Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Teker teker toprağa verdiğimiz Mehmetçiklerin ağıtları yeri görü inletiyor. Acımız gittikçe artıyor her gün “bugün son” diyoruz çünkü söz öyleydi ama her gün bir öncekini aratıyor, daha çok acıtıyor ve biz bu acılara alışmayacağız, her saniye lanet edeceğiz teröre ve destekleyenlere.
Ve Sayın Kılıçdaroğlu’nun “adalet” yürüyüşünün yankıları sürüyor. On maddelik manifestosu ise herkes tarafından konuşuluyor ve konuşulmaya devam edecek. Adam yola yalnız çıktı, kimseye eşine bile birlikte yürüyelim demedi. Ama konu “adalet” olunca herkes ardından geldi. Çünkü herkese adalet lazım her saniye… O kimseye ne bir kötü sözde, ne bir imada, ne de bir sitemde bulundu. Yoluna gübre döküldü, teşekkür etti. Bir yanağına vurulunca diğerini gösterdi. Tehdit edildi.
Teröristlerle, Fetö’cülerle yürüyor dendi. Hiç tepki vermedi. Ve sonunda amacına erdi. Bitiremez, sağlığı elvermez dendiği halde, alnının teri, ayaklarının ve destekçilerinin sayesinde, önyargısız ve kimseyi ötekileştirmediği için yürüyüşünü sağlıkla sevgiyle tamamladı. Ve üstelik Maltepe meydanında saatler süren bir konuşma ile noktayı koydu. Dosta düşmana gösterdi ki sağduyulu, birlik ve berberlik içinde hareket edilirse bir tek kişinin bile canı yanmaz, burnu kanamaz… Doğrusu kutluyoruz ve başkan böyle olur diyoruz. Seversiniz, sevmezsiniz o başka ancak takdiri hak edeni takdir edersiniz.
Ve sevgili okuyucularım hava sıcak ve haberler sıcak, biz sıcağa katkı yapmayalım diye uzatmadan Mesneviden öykülerle devam ediyoruz. Sağlıkla, sevgiyle hep birlikte ayrımsız gayrım sız kalalım her zaman… Yase
& & & & &
Fare ile Kurbağanın Arkadaşlığı
Korulukta gürül gürül akan ırmağın kıyısındaki yosunlu kayalar arasında bir sabah Su Kurbağası ile Fare karşılaştı. Selam sabahtan sonra hayli söyleştiler. Arkadaş oldular.
Ertesi gün tekrar buluştular. Gün boyu birbirlerine arkadaşlık ettiler. Birlikte yiyecek aradılar, birlikte dolaştılar. Akşam karanlığı inmeye başlayınca da yine, Fare kayanın kovuğuna, Kurbağa suyun dibine çekildi.
Sabah açılınca, Kurbağa sudan çıkarak sesleniyor, Fare kovuktan çıkarak birlikte geziyor, söyleşiyorlardı. Fare, ‘sevgili dostum’ dedi, ‘geceleri sıkılıyorum bazen, sana öyle alıştım ki’ Kurbağa, ‘ben de’ dedi, ‘ama ben suda kalmalıyım, yapabileceğimiz bir şey yok’ Fare, ‘düşündüm de’ dedi, ‘geceleyin de görüşebiliriz’ ‘Nasıl?’ diye sordu Kurbağa.
Fare, ‘senin ayağına bir ip bağlayalım, diğer ucunu da ben kuyruğuma bağlarım. Gece canımız sıkıldığında, ipi oynatırız, sen sudan çıkarsın’ Kurbağa fikri parlak buldu, ‘tabi ya’ dedi, ‘şimdiye kadar niçin düşünemedik bunu’ Bir ip bularak bağladılar. Artık geceleri de görüşebiliyorlardı.
Ne var ki, Fare’yi bir zamandır izleyen Alaca Karga karanlık inip de yuvalarına çekilmeyi düşünürlerken, hızla inerek Fare’yi kaptı, havalandı. Fare’yle birlikte havalanan Kurbağa, hayıflanıyor, kendi kendine, ‘Kendi dengi, kendi cinsinden olmayan biriyle dostluk kurarsan olacağı budur’ diyordu.
