Bu Sabah Düşüncelerim Var Ama…

0
130

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bazı sabahlar yazı yazmak için bir sürü neden olduğu halde bilgisayarımı kucağıma alıp öylece ellerim çenemde düşüncelere dalarım. Ne düşünürüm hiç bilmem, aslında düşünür müyüm yoksa bütün düşüncelerim aslında buhar olup uçmuş da onları yakalamaya mı çalışırım? Ama bilgisayarım açık vaziyette boş sayfam yazılmayı bekler vaziyete gelmiş ise demek yakalayacağıma dair bir ümidimde varmış? Bazen tam tersi olabiliyor. Kafam boştur ama parmaklarım hızlıdır, sözcükler akıp gider onları denetleyemem bile. Sanki düşüncelerim parmaklarımda toplanmış. Sahi parmaklar düşünürler mi?

Bu sabah rüzgârlı hava, bu sabah rüzgâr sinirlerimi bozuyor, normalde hiç duymadığım sesler var şimdi uçuşan. Tentelere çarpan rüzgârın sesi bin ton sanki kafamın içinde. Saçıma taktığım toka sanki cendere, sıkıyor ruhumu, koparıp almak istiyorum ama ellerim çözülmüyor çenemden!

Bu sabah düşüncelerim var ama parmaklarıma ulaşmıyor. Bu sabah yarım kalmış bir şeylerin ağırlığı var üzerimde, sıkıntısı hatta huzursuzluğu! Bu sabah yazı yazma günü değil demek boş sayfam sıkıntılı bilgisayarım bin kez kendini kapattı, bin kez açtım.

Zorlamanın âlemi yok, bu sabah rüzgâr canımı sıkıyor, uçuşan tentelerin sesi bin ton kafamda. Hoşça kalın sağlıkla kalın, sevgili okuyucularım. Çok ayırmaya çalışıyorlar bizi ama biz her şeyden yorgun olsak da  ayrım gayrıma  direnelim her zamanki gibi. Yase

& & & & &

Vazodaki Elma

Konfüçyüs, öğrencilerine ders veriyordu. Sınıfa elinde dar uzun bir vazo ile geldi. Tüm öğrencilerin görebileceği şekilde vazoyu havada tuttu. Diğer elinde de bir elma vardı. Elmayı vazonun içine koyduktan sonra, vazoyu yere bıraktı ve şöyle dedi; “Elmayı vazodan çıkarmayı başaran öğrenci, elmayı alabilir.”

Öğrencilerden biri atıldı ve elini vazonun dar ağzından içeri soktu. Elmayı yakaladı, çıkarmaya çalıştıkça elma elinden kaydı. Bir de elini vazoya sıkıştırdı, bağırmaya başladı: “Elimi çıkaramıyorum!”

Konfüçyüs; “Elmayı sıkı-sıkı tutmaktan vazgeçmezsen, elini çıkaramazsın.” Öğrenci biraz daha uğraştı, elmayı elinden bırakmak istemiyordu; ama sonunda mecburen bıraktı. Elini vazodan çıkardı. Konfiçyus’a sordu: “Elmayı vazodan çıkarmanın bir yolu var mı?”

Konfüçyüs, nasıl olacağını göstereyim dedi ve vazoyu ters çevirdi. Elma kendiliğinden vazonun içinden yuvarlanıp çıktı. Öğrenciler çözümün bu kadar basit olması nedeniyle gülmeye başladı.

Konfüçyüs, öğrencilerine elmayı göstererek dedi ki: “Göründüğü gibi basit değil, bazen bırakabilmek daha zordur. Eğer bir şeyi zorla tuttuğunuzda, ulaşmak istediğiniz şeyi engellediğini görüyorsanız, o zaman onu özgür bırakmalısınız.”

Hayatın akışında bazen ulaşmak istediklerinize onları yakalamaya çalışarak değil, onların size gelmelerine izin vererek ulaşabilirsiniz. Bazen en doğrusu olayları kendi akışına bırakıp müdahale etmemektir. Sorunlara bakış açınızı değiştirdiğinizde farklı çözümler bulabilirsiniz.

& & & & &

Lao Tzu’dan Öykü

Taoizmin kurucusu, Çinli filozof, yaşlı filozof olarak da bilinen Lao Tzu’dan bir öykü:

Efendim köyde yaşlı, çok fakir bir adam varmış. Ama kral bile onu kıskanırmış. Çünkü dillere destan bir beyaz atı varmış. Kral at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış. İhtiyar demiş ki: “Bu at, sadece bir at değil bir dost benim için. İnsan dostunu satar mı?” dermiş. Bir sabah bakmışlar ki, at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: “Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın.”

