Kuşkunun Gölgesinde

0
79

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu sabah İstanbul’da hava çok soğuk, yağmur yerine buz yağıyor adeta. Dün kar yağdı ama hava bu kadar soğuk değildi bugün ise buz gibi valla birde ona uygun bir esinti var ki değdiği yeri kesiyor adeta. İskenderun’a bahar gelmiş bile. Arkadaşlarım “çabuk gel” diyorlar. Zaten “bu mevsimde İstanbul’da ne yapacaksın?” diyerek uğurlamışlardı bizi. Aslında günler öncesinden başlamışlardı “gitme” diye baskı yapmaya. O kadar ki baya bir şaşırmıştım. Sevildiğimi tabi ki biliyorum bende seviyorum, ancak aslında kimsenin her an yanında değilim? Hatta bazen günlerce görüşmediğimiz olur, yazıymış, resimmiş, dernekmiş, yürüyüşmüş, yemekmiş gibi uğraşlarımdan evdekiler dahil herkesi illallah ettirmişim bu yüzden bu sevgiyi çokta hakkettiğimi düşünmüyordum! Bu yüzden azıcık şımarma hakkımı kullanmak istiyorum. Ve bendenizi güzel havalarla kandıramayacaklarını söylüyorum ve ekliyorum “soğukları çok seviyorum bu havalar benim havam, birde kardeşimleyken ve deli dolu uçuşurken soğuk altında değmeyin keyfime kardeşim”

Ve keşke her zaman böyle kaygısız olabilseydim! Ama kaygı hayatımın değişemez bir parçası oldu mutluluğumu, uykumu, sevgimi sevincimi paylaşan! Eski yazılarımı okuyorum bazen aslında hiç kaygısız bir insan değilmişim. Düş aleminde yaşadığımı sandığım zamanlarda bile kaygı yaşamın kıyısındaymış, her şey çok kolay sandığım zamanlarda da kötülükten uzak durmak, eline, diline, beline hakim olmak kolay olur sandığımda da ancak böyle olmuyormuş her şey bildiğimden milyonlarca daha ağır, daha kötü ve daha acımasızmış.

Bu yüzden soğuk havaları seviyorum, yüzümü yalayan soğuk rüzgarı, kulaklarımın donmasını, burun ucumu hissetmemeyi seviyorum, soğuktan gözlerimin yaşarmasını, yanaklarımın kızarmasını seviyorum. O zaman kuşkuda üşüyor, soğuktan kaçıyor ve gerçekten şen kahkahalar atabiliyorum o uçup gidince içimden. Ve yaşadığımı ancak o zaman anlıyorum. Peki, ama o zaman, yüreğimizdeki tırnak izleri neden bu kadar derin ve taze bugün? Ve sevgili okuyucularım sağlık ve sevgiyle kalalım ayrımsız, gayrımsız hep birlikte, her zaman okuyucularım… Yase

& & & & &

İnsan ve Dünya

Adam, bir haftanın yorgunluğundan sonra Pazar sabahı kalktığında bütün haftanın yorgunluğunu çıkarmak için eline gazetesini aldı ve bütün gün miskinlik yapıp evde oturacağını düşündü. Tam bunları düşünürken oğlu koşarak geldi ve sinemaya ne zaman gideceklerini sordu. Baba oğluna söz vermişti bu hafta sonu sinemaya götürecekti ama hiç dışarıya çıkmak istemediğinden bir bahane uydurması gerekiyordu. Sonra gazetenin promosyon olarak dağıttığı dünya haritası gözüne ilişti. Önce dünya haritasını küçük parçalara ayırdı ve oğluna eğer bu haritayı düzeltebilirsen seni sinemaya götüreceğim dedi sonra düşündü: “-Ohh be kurtuldum en iyi coğrafya profesörünü bile getirsen bu haritayı akşama kadar düzeltemez.”

Aradan on dakika geçtikten sonra oğlu babasının yanına koşarak geldi ve “baba haritayı düzelttim,artık sinemaya gidebiliriz” dedi.

