Özgür Bir Ruhu Kim Görebilir Ki?

0
91

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah yine erkenciyim. Elimi yüzüme dayayıp kayıp gidiyorum bu diyardan. Dolaşıyorum, derya deniz, rüzgârla el ele vermişim. Dalıyorum ağaçların içine, secde ediyor dallar, yapraklar, huşu içinde, Allah, Allah diyerek. Dolaşıyorum ruhumun derinliklerinde, indikçe iniyorum. Eriyinceye kadar bir hamur parçası gibi… Saatler geçsin, günler, aylar, yıllar hep böyle kalalım derinlerde. Hışırtısında eriyelim ağaçların, denizin gizeminde yok olalım istiyorum.

Ancak bu dönüşsüz gidişe çok var daha! Her elimizi çenemize dayadığımızda hazırız gibi görünsek de sonsuza karışmaya. Her defasında bir ses bir seda ile “dön geri” oluyoruz huzursuz bir hayatta!

Bir hırka bir lokma kendinden sıyrılıp evrende, bir toz zerresi olamıyorsan. Aslında her defasında uzaktan çok uzaktan gelmiş gibi yorgun, seslere yabancı, görüntülere uzak ama yine de benliğinin emrindeysen ondan kurtulmamışsan? Daha çok git-geller var yaşanacak bu hayatta!

Kıskanç benliğimiz! İstemez ondan ayrılmamızı sanki asıl sahibimiz o ve biz bir köle gibi döneriz ona her defasında! Ancak o ayrımında değil daha asıl onu köle etmek için dönüşümüz her defasında! Yoksa kitaplar, yazılar çizgiler düşünceler ne işe yarardı? Ya tefekküre dalmamız? Bütün bunlar onu yok etmek için birer araç aslında, bu yüzden her çağrısında dönüp gelmemiz? Ondan kurtulmak için yine onu kullanırız! Hem onunla görünür,  hem onsuz yaşayabiliriz? Her saniye görünmez olabilir, dağları taşları dolaşırken engin denizleri aşarken arşa doğru süzülürken bir tüyden hafif yinede bilgisayar başına geçip yazı yazabiliriz!

Havuzda düşüncelere dalıp kanatsız kuş olabiliriz, solungaçsız balık. Güneşi emerken bedenimiz eriyip yok olabiliriz sıcağında bir buhar bir seda olabiliriz!

Ve bütün bunlar olurken benliğimiz ve başkaları onun emrindeyiz sanır!! Oysa bedenden sıyrılmış özgür bir ruhu kim görebilir ki? Kim esir alıp köle yapabilir ki? Uzak olsun bizden ruhun beden hapishanesi. Lal olsun dillerimiz… Allah aşkıyla erisin aklımız, fikrimiz, vicdanımız, düşüncelerimiz hür, özgürlüğümüz ve kardeşliğimiz hür olsun yedi düvele örnek.

Ve bu günlerde birbirimize özgürlüğümüze ve demokrasimize her zamankinden daha çok sahip çıkabilmek için hep birlikte ayrımsız gayrımsız, sevgiyle, sağlıkla, hür iradeyle kalalım sevgili okuyucularım. Yase

& & & & &

Hakiki Muhabbet Nedir?

Kırılan iki arkadaştan biri, uzun bir aradan sonra diğerinin kapısını çalar. “-Kim o?” diye seslenir içerdeki. “-Benim” der kapıyı çalan.

“-Burada ikimize birlikte yer yok” diye cevap verir öbürü.

Aradan uzunca bir zaman geçer… Yeni bir umutla tekrar çalar sevdiği arkadaşının kapısını. “-Kim o?” diye sorar yine içerdeki.

“-Sen’im” der bu sefer. Ve kapı sonuna kadar aralanır.

Hz. Mevlânâ da; “Birisinin kalbinde taht kurmak, sevgisini kazanmak istiyorsanız, öylesine sevmelisiniz ki, benliğinizi bırakıp âdeta o olmalısınız” diye anlatır hakiki muhabbeti.

& & & & &

Öğüt

Bir gün Emir Süleyman Pervane, Mevlana’dan kendisine öğüt vermesi için ricada bulunmuştu. Mevlana, bir zaman düşündükten sonra: “Emir Pervane, Kur’anı ezberlediğini duyuyorum, doğru mu?” dedi.

Pervane: “-Evet.”

“Ayrıca, Şeyh Sadreddin’den hadis ilmi okuduğunu da duydum.”

“-Evet doğrudur.”

Bunun üzerine Mevlana şöyle buyurmuştu: “Mademki, Tanrı ve onun peygamberinin sözlerini okuyorsun… O sözlerden öğüt alamıyorsan, hiçbir ayet ve hadis’in emrine uyamıyorsan, benim nasihatimi nasıl dinler ve ona uyarsın.”

Pervane, bu sözler üzerine ağlayarak dışarı çıkar.

& & & & &

Devlet Adamı İkiyüzlü Olmaz!

Yusuf Kamil Paşa ve davetliler önceden bildirilen mükellef yemekleri iştahla yedikten sonra, meyve faslına geçilir. Masaya buzlu çilekler gelir. İlk olarak uzanan Yusuf Kamil Paşa, çatalını sapladığı iri bir çileği ağzına götürürken kazara masadaki tuzluğun içine düşürür. Ama ziyan olmasın diye tuza bulaşmış çileği alıp yer. Berbat bir tat verdiği halde bozuntuya vermez ve masada bulunanlara: “-Arkadaşlar, tuzlu çilek hiç de fena olmuyormuş, isteyen deneyebilir” diye tavsiyede bulunur. Bunun üzerine birkaç kişi dener. Bunlar: “-Paşam gerçekten nefis oluyor…”

“Bundan sonra çileği hep tuzlu yemek isterim.” “Tuzlu çileğin lezzetini keşfetmekte geç bile kalmışız” gibi asılsız, Paşa’ya yaranma hedefi güden şeyler söylerler.

