İstanbul’dan kocaman bir günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Yine ani bir kararla İstanbul’dayım, yani evimde. Uzun bir yolculuktan sonra insanın evinde ve sevdiklerinin arasında olması müthiş güzel bir şey, birde özlem aşmışsa her şeyi ve moraller yerde sürünüyorsa, aileden güzel bir deva var mı yüreklere. Tabi yok aile, aile ise. Ve şimdi buradan ailemle birlikte sevgilerimi, saygılarımı ve her zamanki gibi birlik ve beraberlik içinde sağlıkla kalalım dileklerimi yolluyorum sevgili okuyucularım yarın buluşmak üzere. Yase
Birkaç kıssadan hisse okuyalım ne dersiniz…
Gerçek Zenginlik
Başlangıçta Türkistan taraflarında bir bölgenin hükümdarı yani dünya sultanı iken vâkî olan bazı ikazlarla hükümdarlığını bırakıp maneviyat sultanı olmaya azmeden, bunu da gerçekten başaran İbrahim Edhem (VIII. y.yıl) dünya malına karşı o kadar tenezzülsüzdü ki kimseden bir şey istemez ve beklemezdi. Nefsini yokluğa ve mahrumiyete o derece alıştırmıştı ki bir benzerine rastlanamazdı. Bir gün büyük velilerden çağdaşı ve hemşerisi Şakik Belhi ile karşılaştı ve ona sordu: “Ey Şakik nasıl geçiniyorsun?”
Şakik Belhi cevap verdi: “Bulunca yiyoruz, bulmayınca sabrediyoruz.”
İbrahim Edhem: “Horasan’ın köpekleri de aynı şeyi yapıyorlar, bulunca yiyorlar, bulmayınca sabrediyorlar” diye karşılık verdi. Belhi sordu: “Peki siz ne yapıyorsunuz?”
“Biz bulunca dağıtıyoruz, bulmayınca sabrediyoruz.”
Aradaki Fark
Anadolu’nun yetiştirdiği en büyük velilerden biri olan Hacı Bayram (XV. y.yıl) Anadolu kökenli başka birçok bilgin ve erenin de üstadıdır. Bunlardan biri de Fatih’in hocalarından Akşemseddin idi. Akşemseddin Hacı Bayram’a bağlanışından kısa bir zaman sonra zekası, anlayışı, kavrayışı, en önemlisi de şeyhine tam teslimiyeti sayesinde icazet (diploma) aldı ve irşadla görevlendirildi. Akşemseddin’in bu başarısı Hacı Bayram’ın diğer müridleri arasında kıskançlığa sebep oldu. Bunlardan biri Hacı Bayram’a sordu: “Efendi Hazretleri, kırk yıldır talebeniz olanlar henüz halifeliğe (sizi temsile) layık görülmezken Akşemseddin’in kısa zamanda bu rütbeye ulaşmasının sebebi ne ola?”
Hacı Bayram, gerek maddi gerekse manevi hayatta yükselmenin veya yerinde saymanın sebebini açıklarcasına cevap verdi: “Bu köse (Akşemseddin) bizde ne gördü ve işittiyse hemen inandı ve teslim oldu. Sebep ve hikmetini sonra kendi kendine bulup öğrendi. Kırk yıldır hizmetimizde bulunanlar ise bizde gördüklerinin ve duyduklarının önce sebep ve hikmetini öğrenip sonra inandı ve teslim oldu. İşte aradaki fark budur.”