Bu hikayede alaca karga ölümün sembolüdür. Su kurbağası ruhu, fare de bedeni temsil eder. Kurbağa temizdir, fare ise hoşa gitmeyen kirli bir hayvandır. Temiz bir varlığın, kirli bir varlıkla dost olması, onu felakete sürükler. Nefsini terbiye edip ruhunu yüceltmeyen, bedeninin rahatına düşkün insanlar; farenin peşine düşmüş kurbağaya benzerler.
& & & & &
Mecnun ve Devesi
Mecnun, Leyla’sının köyüne gitmek için dişi bir deveye bindi. Bir süre yol aldılar. Mecnun’un bütün derdi, sevgilisinin köyüne bir an önce ulaşmaktı. Dişi deve ise geride bıraktığı yavrularını düşünüyordu. Onun da tek derdi, bir an önce geriye dönüp yavrularına kavuşmaktı.
Mecnun bir an dalıp gittiğinde deve geriye döner, köye yavrularına kavuşmak için koşmaya başlardı. Mecnun kendine geldiğinde, devenin yönünü tekrar Leyla’nın köyüne doğru çevirirdi.
Bu yolculuk iki-üç gün böyle, iki ileri bir geri devam etti. Mecnun yıllardır yollardaymış gibi şaşırıp kalmıştı. Baktı ki bu yol böyle bitmeyecek, devesinden indi ve, ”Ey deve! İkimiz de aşığız, ama sevdiklerimiz farklı yerlerde. Biz birbirimizle yol arkadaşlığı yapamayız. Beraberliğimiz ikimizi de hedefe ulaştırmayacak. En doğrusu biz yollarımızı ayıralım” dedi ve deveyi serbest bıraktı.
Bu hikayede Mecnun insan ruhunu temsil eder. Ruh rabbine aşık olduğundan ona doğru gitmek ister. Fakat nefis devesi, maddi arzularının peşinden koşarak ona devamlı engel olur.
& & & & &
Avlanmaya Çıkan Aslan, Kurt ve Tilki
Bir gün, aslan, kurt ve tilki avlanmak için dağa çıkarlar. Avlanırken geniş arazide daha çok av yakalamak için birbirlerine yardım etmek için aralarında sözleşirler. Aslanın, kurt ve tilkiyle arkadaşlık yapmak zoruna gitse de, yoldaşlığını ikram ve lütuf olarak görür.
İşleri rast gider. Bir yaban öküzü, bir dağ keçisi, bir de tavşan avlarlar. Avlarını kanlar içerisinde sürükleyerek ağaçlık bir subaşına getirirler. İyice yorulmuşlar ve acıkmışlardır. Özellikle kurtla tilkinin, ağzının suyu akmaya başlar, paylarını bir an önce almanın hırsı içerisindedirler. Ormanlar padişahının, bu avları adaletle paylaştırmasını beklerler. Aslan, kurtla tilkinin açgözlülüklerini fark eder fakat sesini çıkarmaz. Yüzlerine gülerken, kendi kendine, “Dağıtacağım paya, adaletime güvenmeyene ben ne yapacağımı bilirim” diye düşünür.
Aslan, ”Ey tecrübeli ve ihtiyar kurt, avladığımız hayvanları aramızda adaletli bir şekilde paylaştır. İyi bir adalet ortaya koy, vekilim sensin.” Kurt, “Padişahım! Sizin büyüklüğünüze, iri ve büyük olan bu yaban öküzü yakışır. Çevikliğinize ve semizliğinize uygun düşer. Keçi, orta boyda ve irilikte, o da bana uygun düşer. En küçüğümüz tilki olduğuna göre, avımızın en küçük parçası olan tavşan da onun hakkıdır” der.
Aslan bu paylaştırma karşısında kızıp kükrer, “Ey kurt! Nasıl paylaştırdığını pek anlayamadım. Ey kendini bilmez eşek! Yaklaş ve karşıma geç de bir daha söyle” der. Yanına yaklaşınca bir pençe vurarak kurdu parçalar. Aslan tilkiye: “Ey tilki! Şimdi bu avları adaletli bir şekilde sen paylaştır bakalım.” Tilki önce aslanın önünde saygıyla eğilir, yer öper sonra, “Bu semiz yaban öküzü, efendimizin kuşluk yemeğidir, güne bunu yiyerek başlarsınız. Şu keçi de aziz padişahımıza, öğle yemeği için güzel bir yahni olur. Lütuf ve kerem sahibi sultanımızın akşam yemeğindeki çerezi de tavşan olsun” der.
