Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bir bilgeye sormuşlar; “Bir İnsana düşen ilk iş nedir?” Cevap açıktır “İnsanın kendisi olması” der bilge. Kendisi olması??? Nedir kendi olmak? İnsan ne zaman gerçekten kendi olabilir? Sokakta yürürken kalabalıkta yürüyenin aslında kendi değil de sureti olduğunu düşünebilir mi insan? Yapmaması gereken bir işi etki altında kalıp yaptığında o ne kadar kendi olabilir?
İnsan aslında ne zaman kendi olduğunun ayrımına varıyor ki? Bence insan gözünü ilk kendine açar. Kendimizle ilgili bir şey anlatacağımız zaman “kendimi bildim bileli” diye başlarız söze. Değil mi? Kendimizi ne zaman kaybederiz peki?
Her zaman kaybedebiliriz diye düşünüyorum. Kendimizi unutsak bir tenhada… Bize ne unutturur kendimizi peki? Dünyanın tuzakları çoktur. Ve onu unutmak o kadar kolaylaştırır, ona sahip olmayı ve elimizde tutmayı başarmasak.
Bazen elimizde olamayan şeylerde yaşayabiliriz. Ve kendimizi unutmadan “kendime rağmen yaptım” deriz. Bazen de öz kendimizi tümden unuturuz; kimdim, neydim, niçindim, nedendim, hepsini birbirine karıştırırız o zaman bize dayatılan her şeyi “lop diye” yutarız birkaç kendimiz oluşur kendimizin dışında biz onları kendimiz gibi taşırız. Ayrımına bile varmayız.
Bu sabah kendimi arıyorum. Canım sıkılıyor halim yok. Hava soğuk siyah bulutlar sörf yapıyor gökyüzünde. Ve eğer kendiniz değilseniz… Hani durmuşsunuzdur bilmem hangi yöne oturunca daha rahat yazıyorum bilmen hangi masada daha akıyor yazılar deriz ya. O zaman bütün bunlar havayla cıva olur ve bir şey yazamazsınız hatta okuyamazsınız. Şu an böyle bir an işte. Ve şimdilik sağlık, sevgi, birlik, beraberlik içinde kendimizle birlikte kalalım sevgili okuyucularım. Yase
& & & & &
Çivi Çıkar İzi Kalır
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. “Arkadaşlarınla tartışıp, kavga ettiğin her zaman bu tahtaya bir çivi çak” demiş. Genç, ilk gün tahtaya 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendini kontrol etmeye çalışmış ve geçen her gün daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahtanın önüne götürmüş. Gence “Bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahtadan bir çivi çıkar sök” demiş. Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona “Aferin iyi davrandın ama bu tahtaya dikkatli bak. Çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak” demiş.
Arkadaşlarla tartışılıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin, ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bulunan bir mücevher gibidir. Seni güldürür, yüreklendirir, ihtiyaç duyduğunda sana yardımcı olur, seni dinler ve sana yüreğini açar.
& & & & &
Kapıyı İçerden Açmak
9.yüzyılın büyük İngiliz ressamlarından William Holman Huntın, bir bahçeyi tasvir eden bir tablosu Londra Kraliyet Akademisi de sergileniyordu.
Huntın ‘Kâinat ışığı’ adını verdiği bu tabloda geceleyin elinde bir fenerle bahçede duran filozof kılıklı bir adam görülüyordu. Adam, serbest kalan eliyle bir kapıyı vuruyor ve içeriden bir cevap bekler gibi görünüyordu. Tabloyu tetkik eden bir sanat eleştirmeni Hunta dönerek: “Güzel bir tablo doğrusu, ama manasını bir türlü kavrayamadım” dedi. “Adamın vurduğu kapı hiç açılmayacak mı? Ona kapı kolu takmasını unutmuşsunuz da…”
Hunt gülümsedi ve ekledi: “Adam alelade bir kapıya vurmuyor ki… Bu kapı, insan kalbini simgeliyor… Ancak içerden açılabildiği için dışında kola ihtiyacı yoktur.”
& & & & &
Yoksul Çiftçi
İskoçya’da yoksul mu yoksul bir çift yaşardı. Flemingdi adı. Günlerden bir gün tarlada çalışırken bir çığlık duydu. Hemen sesin geldiği yere koştu. Bir de baktı ki beline kadar bataklığa batmış bir çocuk, kurtulmak için çırpınıp duruyor. Çocukcağız bir yandan da avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Çiftçi çocuğu bataklıktan çıkardı. Ve acılı bir ölümden kurtardı.
