Sıcaklar ve Çocuklar…

0
115

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sıcaklar nihayet geldi çattı bütün haşmeti ile. Aman dikkat diyor uzmanlar güneşte çok dolaşmayın, şemsiye kullanın ya da  çok mecbur değilseniz dışarı çıkmayın falan. Bu tavsiyeler büyüklere ya çocuklar? Şimdiden boğulma hikayeleri gelmeye başladı bile, serinlemek için su kanallarına atlayanlar, derelerde, göllerde, denizlerde kaybolan çocuklar.

Bazı yerlerde çocuk olmak zor bu günlerde diye düşünüyorum. Özgürlüğün ve kaygısızlığın bedelini ağır ödüyorlar, serinlemek için atladıkları su kanallarından bir daha dışarı çıkamayarak!

Ve sokağımızdaki çocuklar ki şimdi karşı kaldırımda oynuyorlar. Kaldırım geniş, çocuklar saklambaç  ve top oynamadıkları sürece tehlike yok. Sokağa atlamıyorlar. Aynı bizim çocukluğumuzdaki gibi. Bir birlerine türlü türlü şeyler anlatıyorlar, taş sektiriyorlar. Kaldırıma oturuyorlar. Cıvıl cıvıllar. Bendenizin çok hoşuna gidiyor ama karşı apartmanda oturanların illa da şikâyeti var. Pencereden sesleniyorlar “susun başımız şişti, hadi dağılın, herkes evine”  gibi şeyler söylüyorlar. Hiç çocuklar nereye gitsin, ne yapsın, nerede oynasın diye düşünmeden.

Bizim arka bahçemiz vardı orada oynardık ama bu çocukların hiç birinin arka bahçesi yok, ön bahçesi de hatta bir ağacı, bir kedisi, bir köpeği, bir civcivi bile yok. Onların yalnızca sektirdikleri taşları ve birbirlerine anlattıkları öyküleri ve bir kaldırımları ve evlerin merdiven basamakları var. Onları her saniye sokaktan kovmaya çalışanları anlamakta zorlanıyorum gerçekten. Onlar olmayınca sokaklar çölden farksız oluyor, ağır bir suskunluk ve yoksunluk sokağın başından sonuna dek karabasan gibi çöküyor. O zaman “fareli köyün kavalcısı” adlı öykü geliyor aklıma. Kavalını çalınca kavalcı bütün köyün çocukları peşine takılıp gidiyorlardı ya bir bilinmeyene, işte o öyküdeki gibi yalnızlaşıyor sokaklalar. O öykü kitaplarından alıp bu sıkıntılı vatandaşlara vereceğim belki o zaman biraz daha hoş görülü olabilirler, belki.  Gerçi onları da anlıyorum belki kafa dinlemek istiyorlar ama “o zaman kulaklarını tıkasınlar” diyeceğim ya da hoş bir şeyler arasınlar. Geçenlerde benimde sıkıntılarım vardı  azıcık sussunlar isterdim ama yerimi değiştirmeyi tercih ettim.

Ve bu sevgili çocuklarımız, gözümüzden sakındığımız çocuklarımız büyüyor ve  şehit oluyor… Havalar ısındı ve şehit haberleri arttı, şehitsiz gün geçmiyor. Onlara bakınca içim titriyor. Tanrım diyorum onlar büyüyene dek dünya düzelsin ancak boşuna diliyorum. Dünya her saniye biraz daha çok çıldırıyor, zıvanadan çıkıyor, ateş her taraftan sarıyor üzerimizi, ne umudumuz kalıyor bu durumda ne de dualarımız  duyuluyor…

& & & & &

Ve oruç oruç yürüdüler ve şimdi sıcakta yürüyorlar. Valla hep onları düşünüyoruz.  Ayakları ne durumda, sağlıkları iyi mi, gerçi herkes çok sağlıklı ve iyi görünüyor ama kolay bir şey değil yaptıkları, hepsini teker teker kutluyorum. Ve dua ediyorum. Yolları açık olsun. Gerçi yollarına gübre dökenler var ama  onlarda sağ olsun.  Keşke o gübreyi toprağa dökseydiler en azından hayra girerlerdi. Ne demeli Allah akıl fikir versin, ön yargılardan, peşin  fikirlerden uzak kalalım toplumca. Ve sevgili okuyucularım, sağlıkla, sevgiyle kalalım her zaman, ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Gazali ve Haydutlar

Gazali  Tüs ahalisinin meşhur, Müslüman bir bilginiydi. (Tüs, Meşhed yakınında bir köydür) O zamanlar yani hicri beşinci yüzyılda Nişabur, o bölgenin en büyük ilim merkezi idi. Ve bir üniversite kenti  sayılabilirdi. O bölgedeki insanlar öğrenim görmek için oraya gelirdi. Gazali de işi gereği oraya gelir… Üstün başarı göstererek, hocalarının gönlünü alır. Ve öğrendiği her şeyi kağıtlara not alarak, düzenli bir şekilde korumaya çalışırdı. Bildiklerini unutmaması ve başakların elden gitmemesi için düzenli bir şekilde yazıp defter haline getirdiği bu notları canı gibi severdi.

