Kıssa’dan Hisse Hikâyeler!

0
59

Günaydın sevgili okuyucularım. Nasılsınız bu sabah? Bugün netten derlediğim birkaç kıssadan hisseyle, yaşanmış bazı hikâyeleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Yase

Yoksul Çiftçi

İskoçya’da yoksul mu yoksul bir çift yaşardı. Flemingdi adı. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı. Ve acılı bir ölümden kurtardı.

Ertesi gün Flemingin evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. “Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum” dedi. Yoksul ve onurlu Fleming; “Kabul edemem!” diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü. “Bu senin oğlun mu?” diye sordu aristokrat. Çiftçi gururla “Evet!” dedi. Aristokrat devam etti; “Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur.”

Bu konuşmalar sonunda Flemingin oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü. Aradan yıllar geçti. Çiftçi Flemingin oğlu Londra’daki St. Marys Hospital Tıp Fakültesi den mezun oldu ve tüm dünyaya adını penisilini bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu.

Bir süre sonra aristokratın oğlu zatürreeye yakalandı. Onu ne mi kurtardı? Penisilin!

Aristokratın adı: Lord Randolp Churchill’di…  Oğlunun adi ise: Sir Winston Churchill.

Paraya gereksiniminiz yokmuş gibi çalışın. Hiç acı çekmemiş gibi sevin. Hiçbir şey beklemeden verin. Karşılığını mutlaka bir gün alırsınız…

& & & & &

Asıl Fakirlik

Günlerden bir gün bir baba ve zengin ailesi oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.

Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu, “İnsanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?”

“Evet!”

“Ne öğrendin peki?”

Oğlu cevap verdi, “Şunu gördüm: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar.”

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi, “Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!”

& & & & &

Çivi Çıkar İzi Kalır

Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. “Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak” demiş. Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.

Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence “Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar sök” demiş. Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona “Aferin iyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak” demiş.

Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar.

& & & & &

Kapıyı İçerden Açmak

9. yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Huntın, bir bahçeyi tasvir eden bir tablosu Londra Kraliyet Akademisi de sergileniyordu.

Huntın ‘Kâinat ışığı’ adını verdiği bu tabloda geceleyin elinde bir fenerle bahçede duran filozof kılıklı bir adam görülüyordu. Adam, serbest kalan eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden bir cevap bekler gibi görünüyordu. Tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni Hunta dönerek: “Güzel bir tablo doğrusu, ama manasını bir türlü kavrayamadım” dedi. “Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu takmasını unutmuşsunuz da…”

Hunt gülümsedi ve ekledi: “Adam alelade bir kapıya vurmuyor ki… Bu kapı, insan kalbini simgeliyor… Ancak içerden açılabildiği için dışında kola ihtiyacı yoktur”

& & & & &

Üç Heykel

İki komşu ülkenin hükümdarları birbirleriyle savaşmazlar ama her fırsatta birbirlerini rahatsız ederlerdi. Doğum günleri, bayramlar da ilginç armağanlar göndererek karşıdakine zekâ gösterisi yapma fırsatlarıydı.

Hükümdarlardan biri, günün birinde ülkesinin en önemli heykeltıraşını huzuruna çağırdı. İstediği, birer karış yüksekliğinde, altından, birbirinin tıpatıp aynısı üç insan heykeli yapmasıydı. Aralarında bir fark olacak ama bu farkı sadece ikisi bilecekti. Heykeller hazırlandı ve doğum gününde komşu ülke hükümdarına gönderildi. Heykellerin yanına bir de mektup konmuştu.

Şöyle diyordu heykelleri yaptıran hükümdar: “Doğum gününü bu üç altın heykelle kutluyorum. Bu üç heykel birbirinin tıpatıp aynısı gibi görünebilir. Ama içlerinden biri diğer ikisinden çok daha değerlidir. O heykeli bulunca bana haber ver.”

Hediyeyi alan hükümdar önce heykelleri tarttırdı. Üç altın heykel grama kadar eşitti. Ülkesinde sanattan anlayan ne kadar insan varsa çağırttı. Hepsi de heykelleri büyük bir dikkatle incelediler ama aralarında bir fark göremediler.

