Onlar Sizin İçin Öldüler

0
120

Değerli Okurlarım, bazı suskunluklar ya da sessizlikler, sağır edicidir. Bir zamanlar şöyle söylerdik. Suskunluğumuz çok şeylere gebedir. Gerçekten de bazı sessizlik, suskunluk öyledir. Şimdi sizlere küçük bir paragraf sunacağım. Küçük dediğime bakmayın, inanın roman gibi içerikli.

“…Deniz odaya alınmıştı. Biraz sonra can vereceği darağacı tam karşısında duruyordu. Deniz’i darağacına çıkardılar ve odaya Yusuf’u getirdiler. Yusuf pencereden Deniz’in son nefesini verişini izledi. Yusuf infaz edilirken de, Hüseyin’i odaya getirdiler. O da saniye-saniye Yusuf’un infazını gördü.

Deniz’in infazını unutamıyorum. Yirmi beş dakika sürdü. 86 yıllık yaşamımdaki o çaresizliği anlatamam. Gözümün önünden gitmeyen bir başka sahne ise, idam cezasını veren mahkemenin başkanı Ali Elverdi’nin bir ağaca yaslanarak infazları izlemesidir…”

6 Mayıs 1972…Yoldaşlarım Mamak Cezaevinden gece yarısı katliam mahalline getirildiler, sonra oralarda sıkıyönetim ilan edildi. Ben ise, o ceza evinin en fazla yüzeli metre aşağısında tek odalı bir gecekonduda ikamet ediyorum. Gece yarısı 04.00’e geldiğinde yoldaşlarımın can verirken çıkardıkları o sesleri adeta hissediyorum. Çaresizim, öyle bir çaresizlik ki anlatılamaz.

öcal sanat2

Katliamdan sonra yoldaşlarımın avukatı Halit Çelenk’le Ulus’ta karşılaştık. Benim üç fidana yakınlığımı çok iyi biliyordu. Bir yere oturduk ve yoldaşlarımın vefatını ayrıntılı biçimde anlattı. Halit Çelenk’in rahatsızlığı bir hayli ilerlemişti ve vefat ederek üç fidanın yanına gömülüyor.

Bunları anlatırken çok önemli bir gerçeği de söylemek, hatta altını çizerek söylemek durumundayım. Doğal olarak bilinen şeyler…

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca yaptığı en iyi şey, idam cezalarını kaldırmasaydı (!) Her şerde bir hayır vardır misali bebek katili yakalanmış ve o günkü yasalara göre Apo idam edilmeliydi. “Sıkıysa as” durumu ve idam cezası kaldırıldı.

Türkiye çağdaş bir adım attı adil olma yolunda. Her kim hangi suçu işlemiş olursa olsun, devletin onu öldürme hakkı yoktur.

Öldürme bir intikam alma biçimidir, suçu ıslah etme ya da toplumu korumak adına suçluyu tecrit etme değil. Anlatmak istediğim, Deniz Gezmiş ve arkadaşları 3’e 3 mantığıyla, intikam adına asıldı. Süleyman Demirel TBMM’de yoldaşların idamı oylanırken yerinden fırlayıp arkasındaki arkadaşlarına bakarak “Evet” diye bağırırken nasılda hırslıydı. Bu ülkeyi hep sağ ve muhafazakâr iktidar yönetti. Şimdi geçmişle hesaplaşma adına atılan nutuklara hayret etmemizin nedeni bu. Ülkemizde suskun zavallıların sayısı kabarık olduğundan, 3 fidanın neden katledildiğini kimse anlayamadı bir anda.

1 Mayıs’lar coşkulu geçiyor deniliyor ya, tabi ki bir nedeni var… Her şey değişiyor. Bayramlar kalacak mıydı? Hayır, kalkacak sinyalleri çoktan verildi. Bayramlarda askere yönelik bütün simgeler kalkıyor. Resmigeçit dönemi de bitti. Artık hiçbir törende geçit yok.

Türkiye’nin tek ulusal bayramı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı olarak kalıyor. Onu da kaldırırlardı ya, utanma belası. Her ülkenin bir milli günü var ya, işte ondan kalıyor. Tam bağımsız ve demokratik Türkiye için canlarını veren Deniz Gezmiş ve kader arkadaşlarının mücadelesi tüm devrimcilerin, ilericileri ve de Atatürkçülerin yoluna ışık olacaktır.