Gururdan Korkmak
Büyük Türk Padişahı Yavuz Sultan Selim, sert ve gerektiğinde şiddete başvuran bir hükümdar olmakla beraber, dindarlığı, Allah’a ve Resulüne bağlılığı, bu konuda iddialı olan bir çoklarını geride bırakırdı. Suriye ve Mısır’ı fethedip Kölemenler devletini yıktıktan sonra mukaddes emanetler ve “Müslümanların halifesi” unvanı kendine geçmişti. Artık camilerde hutbeler Yavuz Sultan Selim adına okunuyor ve kendisinden “Hakimü’l-Harameyn” (Mekke ve Medine’nin hakimi) diye bahsediliyordu. O bu “Hâkimü’l-Harameyn” ifadesini kutsal yerlere saygıyla bağdaşmaz bulmuş, “Hâdimu’l-Harameyn” (Mekke ve Medine’nin hizmetkârı) olarak değiştirmişti. Dince kudsiyeti olan şeylere bu kadar saygılıydı. Yavuz Sultan Selim “şir-pençe” denen ve o devirler için öldürücü olan bir hastalığa yakalanmıştı. Bu hastalık kendisini iyice yatağa düşürdüğü bir sırada Yavuz’un sohbet dostu Hasan Can artık yapılabilecek fazla bir şeyin kalmadığını anlatmak için, “Efendimiz artık Allah’la beraber olmanın zamanıdır” deyince, Koca hükümdar kendisini, “Sen bizi şimdiye kadar kiminle sanırdın hey Hasan Can?” diye paylamıştı.
İşte bu büyük hükümdar, iki yıl süren, önemli savaşlara sahne olan, büyük zafer ve kazançlar elde edilen Suriye ve Mısır seferinden dönüşte ikindi vakti bu günkü Üsküdar’a gelmişti. Bütün beylere paşalara emir verdi ki gece oluncaya kadar Üsküdar’da kalınacak, karşıya karanlık basınca geçilecekti. Bazı yetkililer gündüzden geçilmesini daha uygun bulduklarını, geceyi beklemenin niçin gerekli görüldüğünü sormak cesaretinde bulundular. Padişah da açıklama büyüklüğü gösterdi: “Bütün dünyada yankı uyandıran büyük bir zafer, şan ve şerefle dönüyoruz. Gündüz İstanbul’a geçtiğimiz takdirde halk büyük bir karşılama yapacak tezahüratta bulunacaktır. Bu da nefsime bir gurur getirebilir. Bundan Allah’a sığınırım. Buna meydan vermemek için payitahta gece geçeceğiz”
Borcun Vadesi
İyi yürekli bir vezir, yoksul ve muhtaçlara devlet hazinesinden borç para veriyor, borç alanlar, “Bunu ne zaman geriye ödeyeceğiz?” diye sorduklarında, “Padişahımız ölünce ödersiniz” diye cevap veriyordu. Bu duruma tanık olan bir adam bir gün Padişaha, “Efendimiz sizin veziriniz devletinizin hazinesinden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyor Demek ki niyeti kötü, sizin bir an önce ölmenizi istiyor, siz ölünce de paraları zimmetine geçirecek” diye gammazladı. Bu gammazlık üzerine padişahın vezirine karşı kalbi bozuldu. Kendisini huzuruna çağırıp söylenenlerin doğruluk derecesini ve maksadının ne olduğunu sordu. Vezir sıradan bir vezir değildi. Görevinin dışındaki bir takım incelikleri de biliyor ve yerinde bunlardan yararlanıyordu. Padişahı yatıştıran ve yüreğini ferahlatan şu açıklamada bulundu: “Padişahım, söylenen doğrudur. Ben hazineden muhtaçlara borç para veriyor, vadesini de sizin ölümünüze bağlıyorum. Ama bunu sizin ölmenizi değil, tersine daha çok yaşamanızı istediğim için yapıyorum. Bilirsiniz ki her borçluya borcunun vadesi kısa gelir, vade dolmasın diye bakar, bunun için dua eder. Bu demektir ki borçlarını siz ölünce verecek olanlar, borçlarının vadesi dolmasın diye sizin ölmemeniz için dua edeceklerdir. Allah katında en makbul dualardan biri de borç altındaki kullarının duasıdır. Benim de maksadım ömrünüzün uzunluğu, sağlık ve afiyetinizdir”
Şubat Güneşi
Kız söz dinleyip çay bardağına uzandı, çayını içip çikolatasını yedi. “Çayını yenilememi ister misin?” “Hayır, lütfen uzanmak istiyorum başımı taşıyamıyorum da.” “Tamam, sana yardım edeyim.” İkisi yine salona gitti Zeynep kendini koltuğa zor bıraktı nefes nefese kalmıştı. Ahmet endişe ile kıza bakıyordu. Birden sarardı bu sözün üzerine bütün kanı çekildi sanki yüzünden. Boğuluyor gibi yutkundu. Ahmet endişeyle üzerine eğildi “Ne oldu?” diye haykırdı. “Zeynep neyin var, ne oldu?”