Aslan, “Ey tilki, adaletin ışığını sen yaktın. Tam hakça paylaştırdın. Söyle bakalım, bu taksimi kimden öğrendin?” Tilkikuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırıp kurnazca gülerek, “Kurdun başına gelenlerden efendim, kurdun başına gelenlerden” der. Aslan, “Alçak kurdun başına gelenlerden ibret alıp hikmetle davrandığın için, bütün avları sana bağışlıyorum” diyerek tilkiyi ödüllendirir. Paylaştırma işi önce kendisine verilmiş olsaydı, kurdun akıbetine uğrayacak olan tilki, avların taksimini kurttan sonra yapmış olmaktan dolayı yüzlerce kere şükreder.
Bizler de, dünyaya sonradan geldiğimiz için şükredelim. Geçmiş nesillerin helak olma sebeplerinden ibret alıp tilki gibi kendimizi koruyalım. “Yeryüzünde gezin, dolaşın, peygamberlerini yalanlayanların sonunun ne olduğunu görün” (Al-i İmran 3/37).
Günün Şiiri
Kurutulmuş Yapraklar, Şairler ve Çiçekler
Ben, sayfaları arasında sarı yapraklar, şairler, kurutulmuş çiçekler
Barındıran bir sanat dergisiyim; okumayı bırakmış bir öykücünün kitaplığında
Güneşi bekleyen; hani o titreyip, nasıl batacağını unutmuş gölgeli güneşi
Yağmuru izleyen; bir gün yağar, canlanır şairlerim, kuru yapraklarım diyen
Ben şafak delisiyim, o dergideki kurumuş şairlerden birisiyim
İkinci dördün ay resimli pulla göndermiştim size şiirimi
Kim bilir hangi emeklerle basmıştınız beşinci sayfaya, desenle dizelerimi
Siz şimdi yaşamayan bir dergi izleyicisi, ne iyi seçerdiniz renkleri, sesleri
Kahveden koşup almaya gitmesi ayrı bir beğeniydi, tavlayı boşuna kapatarak
‘Bu ay da çıkmadı, gelecek aya az kaldı nasılsa’ diye avunmanın elebaşı renklerini
Başımıza taç yapardık, derginizin savunulmaz renklerle döşeli sayısını
‘İşte şiirim beşinci sayfada’ şimdi bu korkunç düşünceler, kurutulmuşlar arasında
Ölmüş bir yığın şairin ortasında tutuşmuş, sanki son dizeler mezar taşı tutanağı
Size son kez soruyorum basıp basmayacağınızı, siz yıllar sonra yanıtlıyorsunuz
‘Gelecek sayı önünüze kıpkırmızı bir ekran parçası, unutulmuşlar özel sayısı’
Düşümde görüyorum Cağaloğlu merdivenini
Yaşar Nabi, Sunullah Arısoy, Cemal Süreya izliyor taşların her birini
Bir eski şairin kitaplığında duran bu sararmış sanat dergisi
Saman yaprakları kabarmış, kırmızısı patlamış, üstüne pembe boya dökülmüş
Ezbere okumaktan yıpranmış satırlar: Altı üstü bir yığın eleştirmen
Dün vardınız? Bugün nerdesiniz? Kaçınızı kaybettik ki Sivas’ta?
Yoksa eleştirmenler dimdik kalır mı ayakta?
Oracıkta kurur gider konular, yağmalar Şiirin diri kalan bir yanı var
Fanilama yapışmış, kurutulmuş yapraklar; sarı damarlı
Ölmek için çırpınan bir yığın kelime
Gelin ortalıkta bırakmayalım şu sanat dergisini
Yoksa ikinci baskı hüzün çıkaracak bunca polemik, yazın haberleri
Yarışmalar, kazananlar ve ötesi
Her şiir için ölgün bir kelime çıkaralım dizelerin ortasından
Sanat dergisini katlayıp ikiye bölelim kurutulmuş çiçeklerin çanak arasından
Yere çakılıp ufalanan şairlerden bir şair daha yaratalım, o da olsun:
Alnımızın akı, eleştirmenlerin ahı, öykücülerin yaşam kırpıkları!
İçimize doğan yeni şairden anahtar kelimeler bulalım:
Tekrar doğmanın imzasız kalan faturası Ölüm tarihimize bir nokta koyalım
Başlangıcımız iki sıfırın arası
Hüseyin PEKER