerine “şerh” düşüyor ve bu bilge sözün aydınlığında kutluyorum, eşitlik / demokrasi özlü Meclisimizin 98. yaşını..

Selam ve saygılar… ozdemirgurcan23@gmail.com

1 YORUM

Yusuf Terbiyeli için bir yanıt yazın Cevabı iptal et

Please enter your comment!
Please enter your name here