Kız yanıt vermedi sesi kısılmıştı, eli boğazındaydı. Bir an sonra kendine geldi. Rengi yavaş, yavaş normale döndü. Ahmet endişe ile kıza ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. “Zeynep ne oldu iyi misin lütfen bir şey söyle” diye kızın hemen yanına yere oturdu. “Korkma bir şey yok çorba getirmiyor muydun sen. Neden oturdun ki yere?” dedi.
“Zeynep beni mi sınıyorsun lütfen ne oldu söyler misin? İyi misin?” “İyiyim geçti gerçekten geçti.” “Sana bir bardak su getireyim o halde diyerek Ahmet kalkıp mutfağa gitti.”
O mutfağa giderken Zeynep’te nihayet derin bir nefes alabildi. Gözlerine hücum eden yaşları acele ile silip neşeli olmaya çalıştı. Ahmet elinde su bardağı ile döndüğünde yatakta sakin, sakin oturuyordu. “Teşekkür ederim” diyerek bardağa uzandı. “Ağır, ağır iç” “Bana böyle bakma iyiyim. Daha da iyi olacağım söz veriyorum.” “Tabi ki iyi olacaksın. Uyumayacaksan konuşalım ister misin?” diyerek kızın üzerini örttü. “Evet. Konuşalım. Kendimi böyle daha iyi algılıyorum ama biraz üşüyorum.”
“Hemen şömineye odun atayım etraf ısınsın” diyerek şömineye odun atıp ateşi maşayla karıştırdı odunlar alev alınca kalktı. Kızın üzerini bir battaniye ile daha örttü. “Zeynepçim, tavuk suyuna çorba çok güzel oldu bir iki kaşık içsen bile sana çok iyi gelecek, getiriyorum bak. Lütfen yok deme hatırım için.”
“Daha sonra söz veriyorum içeceğim daha ağzımda çikolatanın tadı var. Hem gerçekten utanıyorum artık.” Ahmet alınmış bir sesle “Ben senin yerinde olsaydım sen bana bakmaz mıydın Zeynep?” diye sordu.
“Zeynep” diye uyardı Ahmet. Zeynep tatlı, tatlı gülümseyerek bardağı ağzına doğru kaldırdı ağır, ağır içmeye başladı. Sonra boş bardağı Ahmet’te uzattı. Muzipçe “Teşekkür ederim sahip, ağır, ağır içtim tam istediğin gibi” dedi. Ahmet hala şaşkınlığını üzerinden atmamıştı kız bir saniye önce ölebilirdi ama şimdi şaka yapıyordu? Arkası Yarın
Günün Sözleri
Türk Polisi Atasının İzinde Halkının hizmetindedir. Türk Polisi Atatürk İlke ve İnkılâplarının Yılmaz Savunucusudur. Türk Polisi Kanun Hâkimiyetinin Teminatıdır. Türk Polisi Gücünü yasalardan ve halkından alır. Halkın Huzuru polisin gururudur. Polis İç Güvenliğimizin teminatıdır. Herkesin polisi kendi vicdanıdır, fakat polis vicdanı olmayanlar karşısındadır.
M. Kemal Atatürk