Ertesi gün Flemingin evinin önüne gelen gösterişli arabadan şık giyimli bir aristokrat indi. Çiftçinin kurtardığı çocuğun babası olarak tanıttı kendini. “Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum” dedi. Yoksul ve onurlu Fleming; “Kabul edemem!” diyerek ödülü geri çevirdi. Tam bu sırada kapıdan çiftçinin küçük oğlu göründü. “Bu senin oğlun mu?” diye sordu aristokrat. Çiftçi gururla “Evet!” dedi. Aristokrat devam etti; “Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur.”
Bu konuşmalar sonunda Flemingin oğlu aristokratın desteğinde eğitim gördü. Aradan yıllar geçti. Çiftçi Flemingin oğlu Londra’daki St. Marys Hospital Tıp Fakültesi den mezun oldu ve tüm dünyaya adını penisilini bulan Sir Alexander Fleming olarak duyurdu.
Bir süre sonra aristokratın oğlu zatürreeye yakalandı. Onu ne mi kurtardı? Penisilin!
Aristokratın adı: Lord Randolp Churchill’di… Oğlunun adi ise: Sir Winston Churchill.
Paraya gereksiniminiz yokmuş gibi çalışın. Hiç acı çekmemiş gibi sevin. Hiçbir şey beklemeden verin. Karşılığını mutlaka bir gün alırsınız…
Günün Şiiri
Basit Bir Yalnızlık da Yeterdi
Basit bir kareli defter de yeterdi
Samatya istasyonunu anlatmak için
akşamı beklerken
beklerken parçalanmış umutları
biraz önce yağmur yağmış o istasyon
hüzün dağıtırken
uzaktan bakanlara bile
kıyı yolundan geçenlere
ve yolculara ki hüznün kendisidir
biraz şairdir akşama doğru
anlayışla bakar istasyon şefi
hafif gülümseyerek
ve aldırmaz bile
ve birden gün geçer
aldırmaz
tirenlerle yolcularla yüklerle
biletlerle pasolarla geçer gün
ve Egemen Berköz evine döner
Kupkuru yüreği hüzünden
hat boyu kırık dökük ev içlerinden akşama doğru
bir gün bir kadın çamaşır asarken memelerini görmüştür
bir gün don fanle bir adamı sabah sabah pilav yerken
bir gün her gün çocuklar görmüştür kirli ve arsız
bir gün her gün insanlar biletler istasyon memurları
ve bir gün Egemen Berköz evine döner
Sabah midesi bozuk
öğlen fasulya kılçıklı
bir parti satranç oynamış
iki metin yazmış
Pavese’den birkaç sayfa okumuş
birkaç çıplak kadın resmi bakmış
pencerede birkaç dal ağaç
ve birkaç ondört onbeşinci kat uzaklarda
rüzgârda perde uçuşmuş durmuş
sonra aklında kaktüsleri
sonra Ben Shahn’nın ve Amerika’nın insanları
sonra Töbder’in ve Türkiye’nin insanları
sonra çantasında bir ufak yeni
sonra elinde bir küçük kavun
sonra içinde kıpırdanan bir şeyler
Egemen Berköz evine döner
Tirenden inip istasyondan çıkıp
istavritlere kolyozlara bir göz atıp
tırmanır Mütesellim yokuşunu
tırmanır Ünal apartmanının merdivenlerini
düşünür ta beşinci kat onaltı numaranın kapısına kadar
düşünür basit bir kareli defter de yeterdi
basit bir kareli defter de.
Egemen BERKÖZ
Günün Fıkrası
Bir deli kahveye gitmiş. Çay istemiş. Çay gelir gelmez bu şekersiz demiş. Bana şeker getir demiş. Adam şekeri getirmiş. Sonra bu olay 2.kez olunca garson bağırmış: “Ben tam 16 şeker koydum nasıl şekersiz olur.” Delide demiş ki: “Napayım. Karıştırınca hepsi yokoluyoo…”
& & & & &
Temel asansöre binmiş başlamış beklemeye bir müddet sonra Dursun girmiş asansöre bakmış Temel bekliyor oda beklemiş. Bu arada biri daha binmiş ve neden beklediklerini sormuş. Temel hemen cevap vermiş: “Uşagum görmeymisun ha burda 4 kişiliktir yazayi…”
Günün Sözü
Bizi güçlü yapan yediklerimiz değil, hazmettiklerimizdir! Bizi zengin yapan kazandıklarımız değil, muhafaza ettiklerimizdir! Bizi bilgili yapan okuduklarımız değil, kafamıza yerleştirdiklerimizdir!
Francis BACON
Her şeyi denerim; ama yapabildiklerimi yaparım.
Herman MELVİLLE