Popüler Kültür ya da Narkoz!

1
100

“-Konu eğitim, dolayısıyla klasik ve derin; dili kitabi, yani geleneksel ve ağır!”  

“-Neyi nasıl yazacağına karışmam söz konusu değil! Sorduğun için söylüyorum: Eğitimin sorunlarına neşter vururken kullandığın klasik, kitabi, geleneksel, derin ve ağır akademik dergi dili, güncel gazete okurunda narkoz etkisi yapabilir!”

“-Gerçek narkozun popüler kültür dili olduğunu tabi ki ben de biliyorum.. Sana popüler kültür diliyle yaz da demiyorum.. Kaldı ki üslubundan vazgeçmeyeceğini de biliyorum! Bence de vazgeçme! Okuma, anlama açısından emeğe değer!”

Bu cümleler Nihat Bey’e ait.. Ve fakat başlığın nedeni Nihat Bey’in (ki kendisini eğitime idealist yaklaşımı ve katkıları nedeniyle selamlıyorum) bu cümleleri değil.. Başlığın esin kaynağı, geçen haftaki yazıda bir vesileyle bir cümlesini aktardığım S. Seyfi Öğün Hoca’nın, “Kapitalizmin Kültürel Köpüğü” başlıklı makalesi..

Söz konusu makaleye geçmeden  önce, popüler kültürün derinlikli tanımını İbrahim Öztürk’ün, “Kapitalizmin bin bir yüzü ve sonuçları” adlı makalesine  atıfla yazmak istiyorum.. Öztürk, “bin bir yüzü var” dediği kapitalizmi; “kısa vadede kâr ve haz, uzun vadede acı ve yıkım getiren” şeklinde tanımlıyor ve ekliyor: “Öte yandan problem kapitalizmin batıp batmayacağı ile ilgili de değil. Zira bu düzen sayesinde batan insanlıktır.” (Zaman, 21.6.2010)

Seyfi Hoca, popüler kültürü, “Kapitalizmin Kültürel Köpüğü” olarak betimlediği makalesinde: “İdeolojilerin çöktüğü ilân edildikten sonra, köpürtülmüş kapitalizm insanlığı büzüştürme işini ciddiye aldı ve ‘kültür’ kavramını seferber etti” diyor ve devam ediyor… “Yeni kapitalizm, bir önceki dönemin sert, köşeli, ileri derece bir zımpara kâğıdına benzeyen kitle kültürünü, popüler kültürler şırınga ederek yumuşattı. Rafine edilmiş bir turizm kültüründen magazin dünyâsına, TV dizilerinden alternatif bilimler ve edebiyatlara kadar geniş bir alandır bu. Eğer Marx yaşıyor olsaydı, ihtimâl; dîni bir tarafa bırakır, insanlığın afyonunu popüler kültür olarak ilân ederdi.. Eski kapitalizmin rutinlerinden boşalan insanlığa bu kolaycılığı kabul ettirmek zor olmasa gerekir. Artık, ‘insan olmak sorumlu olmaktır’ diye çırpınan Sartre’ı kimse dinlemeyecek; onun yazdıklarından ilham alarak konumunu sorgulamayacaktır. Bu hafiflemenin bir bedeli olduğu muhakkak. (Yeni Şafak, 15.11.2012)

Seyfi Hoca, söz konusu hafiflemeyi bir başka makalesinde de şöyle irdeliyor: “Kapitalizm geldiği aşamada hayatı sadece düzleştirmiyor; aynı zamanda hızla sığlaştırıyor. Ayrıntılarına girecek değiliz; ama bu durumun tüketim kapitalizminin geldiği aşamayla da son derecede tutarlı olduğunu kaydedelim. Esas olan bu süreçte ortaya çıkan bazı tuhaflıklar. Bir kere süreç can acıtıcı kaba zımparalamalarla yaşanmıyor. Hayatı sarmalayan ve her biri eski zaman kuşaklarının fedakârane çabalarının ürünü olan tabakalar ya da katmanlar, çözücü kültürel kimyalarla aşındırılıp yok ediliyor. Bu çözücü kimya yok ettiği süreçleri aynı zamanda da incelten en etkilere sahip. Kısacası, sözü edilen bu kültürel kimya yok edeceği alanı estetize ederek işliyor. Bu süreçte iki husus birbirine karışıyor: inceltme ve çözme: O kadar ki, artık neyin incelmenin neyin çözmenin konusu olduğunu ayrımsayabilecek durumda değiliz.”

