Şeyh Bedrettin Destanı

0
340

Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Geçtiğimiz haftasonu Nazım Hikmet’in kaleme aldığı ‘Şeyh Bedrettin Destanı’ belediye kültür sarayında sahnelendi. Bende bilmeyenler için nette biraz araştırma yaptım ve sizlere sunmak istedim. Beraber okuyalım Şeyh Bedreddin kimmiş? Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım… Yase

& & & & &

Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı, Nâzım Hikmet’in 1936 yılında yayımlanan destanî şiiridir. Mehmed Çelebi’ye karşı ayaklanma hazırladıkları gerekçesiyle asılan Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in hikâyesini anlatmaktadır. Türk edebiyatında Şeyh Bedreddin’i ilk defa bir edebî metnin öznesi yapan eserdir.

Nâzım Hikmet, 1938’e kadar yazdıkları arasında bir başyapıt olarak nitelenen bu şiiri hakkında şu sözleri dile getirmiştir: Bir sıra poemin sonuncusu Bedreddin Destanı’dır. Burada şekil bakımından, halk vezni unsurları, divan edebiyatı unsurları bence azami haddinde kullanılmıştır. Diğer taraftan bu kitap, şekil bakımından, o zamana kadar elde edebildiğim bütün şekil imkânlarının bir muhasebesiydi.

nazım hikmet şeyh bedrettin ile ilgili görsel sonucu

Bu kitapta, biraz aceleye gelen ve ancak yarısı yazılabilen bu kitapçıkta, şekil bakımından bütün merhalelerimi, bazen bir parçada, bazen ayrı ayrı parçalarda kullanmak istedim. Bu kitaptan sonra, şekil meseleleri, hele hapise girdikten sonra, kafamda bir kat daha berraklaştı.

& & & & &

Yaklaşık 10-12 sayfa olan destanî şiirin bir bölümünü paylaşmak istiyorum…

Şeyh Bedrettin Destanı
Sedirde al yeşil, dal dal bursa ipeklisi,
duvarda mavi bir bahçe gibi Kütahyalı çiniler,
gümüş ibriklerde şarap,
bakır lengerlerde kızarmış kuzular nar idi.
Öz kardeşi Musa’yı ok kirişiyle boğup
yani bir altın leğende kardeş kanıyla abdest alarak
Çelebi Sultan Mehmet tahta çıkmış hünkar idi.
Çelebi hünkar idi amma
Al Osman ülkesinde esen
bir kısırlık çığlığı, bir ölüm türküsü rüzgar idi.
Köylünün göz nuru zeamet
alın teri timar idi.
Kırık testiler susuz
su başlarında bıyık buran sipahiler var idi.
Yolcu yollarda topraksız insanın
ve insansız toprağın feryadını duyar idi.
Ve yolların sonu kale kapısında kılıç şakırdar
köpüklü atlar kişner iken
çarşıda her lonca kesmiş kendi pirinden ümidi
tarümar idi
Velhasıl hünkar idi, timar idi, rüzgar idi
ahüzar idi.

2
Bu göl İznik gölüdür.
Durgundur.
Karanlıktır.
Derindir.
Bir kuyu suyu gibi
içindedir dağların.

Bizim burada göller
dumanlıdırlar.
Balıkların eti yavan olur,
sazlıklardan ısıtma gelir,
ve göl insanı
sakalına ak düşmeden ölür.

Bu göl İznik gölüdür.
Yanında İznik kasabası.
İznik kasabasında
kırık bir yürek gibidir demircinin örsü.
Çocuklar açtır.
Kurutulmuş balığa benzer kadınların memesi.
Ve delikanlılar türkü söylemez.

Bu kasaba İznik kasabası.
Bu ev esnaf mahallesinde bir ev.
Bu evde
bir ihtiyar vardır Bedreddin adında.
Boyu küçük
sakalı büyük
sakalı ak.
Çekik çocuk gözleri kurnaz
ve sarı parmakları saz gibi.

Bedreddin
ak bir koyun postu üstüne oturmuş.
Hatt-ı talik ile yazıyor
“Teshil”i.
Karşısında diz çökmüşler
ve karşıdan
bir dağa bakar gibi bakıyorlar ona.
Bakıyor:
Başı traşlı
kalın kaşlı
ince uzun boylu Börklüce Mustafa.
Bakıyor:
Kartal gagalı torlak Kemal..
Bakmaktan bıkıp usanmayıp
bakmağa doymayarak
İznik sürgünü Bedreddine bakıyorlar..

