Renk Aşkına Bakalım (1)

0
36

Değerli okurlarım, uzun zamandan beri makalelerime edebi bir giriş yapıyorum ve sizlerin memnuniyeti ile birlikte, inanın bende olağanüstü rahatlıyorum. Sanat ve kültür sayfamız, zaten adı üstünde. Burada, spor makalelerimize de edebiyatı bulaştırmamızın ve de bir ilke daha imza atmamızın mutluluğunu yaşıyoruz. Demek ki renk aşkı insanlarda türlü değişimlere neden oluyor.

Yazmak, yazabilmek, okumak, okuyabilmek sanıldığı kadar kolay bir hadise değildir. Renk aşkını özümseyerek sanatçı olmak ise başlı başına bir olaydır. Sabır, özveri ve de yürek ister, yoğun çalışmak gerektirir. Yaşamımızın her bölümünü onlar cezalandırabilirler. Örneğin, bir bebeğin yumuşak çığlığını atarak geliriz dünyaya. Tabii ebenin tokadını kıçımıza yedikten sonra… Daha sonra da yaşamın acımasız, gaddar tokatları başlar.

Tazecik ruhlarımızın, bedenlerimizin ilgi, sevgi bekleyen kimyasıyla başlayan ömrümüz, sürekli çoğalan, değişen, değiştiren hormonların sağladığı yordamla devam eder yoluna. Mutluluk, huzur, acı, korku, endişe vs. işte bu tür duyguların etkisiyle tepki veririz yaşama. Bazen de güler, gülümser ve bazen de somurtur ağlarız. En önemlisi de sevginin, deneyimin sanatla bütünleşmesidir belki. Birçok dalda renklenip ürünler verdiren bu yöntem, ağlarken güldürüp düşündürebilir bizleri.

Bu gelişmeleri sanatçılar oynayarak bize yansıtırlar. Her şeyi yapıp başarılı olurlar da, sadece çocuk olamazlar ve biraz da renk aşkında tam not alamazlar. Onlar da buna üzülüyorlar. Renk aşkı deyip geçmeyiz. Onu göz ardı edebilmemiz mümkün değildir.

Seyirci olmakla taraftar olmak arasında dağlar kadar fark vardır. Son dakika golleriyle alınan galibiyetler, kazanılan şampiyonluklar var ya… Meşin yuvarlak ağlara doğru giderken tribünlerde çıt çıkmaz. Ağlar havalandığı zamanki o geçen zaman yani 10-15 saniye, golü atan futbolcunun, özellikle fanatik taraftarların belleğinde yoktur, hayatta olmasına rağmen o zaman dilimini yaşamamıştır. Onların hepsi amatör ve yapılan taşkınlıklar da bundan kaynaklanıyor. Onlara anlayışlı olmak gerekiyor.

Hikâyeleri anlatabilmek de, dinleyebilmek de çok güzeldir. Hikâye denildiğinde insanın içine ilk düşen duygu samimiyet oluyor. Samimiyeti var edende duygudur, duygu da masumiyettir. Unutamayacağımız hikâyelerin odak noktasına baktığımızda bunu hemen görebiliyoruz. Bir yazar, renk aşkı, aşk masalı ya da sert bir hikâye yazsa da samimi olabiliyor. Burada konunun önemini göz ardı edemeyiz. Bu nedenle; elimize bir hikâye kitabı aldığımızda, oradaki kahramanların yerine kendimizi koyuyoruz, onlarla sevinip, onlarla üzülüyoruz. Bu duyguları yaşatanlar anlatıcının samimi duygularının hikâyeye yansımasıdır.

Birçok hikâyeler elden geçirilerek tiyatrolarda oynanıyor ve bizlere olağanüstü dakikalar yaşatan o isimsiz kahramanlara saygılı olmalıyız doğrusu. Herkes her şey olabiliyor ama sanatçı olamıyor. O işin mayasında sabır, çalışmak, özveri, hoşgörü ve renk aşkı vardır vesselam.

Yüz milyon nüfusa göz kırpan ülkemizde renk aşkı alabildiğine var. Eğer sağlam bir milli takım çıkaramıyorsak bu kader midir, yazgı mıdır? Kötü kader diyorsak, bunu güzelliğe çevirmenin bir raconu olmalı. Yan-yan yürüyenlere iyi futbolcu dememiz mümkün değildir. O da yürüyor da ondan…

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here