Kamil Paşa, o esnada masada bulunan, yardımcılarından, yeri geldiğinde sözünü esirgememekle tanınan, Minas Efendiye de: “Arkadaşların görüşleri için sen ne dersin Minas Efendi” diye fikrini sorar.

Minas Efendi kendisinden beklendiği şekilde cevap verir: “Paşam, bu adamlar özel hayatlarında bu düşüncelerini söyleseler üzerinde durulmaya değmezdi. Fakat devlet hayatında da böyle ikiyüzlü davrandıkları için, memlekette işler bu yüzden kötüye gidiyor!”

& & & & &

Devlet ve Din Uğrunda Ölmeye Geldiler

1853 senesinde Rus ordusu, Tuna kıyısındaki Silistre kalesini kuşatmıştı. Buraya yardım için memleketin her tarafından akın akın gönüllü geliyordu. Bunlar arasında Aydın’ın tanınmış efelerinden 100 kişi ile Isparta eşrafından birçokları vardı. Gelenlerden en çok dikkat çeken biri de 7 yaşında, mükemmel silahlanmış bir çocuktu. Kale kumandanı bu çocuğa hayretle bakarak: “Bu kimdir?” diye sordu.

Babası selam vererek öne çıktı ve: “Oğlumdur efendim. Moskofa karşı harp açıldığını duyunca bir türlü yanımdan ayrılmadı. Din ve devlet uğrunda ölmeye geldi.” Bu sahne bütün askerlerin gözlerini yaşarttı. Kumandan çocuğu okşadı.

Harp başladıktan sonra bu Anadolu çocuğu babasının yanından ayrılmadı ve onunla beraber savaştı. Hatta bir hücumda babası esir düşerken onu kurtarmağa muvaffak oldu.

Günün Şiiri

Gönül

Evvel sen de yücelerden uçardın

Şimdi enginlere indin mi gönül

Derya deniz, dağ taş demez geçerdin,

Karada menzillin aldın mı  gönül.

Yiğitliğin elden gitti yel gibi.

Damağımda tadı kaldı bal gibi

Hoyrat eli değmiş gonca gül gibi

Bozulmuş bağlara döndün mü gönül

Hasta olsan yatağın istersin

Kadir Mevlam sağlığını göstersin

Cennet i Aladan bir köşk dilersin

Boynunun farzını kıldın mı gönül

Karacaoğlan der ki, söyle sözünü

Hakka teslim eyle kendi özünü

El içinde karalama yüzünü

Yolun doğrusunu buldun mu gönül.

Karacaoğlan

Sıfırın Tekrarı

Raylara atılmış bir frezya görmüştüm rüyamda

Üstüme sinmiş gar kokusundan tanıdılar yalnızlığımı

Maviye boyalı karakol kapılarında geceye yakalandım

Döndüm işte kaçak yaşadığım o şaşkınlıktayım

Adımı düşüremedim arama tutanaklarının kuşatmasından

Suların şarkılarda gezindiği dinginlik

Sandalın denizde dalgalanışı, kendini tekrarı dalganın

Bir kadeh rakı, sabahı yok bir beyaz yağma

Yokluğunda her yer herhangi bir yer

Ha perdesiz pencereler ha sorgu odaları

Yokum işte yokum anlamıyor musun

Ölümü bekleyen yaşlı adamların duyuşundaki beyhudelik

Okula giden çocukların adımlarındaki mahmurluk gibi

Yokluğunda her kadın herhangi bir kadın

Tekrar ediyor içimde sıfır kendisini, gel artık

Gülüşü olmayan aynaların zalimliğinden

Beladan, boş vermekten, aranmaktan

Geçmişimden, kimliğimden, sıfatlarımdan

Otel adları ezberlemekten bir de yoruldum

Müşkül, kördüğüm ve sitem doluyum ayak seslerine

Tut elimden, dilimi ağzındaki kâğıdın üstünde çöz

Tekrar  ediyor içimde sıfır kendisini, gel artık!

C.Hakkı ZARİÇ

Günün Fıkrası

Kadılığın Zorluğu

Bir toplantıda, söz dönüp dolaşıp kadılığa yani hakimliğe gelir. Orada bulunanlardan biri şöyle der: “-Kadılığı, taraflardan birinin yüksek makamları işgal edenlerden olması zorlaştırıyor.”

Sohbetin tam burasında, nüktedanlığı ile tanınan Molla Hızır Bey söze karışma gereksinimi duyar: “-Bunda bir zorluk yoktur. Makamca yüksek olanın lehinde kararı verirsin. Dava hallolur. Esas zorluk, iki tarafın da makamca yüksek olması durumundadır.”

Günün Sözü

Aklın öğütlediği her şeyi tutkuya kapılmaksızın yerine getirmek için sağlam bir kararlılık gerekir. Bence erdem, bu karar sağlamlığıdır.

Var olan her şeyin yok olandan gelmesi imkânsızdır.

Sevgi sağlığa yararlı, nefret ise zararlıdır.

Descartes

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here