3
Kıyıda çıplak ayaklı bir kadın ağlamaktadır.
Ve gölde ipi kopmuş
boş bir balıkçı kayığı
bir kuş ölüsü gibi
suyun üstünde yüzüyor.
Gidiyor suyun götürdüğü yere,
gidiyor parçalanmak için karşı dağlara.

İznik gölünde akşam oldu.
Dağ başlarının kalın sesli sipahileri
güneşin boynunu vurup
kanını göle akıttılar.

Kıyıda çıplak ayaklı bir kadın ağlamaktadır.
bir sazan balığı yüzünden
kaleye zincirlenen balıkçının kadını.

İznik gölünde akşam oldu.
Bedreddin eğildi suya
avuçlayıp doğruldu.
Ve sular
parmaklarından dökülüp
tekrar göle dönerken
dedi kendi kendine:
“- O ateş ki kalbimin içindedir
tutuşmuştur
günden güne artıyor.
Dövülmüş demir olsa dayanmaz buna
eriyecek yüreğim.
Ben gayri zuhur ve huruç edeceğim
Toprak adamları toprağı fethe gideceğiz.
Ve kuvvetli ilmi, sırrı tevhidi gerçeklendirip
biz mülletlerin ve mezheplerin kanunlarını
iptal edeceğiz…

Ertesi gün
gölde kayık parçalanır
kalede bir baş kesilir
kıyıda bir kadın ağlar
ve yazarken Simavnalı “Teshil”ini
Torlak Kemalle Mustafa
öptüler
şeyhlerinin elini.
Al atların kolanını sıktılar.
Ve İznik kapısından
dizlerinde çırıl çıplak bir kılıç
heybelerinde al yazma bir kitapla çıktılar…

Kitaplarının adı:
“Varidat”dı.

Günün Şiiri

Hiciv Vadisinde Bir Tecrübei Kalemiye

Bir varmış
bir yokmuş.
Develer tellallık edip satarken develeri,
bir benim babam varmış,
bir de bir zatımuhteremin pederi.
Benim babam,
dazlak kafalı ufak tefek bir adam.
O bir zatımuhteremin pederi
İkinci Sultan Hamidin
meşhur hırsız seraskeri.
Benim babam,
dolu koymuş
boş çıkmış,
bütün ömrünce çevirmiş simsiyah defterleri.
O, bir zatımuhteremin pederi –
Yemen çölünde açlıktan ölenlerin
suyundan, ekmeğinden çalarak,
kumun üstüne akan kandan
yüzde yüz komisyon alarak
han, hamam, apartıman yapmış…
Ey zatı muhterem!
Şaire, “Kısa kes, diyelim, sözlerini!”
Ölmüş sizin serasker
peder.
Benim de babam öldü.
Ve dünyaya yummadan evvel
ışıklı çocuk gözlerini
siz onun yanındaydınız.
Son beş papelin hesabını vermeden ölmesin, diye
kalbinin atışını saydınız.
Tutmuyordu babamın öpülesi elleri.
O eller..
Babamın gözleri artık
simsiyah defterleri göremiyordu…
Fakat yine siz haklısınız:
o gündü hesap günü.
Taktınız tenezzülen kendi elinizle siz
bir ölünün burnuna gözlüğünü,
beş papelin hesabını istediniz.
İşte o hesabı şimdi ben veriyorum.
Size bir tokat
borcum vardı.
Dikkat!
Kolumu geriyorum.
İkimiz karşı karşıyayız.
Sizin peder ölmüş.
Öldü benim babam.
Karşı karşıya kaldık iki meşhur adam.
Benim şöhretim nerden gelir,
ben neyimle meşhurum –
-MALUM!.
Size gelince:
sizi meşhur eden şey:
hırsız bir babanın kanlı altınlarını çalan
hırsız bir oğlun parasıdır.
Sizin şöhretiniz:
lanetle dolu bir yükün
çuval darasıdır.
Şöhretiniz:
kıvrak çengiler, büyük kemancılar veren
çingene çadırlarının yüz karasıdır.
İnanmazsanız eğer,
karıştırsın alim efendiler
kalın yapraklı kitaplar gibi seneleri:
anlarsınız ki, Edirne boyu
çingeneleri,
görmemiştir soyunuz gibi bir soyu…
Bir varmış
bir yokmuş.
Develer tellallık edip satarken develeri,
bir benim babam varmış,
bir de bir zatı muhteremin pederi.
Ey zatı muhterem!
Ölmüş sizin serasker
peder.
Öldü benim babam.
Karşı karşıya kaldık
iki meşhur adam…
Nazım Hikmet – 1933

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here