Günler geçti. Bütün ülke hükümdarın sıkıntısını duymuştu ve kimse çözüm bulamıyordu. Sonunda, hükümdarın fazla isyankâr olduğu için zindana attırdığı bir genç haber gönderdi İyi okumuş, akıllı ve zeki olan bu genç, hükümdarın bazı isteklerine karşı çıktığı için zindana atılmıştı.

Başka çaresi olmayan hükümdar bu genci çağırttı. Genç önce heykelleri sıkı sıkıya inceledi, sonra çok ince bir tel getirilmesini istedi.

Teli birinci heykelciğin kulağından soktu, tel heykelin ağzından çıktı. İkinci heykele de aynı işlemi yaptı. Tel bu kez diğer kulaktan çıktı. Üçüncü heykelde tel kulaktan girdi ama bir yerden dışarı çıkmadı. Ancak telin sığabileceği bir kanal kalp hizasına kadar iniyor, oradan öteye gitmiyordu.

Hükümdar heykelleri gönderen komşu hükümdara cevabı yazdı: “Kulağından gireni ağzından çıkartan insan makbul değildir. Bir kulağından giren diğer kulağından çıkıyorsa, o insan da makbul değildir. En değerli insan, kulağından gireni yüreğine gömen insandır.”

Günün Şiiri

Basit Bir Yalnızlık Da Yeterdi

Basit bir kareli defter de yeterdi

Samatya istasyonunu anlatmak için

akşamı beklerken

beklerken parçalanmış umutları

biraz önce yağmur yağmış o istasyon

hüzün dağıtırken

uzaktan bakanlara bile

kıyı yolundan geçenlere

ve yolculara ki hüznün kendisidir

biraz şairdir akşama doğru

anlayışla bakar istasyon şefi

hafif gülümseyerek

ve aldırmaz bile

ve birden gün geçer

aldırmaz

tirenlerle yolcularla yüklerle

biletlerle pasolarla geçer gün

ve Egemen Berköz evine döner

Kupkuru yüreği hüzünden

hat boyu kırık dökük ev içlerinden akşama doğru

bir gün bir kadın çamaşır asarken memelerini görmüştür

bir gün don fanle bir adamı sabah sabah pilav yerken

bir gün her gün çocuklar görmüştür kirli ve arsız

bir gün her gün insanlar biletler istasyon memurları

ve bir gün Egemen Berköz evine döner

Sabah midesi bozuk

öğlen fasulya kılçıklı

bir parti satranç oynamış

iki metin yazmış

Pavese’den birkaç sayfa okumuş

birkaç çıplak kadın resmi bakmış

pencerede birkaç dal ağaç

ve birkaç ondört onbeşinci kat uzaklarda

rüzgârda perde uçuşmuş durmuş

sonra aklında kaktüsleri

sonra Ben Shahn’nın ve Amerika’nın insanları

sonra Töbder’in ve Türkiye’nin insanları

sonra çantasında bir ufak yeni

sonra elinde bir küçük kavun

sonra içinde kıpırdanan bir şeyler

Egemen Berköz evine döner

Tirenden inip istasyondan çıkıp

istavritlere kolyozlara bir göz atıp

tırmanır Mütesellim yokuşunu

tırmanır Ünal apartmanının merdivenlerini

düşünür ta beşinci kat onaltı numaranın kapısına kadar

düşünür basit bir kareli defter de yeterdi

basit bir kareli defter de.

Egemen BERKÖZ

Günün Fıkrası

Orasını Allah Bilir

Şarap yapmak yasaklanmış; sıkı bir kontrolle, şarap yapan yakalandığında kellesi vuruluyordu. Bağ bozumu vakti geldiğinde, Bektaşi üzümlerin suyunu küplere doldurdu. Durumdan haberdar olan hükümdar, Bektaşi’nin küpleri başına geldiğinde, hiddetle sordu: “-Üzüm suyu küplere ne için dolduruldu?” Bektaşi, yakalanmışlığının telaşı ile cevap verir: “-Dolduruyorum ki, orada sirke olsun.” Hükümdar, biraz yumuşayarak yeniden sordu: “-Sirke dersin ama ya şarap olursa!” Hükümdarın yumuşadığını gören Bektaşi: “-Orasını Allah bilir” dedi.

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here