Adam önce inanamadı ve görmek istedi. Gördüğünde de hala hayretler içindeydi ve bunu nasıl yaptığını sordu. Çocuk şu cevabı verdi: “Bana verdiğin haritanın arkasında bir insan vardı. İnsanı Düzelttiğim Zaman Dünya Kendiliğinden Düzelmişti.”

& & & & &

Kurdele

New York’ta yaşayan bir öğretmen, Lise son sınıfındaki öğrencilerinin “diğer insanlardan farklı özelliklerini” vurgulayarak onurlandırmaya karar vermiştir. California Del Mar’dan Helice Bridges tarafından geliştirilmiş süreci kullanarak, her bir öğrencisini teker-teker tahtaya kaldırdı. İlk önce öğrencilere sınıf ve kendisi için ne kadar özel ne kadar özel olduklarını belirtti. Sonra her birine üzerinde altın harflerle “Siz çok önemlisiniz” yazılı birer mavi kurdele verdi. Daha sonra kabul görmenin toplum üzerinde ne gibi etkileri olacağını anlayabilmek amacıyla sınıfına bir proje yaptırmaya karar verdi. Her bir öğrencisine üçer tane daha kurdele verip, onlardan bu töreni gerçek dünyada devam ettirmelerini istedi.

yase-baba ve oğul2

Öğrenciler, daha sonra sonuçları takip edecek, kimin kimi onurlandırdığını tespit edecek ve bir hafta boyunca sınıfa bilgi vereceklerdi. Çocuklardan biri, gelecekteki kariyer çalışmaları için kendisine yardımcı olan yakınlarındaki bir şirketin üst düzey görevlisini onurlandırmış, adamın yakasına mavi kurdeleyi iliştirmişti.

Ardından, iki tane daha kurdele vermiş ve ; “Sınıfça bu konuda bir projemiz var. Sizden onurlandırmanız için birini bulmanızı istiyoruz. Onurlandırdığınız insanlara ekstra kurdele de verin. Böylece onlarda bu projenin devam etmesi için başkalarını bulabilirler. Daha sonra, lütfen bana ne olduğu konusunda bilgi verin” diye rica etti. O gün üst yönetici, süratsiz biri olarak bilinen patronunun yanına gitmeye karar verdi. Patronun odasına girdi ve onun “iş dünyasında bir deha olduğundan ötürü” onu takdir edip örnek aldığını söyledi. Bu mavi kurdeleyi yakasına takması için izin verip vermeyeceğini sordu? Şaşkına dönen patron; “Tabi ki” şeklinde cevap verdi. Yönetici de mavi kurdeleyi, patronun tam kalbinin üstüne, ceketine iliştirdi. Ekstra kurdeleyi verirken de; “Bana bir iyilik yapar mısınız? Siz de bu kurdeleyi onurlandırmak istediğiniz birine verir misiniz? Bunu bana veren çocuk, okulda bir proje yaptıklarını söyledi. Bu kabul görme töreninin devam etmesi gerekiyormuş. Böylece “bunun, insanları nasıl etkilediğini belirleyeceklermiş…” dedi… O gece patron evine geldiğinde, on dört yaşındaki oğlunun yanına oturdu. “Bugün inanılmaz bir şey oldu” dedi. “Ofisteydim. Üst düzey yöneticilerimden biri içeri geldi, bana hayran olduğunu söyleyip, “iş dünyasında bu kadar başarılı olduğum için” göğsüme bu kurdeleyi iliştirdi…

Bir hayal etmeğe çalış… Benim bir dahi olduğumu düşünüyor…”Siz çok önemlisiniz” yazılı bu kurdeleyi tam göğsümün üstüne takti. Bana ekstra bir kurdele verdi ve onurlandıracak başka birini bulmamı istedi. Arabayla eve gelirken, bu mavi kurdeleyle kimi onurlandırabileceğimi düşündüm ve aklıma sen geldin… Ben “seni” onurlandırmak istiyorum. Günlerim aşırı yorucu geçiyor. Eve gelince sana pek ilgi gösteremiyorum. Bazen derslerden aldığın notları beğenmeyince veya odanı toparlamayınca sana bağırıp çağırıyorum… Oysa bu gece bir şekilde buraya oturup, sana benim için ne kadar farklı ve özel olduğunu söylemek istedim. Annen gibi sen de benim hayatımdaki en önemli insansın. Sen mükemmel bir çocuksun. Seni seviyorum” diye devam etti…

