Huzursuzluğun Kara Hantal Kanatları…

0
97

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu yazı geçen yılın Aralık ayında yazıldı. Ama güncelliğini yitirmedi bende. Yeniden paylaşalım istedim yeri ve zamanı gelmişken bugün. Sayfamda öykü görünce hemen duyuyorsunuzdur artık “bugün yazacak mecalim yok” dediğimi. Yanılıyor muyum yoksa? Neyse, nefes almak gibi bir şey yazı yazmak çok zaman benim için. Yazmadığımda gerçekten nefesim tıkanmış oluyor. Ve soluk almadan öylece susuyorum. Yağmur gibi yağarken üzerime sorular ve sorular ve sorular ve kuşatırken üzerimi huzursuzluğun ağır hantal kara kanatları.

Susmak, gelince yamacıma sığınırım kollarına. Çocukluğumda da sığınırdım ona büyüme sancıları çektiğimde de, üzerimi kuşatınca huzursuzluğunun ağır hantal kanatları da.

Bazılarını korkutur suskunluğum. Bazılarını tek kelime ile çıldırtır. Bazılarını düşündürür, meraklandırır nedenleri. Ama Susmak gelince yamacıma, ne korkanı takarım kafaya ne öfkeden çıldıranı, ne meraklının derdini. Yalnızca yumuşak, beyaz kolları ile sararken beni sımsıkı, kuş uçmaz kervan geçmez bir vadide. Otururuz ikimiz böylece. O söyler ben dinlerim. Gözlerim vadinin cennet köşelerinde, çağlayan sular, gümrah yeşiller arasında dolaşır. Sesim çıkmaz o konuşunca ona da susarım çünkü.

Kara hantal kanatlı huzursuzluk varamaz bize o zaman. Öyle bir zırh öreriz, öyle bir set çekeriz ki aramıza, kutsal kitapta anlatıldığı gibi büyük İskender’in (zül kırneyn) heccüç ve meccuc için çektiği set hafif kalır yanında. Ve o suskunlukla iç içe yaşayarak geçerken günler, durur zaman! Ayla Kutlu “zamanda eskir” demiş. Kitabının adı bu… Ben diyorum ki zaman durur. Yaşandığı yerde hiç bozulmadan hiç eskimeden…

Ve her anı saklıdır zamanın, hafızanın hazine dairesinde. Hiçbir yere kaçamaz her zamanın yaşanmışlıkları Ve susmakla geçen zaman, geçtiği dilimdedir artık. Ne geride, ne ilerde, ne şimdide…

Ve susmak her zaman yamacımda dolanır, hantal kanatlı huzursuzluk, uysal bir uşak gibi yalnızlık ve yumuşak bir battaniye gibi hüzün ile. Ve her zaman başımın üzerinde dolanır, duygularımın nahif sesi, mantığımın aristokrat zarif hayaleti.

& & & & &

Ve bazı insanlar her defasında bana rahmetli İsmail Cem’i anımsatır. Sanırım ömrümde Atatürk ve annemden sonra en çok rahmet gönderdiğim insan İsmail Cem’dir. Çünkü o, önce üslup derdi her zaman. Ve ben bu “üslup” konusunda çok dertliyim. Belki sürekli susma beyefendisi ile kurduğum yakınlık bu yüzden besleniyor. Bu günlerde çevremde haldır haldır huldurdan vazgeçtim, resmen saldırgan konuşan ve taciz edercesine davranan insanlar dolanıyor.

O kadar şaşırıyorum ki o dillere destan olan hoşgörüm, sükunetim, buhar olup uçuyor. Huzursuzluk kanatlarını hemen açıyor üzerime ama her şeye rağmen nerden başını uzatıp önüme dikildiğini anlayamadığım sağduyu “dur” diye emrediyor. Ve boyun eğiyorum anında. Eğer o dikilmese karşıma, öyle bir gürleyip coşarım ki, Nuh tufanı hafif kalır yanında.

Önce üslup diyen İsmail Cem bile mezarında şaşırdı öfkemden kızgınlığımdan. Ve emredince sağduyu “dur” diye. Susmaya sarılmak kaçınılmaz olur tabi. Ve semirilmiş şişmanlamış buluyorum onu her defasında. Kollarına atılırken…

Günün Şiiri

DİLERİM

Seni ayakta tutmaya yetecek kadar
Güzelliklerle dolu bir yasam sürmeni dilerim,
Aydınlık bir bakış açışına sahip olmana
Yetecek kadar güneş diliyorum.
Güneşi daha çok sevmene
Yetecek kadar yağmur diliyorum.
Ruhunu canlı tutmana yetecek kadar
Mutluluk diliyorum.
Yasamdaki en küçük zevklerin daha büyükmüş gibi

algılanmasına yetecek kadar acı diliyorum.
İsteklerini tatmin etmeye yetecek kadar
Kazanç diliyorum.
Sahip olduğun her şeyi takdir etmene
Yetecek kadar kayıp diliyorum.