Gönül Köşemden sütunlarında katledilen yoldaşlarımla olan anılarımı anlatacağım. Ruhlarını şadetmek için elimden başka bir şey gelmiyor. Tüm yoldaşlarımın mekânı cennet ruhları şad olsun…

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Gönül Köşemden

Suskun Zavallılar

Değerli Okurlarım, tam bağımsız, demokratik bir Türkiye özlemiyle yola çıkan ve bu uğurda da canlarını veren tüm devrimcileri, yoldaşlarımı sevgi ve özlemle anıyorum. Günümüzde faili meçhul cinayetler, uyuşturucu kaçakçıları, çek-senet mafyaları, kanunsuzlar ortada kahraman gibi dolaşırken, örümcek beyinlilerin meclise girerek ülkeyi idare etmelerini de hesaba katacak olursak, üç fidanın ne kadar haklı olduklarını da anlamış oluruz. Onlar okul koridorlarında gazoz kapaklarıyla futbol oynayan gençler. Ve o fidanlara kıydılar.

Oysa bağımsız ve demokratik bir ortamda yargılanmış olsalardı, inanın alacakları ceza altı aylık mahkûmiyetti. Resmiler acımadan astılar. “Bana sağcılar cinayet işletti dedirtemezsiniz” diyen kişinin de katkısı bir hayli fazla.

Boyunlarından darağacında sallanan yoldaşlarım, ne çektilerse sizin için çektiler. Bu fedakârlığa değer misiniz? Sizleri kendileri gibi gördüler ama sizler insan olamadınız. İstiklal Savaşı’nın kazanılmasında sizlerin katkısı olduğuna hiç inanmıyorum. Yazdıklarımı okumakta, anlamakta zorlanıyorsunuz biliyorum suskun zavallılar… O zaman Allah’ı kandırmak için camilere doluşun. İbadette “Temiz Kalp İsterim” buyuruyor Cenab-ı Allah… Bunu unutmayın…

Sinan Cemgil ismini hiç duydunuz mu? 40’lı yıllarda üniversite mücadelesinin önde gelen aydınlarıydı. Adnan-Nazife öğretmenlerin oğluydu Sinan Cemgil. Bu aydın öğretmen çiftin 1944’de dünyaya gelen tek çocuğuydu. Nitelikli bir kültür ortamında yetişen Sinan, çok başarılı bir öğrenci oldu. Çok okur ve okuduklarını da arkadaşlarına aktarırdı. ODTÜ’de mimarlıkta iken devrimci mücadeleye katıldı, teorik derinliği ile öğrenci liderlerinden oldu.

Köylüleri toprak ağalarına karşı ayaklandırmak için gittiği Nurhak dağlarında jandarmalar tarafından vuruldu. Annesi Nazife Öğretmen oğlunun cesedini almaya gittiğinde çantasından neler çıktı biliyor musunuz? Dört adet kitap, bir dilim ekmek ve bir baş soğan. Suskun zavallılar, sizler bir poşet nohut, 1 torba kömür çıktığını düşündünüz değil mi?

Anılarımı anlatacağım ama daha önce bir itirafta bulunmak istiyorum. Onlar gibi günün 24 saatini parka, palaska, bot ile geçirmedim. Keskin bir solcu olduğumu herkes bilirdi. Onlarla İstanbul’a gittiğimde Beyazıt Meydanlarında boyutlarımı aşardım. Bir defasında Deniz Gezmiş, Mahir Çayan gecenin bir vakti benim eve geldiklerinde “Öcal abi tecrübenden hazırladığın metinlerden yararlanıyoruz. Bu yetiyor da, artıyor da. Çocukların askeri okuldalar, ileri gidersen o günahsızlar zor durumda kalabilirler…” demişlerdi. Bu uyarı o güne kadar hiç aklıma gelmemişti. Aksi halde en küçük oğlumda dünyaya gelmezdi, bu anılarımı da yazamazdım.

Sinan Cemgil üç lisan bilirdi. Birikimli ve etkileyici bir liderdi. Lider de öyle olmalı. Onlar benim eve geldiğinde karanlıkta oturur, konuşurduk. Konuşma arasında Sinan, “Ben bunlardan yaşça büyüğüm ama bunların boyu benden uzun” demişti. Karanlıkta kahkahayla gülmüştük.