Yıllar sonra vatanına dönmeye karar verdi. Defterini iyice dürerek çantasına koydu ve kafile ile yola çıktı. Yolda kafile bir hırsız ve eşkıya ile karşılaştı. Hırsızlar kafilenin önünü kesip ne var ne yok aldılar. Gazali sıra torbasına gelince yalvarmaya başlar “ne olur her şeyi alın defterime dokunmayın” der. Hırsızlar “mutlak  çok değer var bu defterde” diyip defteri torbadan çıkarırlar, kara  yazılı bir sürü şeyi görünce “bu mu senin en değerli şeyin” derler. “Bunlar neye yarar ki?”

“Size yaramayan bana yarar” der. “Bunlar benim kaç yıllık tahsilimin semeresi, bunları benden alırsanız bilgilerim heba olur. Yıllardır  bütün çalıştıklarım heder olur gider.”

“Gerçekten senin bilgilerin bunda mı?” derler küçümseyerek. “Evet.” “Yeri bohça içi olan ve çalınması da mümkün olan bilgi, ilim değildir. Gitte haline bir çare düşün” derler.

Bu basit söz Gazali’nin ruhani durumunu sarstı. Ve o güne kadar hocadan papağan gibi algılayıp not tutan Gazali ondan sonra çalışarak, bilgilerini, düşüncelerle beslemeye ve daha çok düşünmeye, araştırmaya ve faydalı konuları zihin defterine işlemeye karar verir.

Gazali, “Düşünce hayatıma yol gösteren öğütlerin en iyisini yol kesen bir hırsızın dilinden işittim” der.

Gazali namesinde S.116’de

Günün Şiiri

O ve Eski Duvar Saati

Çoktandır kırılmıştı camı ve çarkı

Parmağı ile çeviriyordu akrebi, yelkovanı

Zaman boyun eğmişti ona,  sandalyenin üzerine çıkmış

Gülümsüyordu; -saat yedi mi dokuz mu olsun

İstiyordu işte.

 

Saat on ikimi olsun- o da oldu. Yalnız bilemiyordu,

Belirleyemiyordu bu on bir, sekiz dokuz.

Gündüzün mü gecenin mi

Daha çok gecenin olsa gerek.

 

Şu iki sarı kemik siyah tahtanın içinde.

Ve küçük elmaslı tarağı ölü kadının, masanın üzerinde.

Yannis RİTSOS

Kadınlar

Kadınlar çok uzakta. “İyi geceler” kokar çarşafları.

Masaya ekmek koyarlar yokluklarını hissetmeyelim diye.

Sonra anlarız suçun bizde olduğunu. Sandalyeden kalkıp

“Bugün çok yoruldun,” deriz ya da “Boş ver, lambayı ben yakarım.”

 

Kibriti çaktığımızda, o yavaşça döner ve tarifsiz

bir dikkatle mutfağa yönelir. Sırtı nice ölülerle,

kamburlaşmış, hüzünlü bir tepe-aileden ölüler,

onun ölüleri, senin kendi ölümün.

 

Adımlarının gıcırtısını duyarsın eski döşemede,

bulaşık telindeki tabakların ağlayışını duyarsın

sonra da treni, askerleri cepheye götüren.

Yannis RITSOS / Çeviren: Cevat ÇAPAN

Görülmemiş Bir Çiçek Açma

Haykırmak istiyordu – daha fazla dayanamayacaktı.

Sesini  duyabilecek kimse yoktu orada;

kimse duymak istemiyordu. Kendisi de korkuyordu sesinden,

içinde boğuyordu sesini. Patlamak üzereydi susuşu. Birden,

havaya uçtu gövdesinin parçaları.

Özenle, sessizce toplayacaktı bu parçaları,

hepsini bir -bir yerlerine yerleştirecekti delikleri kapamak için.

Ve rasgele bir gelincik, bir sarı zambak bulursa, onları da toplayacak,

kendisinin bir parçasıymış gibi gövdesine yapıştıracaktı-

böyleydi, delik deşik, görülmemiş bir şekilde çiçek açıyordu işte.

Yannis RITSOS / Çeviren: Cevat ÇAPAN

Günün Sözü

Yapabileceğini düşünen yapabilir, yapamayacağını düşünen yapamaz. Bu değişmez ve tartışılmaz bir kuraldır…

Pablo PİCASSO

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here