Seyfi Hoca bu durumu; “Light” ya da “soft” kavramları kadar, günümüz dünyasını açıklama kapasitesine sahip başka bir kavram olduğunu sanmıyorum” cümlesiyle tanımlıyor ve devam ediyor:  “Gerçekten de günümüz uygarlığı bir “light” ya da “soft” biçim ve biçemler ağı. Bu kültürel ağa takılmayan neredeyse hiçbir insanlık durumu yok. Hafifliğin dansettiği bu “light minimalist” mekân anlayışı, bedenleri hafifleştiren ve uçuculaştıran plastik bir ruhsallık deneyimi sunuyor. Ruhlar sanki bedenlerin ağırlığından kurtuluyor ve gökselleşip uçuculaşıyor.  Bu uçuculaşmayı, elbet ki bir derinlik değil; amaçları sorunlu, post modern göçebelik ya da daha bildik karşılığıyla turistik mâceralar bekliyor.  Bilimler, felsefe, sanat ve dinler de alabildiğine light kıvamlar kazanmış durumda. Ağır yazılar yazmak, ağır sözler sarfetmek, ağır hikâyeler anlatmak, derin bağlar kurmak ise entelektüel ağırlıklardır ve tavsiye edilmez. Çünkü bu ağırlıkların altına girmek çok can sıkıcıdır. Dokunmalar, dokundurmalar, tadımlıklar, imalar, özetlemeler yeterlidir. Dil ve düşünce bir ağırlık olmamalıdır. Kavrayış ya da anlama değil haberdâr olma yeterlidir.” (Yeni Şafak, 3.5.2012)

Nedenler bağlamında özetlersek, kapitalizmin “geleneksel, klasik ve maruf insani değerleri inkar ederek”  tasarladığı modern dünyalarda önce talep oluşturduğunu ve sonra da “kısa vadede kâr ve haz, uzun vadede acı ve yıkım getiren” popüler kültürleri tüketime arz ettiğini söyleyebiliriz.. Sonucu ise Marx’ın sloganlaştırılan “katı olan her şey buharlaşıyor!” yargısıyla özetleyebiliriz.. Slogan, literatürde kısa çarpıcı cümlelerin adına deniyor.. Slogan sözler daha çok propaganda amaçlı kullanılıyor.. Propagandanın, popüler kültürdeki adına ise reklam deniyor.. Çarpıcı reklamlar her ne kadar duygu ve düşünce derinliğine etki yapsa da, bunların tüketim amaçlı yüzeysel sığlıkta olduğu hem talep edenler hem de arz edenlerce  biliniyor.. Ve fakat bilinmezlikten geliniyor! Bu popüler kültür karmaşasında da, bilenlerle bilmeyenler birbirine karışıyor.. Bilenlerle bilmeyenlerin bir olduğu toplumlara da cehalet toplumu deniyor.. Cehaletten çıkışın yolu da  klasik ve derin “kutlu bilgiler” içeren geleneksel “marufu emredip, münkeri nehyeden” kitaplı eğitimden ve eğitimcilerden geçiyor..

Selam ve saygılar…

1 YORUM

  1. Size tümden katılmamak mümkün değil. Sizi saygıyla selamlıyorum “Kıymetli Öğretmenim”. Aksi söylense bile tutum ve ideallerinizden asla ödün vermeden yolunuza ve kendi doğrularınıza devam edeceğinizi biliyorum. Sizi de Gürcan Öğretmen yapan budur. Her ne iseniz, lütfen o olmaya devam edin.Saygılarımla…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here