Bir kış günü Ankara -15 hatta -17 derece. Önemli bir toplantıdan çıkmıştık. Militan konumundaki beş yoldaşım ve ben. Bankadan toplantıya gittiğim için kıyafetim düzgün, yani Grant tuvaletim. Gece saat ikiyi geçiyor. Suskun zavallılar şikâyet etmişler ve yanımızda bir polis minibüsü durdu, ellerindeki tomsonlarla dürterek bizi içeri soktular. Gözlerimizi bağladılar. Nereye gittiğimizi bilmiyoruz ve sessizlik hakim. 15-20 dakika sonra minibüs durdu, karanlık bir sokak ve “Yürüyün Lan” diyerek biri bir yere soktular.

Gözlerimizi açtılar ya her taraf karanlık. Hepsi sivil giyimli ve iri yarı olanı “Söyleyin lan Deniz Gezmiş ve arkadaşları neredeler?” Bunu söylerken kafama ve kulaktozuma en azından on cop darbesi yediğimi hatırlıyorum. Ilık-llık bir şeyler sırtıma doğru akmaya başladı. Bir havuz vardı ve buz tutmuş gibiydi. Gözlerim karanlığa alışınca görebiliyordum. Onlara olumsuz cevap verince, beni elbisemle havuza sokup çıkarttılar, coplarla dövmeye başladılar. Ve o anda müthiş bir patlama oldu, polisler patlama olan kapıya yöneldiler, bunu fırsat bilerek militanlara kaçalım dedim. Can havliyle kaçarken Mamak Semtinde olduğumuzu anladım. Bir yoldaşın evine kapağı attık.

Bir süre sonra Deniz ve Sinan bana geçmiş olsuna geldiler. Sinan “Öcal Abi hayatta olduğuna hala inanamıyorum” dedi. Deniz araya girdi; “Ben Öcal abinin yakındığına, birilerini çekiştirdiğine ve özellikle ahh dediğine hiç tanık olmadım” dedi. Kulaklarıma aldığım darbelerden dolayı işitme kaybı başladı. Şimdi cihazlarla idare ediyorum. Onlar öldüler, biz yaşıyoruz da n’oluyor? Hepsinin mekanı cennet olsun.

Mutlu olun, mutlu kalın… SAYGILARIMLA

Günün Nabzı

Üç Fidan

Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan’ın dışında, yine etkili isimlerden Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Levent Şimşek… Üç fidanın katledildiklerini biliyoruz da, Levent yoldaşında bir faşist kurşununa hedef olduğunu söylemeliyim. Diğerlerinin ve yüzlercesinin akıbetleri meçhul…

68 kuşağının öncüleri olarak isim yapmışlardı fakat tabi ki doğumları o değildi. Hepsi 1947-48 doğumlu Sinan Cemgil 1944’lü idi. Bu bizim kuşak. Onları tanımış olsaydınız üzüntünüz daha fazla olacaktı. Beyaz perde sanatçılarına taş çıkartacak durumdaydılar.

Deniz Gezmiş, uzunca yüzlü, hayran olduğum siyah dalgalı saçları vardı. Boyu da basketbolcular gibi uzundu. Hep sakallıydı, bazen bıyık bırakırdı. Metin Oktay hayranıydı. Hakemleri aldatmaya bayılırdı. Memur çocuğu idi…

Mahir Çayan, koyu kahve saçlı, kaytan bıyıklıydı. Güzel Türkçesi vardı, saz çalar ve türkü söylerdi. Bu yoldaşların ortak özellikleri ise; toprak rengi benekli pantolon-montgomery ve kalın palaska takarlardı. O giysiler onların üniforması idi.

Şu anda bir adada tutuklu olan Apo var ya, o zaman tam anlamıyla bir çömezdi. O zibidiyi ite kaka bir noktaya getirdiler. Onlar öldükten sonra da katillerin lideri oldu. Ancak, o fidanlar tam anlamıyla birer delikanlıydı. Unutulmaları mümkün değil. Onların yol arkadaşı olduğum için kendimi şanslı sayıyorum. Nur içinde yatsınlar…

Günün Sözü

Fidanları Kesen Ormansız Kalır!

Öcal’dan İnciler

Yaşlı Orman Genç Fidan İster!

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here