Şaşkına dönen çocuk simdi ağlamaya başlamıştı… Bütün vücudu titriyordu… Başını kaldırdı, gözleri yaş içinde olarak babasına baktı ve: “Yarın intihar edecektim” baba, dedi… “Baba, ben senin… çünkü ben senin… beni hiç sevmediğini… beni hiç önemsemediğini düşünüyordum… Ama artık her şey çok farklı… Sen baba, şu an… oğlunun hayatını kurtardın!…”

Sizin de sevginizi duymak, hissetmek isteyen insanların var olduğunu sakın unutmayın…

Günün Şiiri

Hüzzam Beste

Şarkılar anlatırdı maceramızı

Şarkılarla güler ağlardık şarkılarla

Çiçekler denizler gök kıskanırdı

Bahçeler ayak sesimizden tanırdı

Düşerdik yollara kuşlar gibi baharla

Şimdi o günlerden yüreğinde iz var mı

“Anlat bana ey sevgili aşkın bu kadar mı”

Bizim de sevdiğimiz şarkılar vardı

Yeşil gecelerde dinlediğimiz

Dalgalar söylerdi, rüzgâr söylerdi

Sonra o şarkılar tükeniverdi

Sen dönmedin gittiğin ötelerden

“Beklerim her gün bu sahillerde mahzun böyle ben”

Bizi ağlatan şarkılar vardı

Gecelerin esmer dudaklarında

Bir yavru ceylan gibi uyurdun kollarımda

Aşkımızda her mevsim bahardı

Ben hâlâ yarım kalan sevdamızdayım

“Gittin artık seni ben nerde bulup yalvarayım”

Sonra sevdiğimiz şarkılar sustu

Sustu saçaklarda âşık kumrular

Unutuşun rüzgârı dolaştı bahçemizde

Düştü gül yüzlü çiçekler derde

Kararan ufkumuzdan çekilip gitti bahar

“Aşkın bana bir gizli elem oldu güzel yâr”

Mustafa İlhan GEÇER

Günün Fıkrası

İnat

Temel, İdris ve Oruç kahvede oturmuşlar, hepsi de en inatçı olanın kendisi olduğunu iddia ediyorlar. İdris, “en inatçı benim” demiş. “Geçen kış eve biraz geç kaldım. Lapa lapa kar yağıyor, hava da kararmıştı. Kapıyı çaldım. Hatice içerden “Kim o?” diye seslendi. Bilmiyor mu o saatte benden başka kimsenin gelmeyeceğini. Sabaha kadar ben kapıyı çaldım. O ‘kim o?’ dedi. İnadımdan sesimi çıkarmadım.”

Oruç atılmış, “O da bir şey mi? Dişim ağrıyordu, dişçiye gittim. Şu ağrıyan dişimi çekiver dedim. Dişçi ‘hangisi’ diye sordu. O kadar okumuşsun, dişçi olmuşsun sen bilmeyeceksin de ben mi bileceğim dedim. Bir dişimi çekti. Sordu ‘Bu mu?’ “hayır.” İkinci dişimi çekti sordu ‘Bu mu?’ İnadımdan söylemedim. Ancak 7. dişten sonra bulabildi.”

Temel gülmüş, “İkiniz de inatçısınız, biliyorum, ama benim kadar olamazsınız. Fadime’yle evlendiğimiz gece ‘Başım ağrıyor, canım istemiyor’ diye bir sürü bahane uydurdu, beraber olamadık. Ondan sonra da kendisi istedi ama inadımdan o gün bugündür ben yapmıyorum. Oruç’la İdris birlikte atılmışlar: “Atma be Temel. 17 yaşındaki Ayşe ile 14’ündeki Dursun kimden?” “Valla inadımdan onu da sormadım”

Günün Sözü

Gerçek dostlar yıldızlara benzer, karanlık çökünce ilk onlar gözükürler.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here