İSTİYORUM

Bir çiçek istiyorum, ben bakmadan solacak;

Bir kanat istiyorum, beni yerden alacak;

Bir güneş istiyorum, gece bende kalacak…

Bir mermer istiyorum, arzumca oymak için;

Bir kadın istiyorum, ruhunu soymak için;

Bir çift diz istiyorum, başımı koymak için…

Bir zincir istiyorum, hırsımı bağlayacak;

Bir yangın istiyorum, ruhumu dağlayacak;

Bir ana istiyorum, başımda ağlayacak…

Bir bilinmez kaleyi fethetmek tek başına,

Vurulup düşmek birden son burcun son taşına;

Uzanan bir çift dudak gözlerimin yaşına…

Bir ilham istiyorum, bir gün vahye erecek,

Bir çift göz istiyorum, can evimi görecek;

Bir sevgi istiyorum, ömürlerce sürecek…

Bir mihrap istiyorum, önünde diz çökmeğe;

Biraz yer istiyorum yoldan, fidan dikmeğe;

Ve tohum istiyorum, boş tarlamı ekmeğe…

Bir yapı, temeline elimle taş koyacak;

Bir sevgili, her derdin gözüne yaş koyacak;

Bir iman istiyorum uğruna baş koyacak.

Behçet Kemal ÇAĞLAR

ASIRLARCA

-Dünyanın en büyük ölmezine-

Ufkunda doğacağım, ufkunda batacağım;

Asırlarca yazsam hep seni anlatacağım.

Ben de giyersem eğer bir gün deha tacını

“İstersen çiğne” diye önüne atacağım…

Söndüğünü görsem de bin “meşale emel”in

Ebediyet yolumuz, öyle elimde elin…

Ak düşen saçlarınla nur kattığın heykelin

Hamuruna harç diye kanımı katacağım.

Yansam da masalların “Âşık Kerem”i gibi,

Bu aşk ölmez öyle her gönül veremi gibi!

Şöhretin okyanuslar aşarken gemi gibi;

Ben dalga gibi ayak ucunda yatacağım…

Asırlarca yazsam hep seni anlatacağım!

Behçet Kemal ÇAĞLAR

 

Günün Sözü

Son elveda’yı atlatmana yetecek kadar
‘Merhaba’ diliyorum.

Bir aborjin duası

Günün Fıkrası

Bizim Evimiz Pek Dar

Adamın biri gitmiş Hoca’ya “Yahu hocam bizim ev pek dar, sığamıyoruz bir türlü, ama büyük eve de paramız yetmiyor, ne yapayım?” diye sormuş.

Hoca bu abuk soru karşısında ne desin, kafasını karıştırmış biraz, düşünür gibi yapmış sonra da “Senin tavukların vardı değil mi?” diye sormuş. Adam “Var” deyince “İyi o zaman, şimdi onları da eve al” demiş.

Aradan biraz zaman geçmiş, adam yine gelmiş hocanın karşısına “Hocam ev iyice daraldı, şimdi ne yapayım?” diye sormuş. Hoca da “Senin kazların da vardı, onları da eve al” diye akıl vermiş.

Bir süre sonra adam yine Hoca’nın kapısında. “Olmuyor be hocam, eve hiç sığamıyoruz şimdi” deyince “Merak etme, iki koyunun vardı diye biliyorum, onları da eve sok” demiş.

Adam hoca ne derse yapıyor.

Aradan biraz daha zaman geçmiş. Adam çıkmış Hoca’nın karşısına yine “Sorun bitmiyor Hocam, bana başka akıl” demiş. Hoca da “Sen inekle öküzünü de eve bir sok bakalım” demiş adama.

Üç gün sonra adam yana yakıla Hoca’nın kapısına dayanmış. “Aman Hocam, ne desen olmuyor. Artık evin içinde yürüyemez, yatağımıza yatamaz olduk. Ne oldu senin akıllarına” diye serzenişte bulununca Hoca “Tamam, tamam” diye itelemiş adamı.

“Şimdi bu geceyi de geçir, yarın sabah erkenden tavukları da, kazları da, koyunları da inekle öküzü de çıkar evden.”

Adam ertesi gün elinde bir tepsi baklava ile gelmiş Hoca’nın karşısına, “Ey Hocam” diye başlamış; “Sen büyük adamsın, sen ne büyük alimsin, sen büyük bilgesin. Meğer benim evim ne kadar ferahmış da haberim yok. Allah seni başımızdan eksik etmesin.”

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here