İhtiyar demiş ki: “Karar vermek için acele etmeyin, sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek olan sadece bu, ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi. yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç, arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”

Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler. Ama aradan 15 gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, kendi kendine dağlara gitmiş. Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler. “İhtiyar, sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün oldu.”

İhtiyar demiş ki: “Karar vermek için gene acele ediyorsunuz. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu, ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç, birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında fikir yürütebilirsiniz?”

Köylüler bu defa ihtiyarla dalga geçmemiş açıktan ama içlerinden bu herif sahiden gerzek diye geçirmişler. Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara demişler ki: “Bir kez daha haklı çıktın. Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.

erken karar vermeyin ile ilgili görsel sonucu

İhtiyar cevap vermiş: “Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz. O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu… Ötesi sizin verdiğiniz karar…”

Ama acaba ne kadar doğru… Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir neler olacağı size asla bildirilmez… Birkaç hafta sonra, düşmanlar çok büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkan yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler: “Gene haklı olduğun kanıtlandı. Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer…”

İhtiyar: “Siz erken karar vermeye devam edin. Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Tanrı biliyor.”

Lao Tzu, etrafına anlattığında öyküsünü şu nasihatle tamamlarmış: “Acele karar vermeyin. O zaman sizin de herkesten farkınız kalmaz. Hayatın küçük bir parçasına bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar aklın durması halidir. Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur. Buna rağmen akıl insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar. Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır. Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz. Karar vermek bilgelik gerektirir, unutmayın…”

& & & & &

Socrates ve Dostları

Ünlü Yunan filozof Sokrates her nasılsa bir ev yaptırmış: Eş dost merak etmiş nasıl bir ev diye, görünce evi, kimse dememiş güzel olmuş diye… Başlamışlar kusur bulmaya: Kimi içini beğenmemiş, kızmayın ama şanınıza layık değil odaları demişler. Kimi cephesine laf etmiş: Karşıdan görünüşü çirkinmiş. Hepsinin ortak görüşü de çok darmış bu ev. Kim sığarmış canım bu ev denen kulübeye? Koca Filozof Socrates: “Ah! Keşke bu evin alabileceği kadar gerçek dostum olsa!” demiş.

Günün Şiiri

Bence Sende Herkes Gibisin

Bence Şimdi Sen De Herkes Gibisin

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor

Onlardan kalbime sevda geçmiyor

Ben yordum ruhumu biraz da sen yor

Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece

Kaçıyorum bugün senden gizlice

Kalbime baktım da işte iyice

Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim

Maziye karıştı şimdi yeminim

Kalbimde senin için yok bile kinim

Bence sen de şimdi herkes gibisin

Nazım HİKMET

Günün Fıkrası

Bir gün Hoca sallana sallana yolda yürürken, biri arkadan ensesine kuvvetli bir tokat atar. Hoca neredeyse yere düşecek. Hoca hiddetle, “Ne cüretle vuruyorsun!”

Genç adam, biraz ukala bir tavırla, kısaca özür diler. Küçük bir hata yaptığını, Hoca’yı bir arkadaşına benzettiğini söyler. Ayrıca, Hoca’nın küçük bir tepeyi dağ haline getirdiğini belirtir.

Bunun üzerine, Hoca’yı mahkemeye gitmekten başka hiçbir şey tatmin etmez. Hoca ısrarlıdır ve genç adamın kabul etmekten başka çaresi yoktur. Kadıya giderler.

Kadı her iki tarafı da dinler. Ancak kadı genç adamın arkadaşı olduğundan, onu müşkül durumdan kurtarmanın çaresine bakarken, Hoca’yı da yumuşatmaya çalışır. “-Hoca, hislerini anlıyorum. Herkes aynı şeyleri hissederdi bu durumda. Şimdi ne dersin, bu genç adam kendine bir tokat atsa kabul eder misin?”

Hoca bununla tatmin olmaz, ısrar eder mahkeme yapılsın der. Bunun üzerine kadı, genç adama 5 kuruş ceza verir ve gidip getirmesini söyleyip kürsüden iner. Hoca, genç adamın dönmesini bekler. Bir saat geçer, iki saat geçer fakat genç adamdan ses seda yoktur. Mahkeme kapısının kapanmasına az kalmışken, Hoca kadının, en meşgul bir anında ensesine okkalı bir tokat atar ve ekler; “-Kusura bakma kadı efendi, daha fazla bekleyemeyeceğim. Gelirse şöyle öne, 5 kuruşu sana versin.”

Günün Sözü

Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse, derhal o andaki ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki tanıdıklarım benim hala eskisi gibi olduğumu düşünürler.

Bernard SHAW

Başkalarına karşı zafer kazanan kuvvetlidir, kendi nefsine karşı zafer kazanan ise kudretlidir.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here