Her Daim Birlik ve Beraberlikle

0
75

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Umutla girmeye çalıştığımız yeni yılın ilk dakikalarında ne yazık ki vahşetin saldırısına uğradık. Ünlü bir gece kulübündeki insanlık dışı saldırı hepimizi derinden yaraladı ve yaralamaya devam ediyor. Kendimizi yalnız ve savunmasız algılıyoruz. Düşünüyorum da bir türlü akıl erdiremiyorum bu katliamlardan sevinç duyanlar var… “Cana kıymayacaksın” diye kesin bir emir varken yaratan tarafından. Bunlar hangi yaratanın emrini uygulayıp bundan iş çıkarıyorlar?

Zamanın birinde Harun Reşit diye bir hükümdar vardı ve onunla   yaşayan kardeşi Behlül. Defalarca sayfamda  okumuşsunuzdur yeniden yazıyorum, sanırım hep yazmaya devam edeceğim gibi görünüyor. Behlül bir gün sopasına atlayıp gökyüzünü gezmeye çıkmış. “Bakalım cennet, cehennem  dedikleri yerler  nasılmış” diyerek. Önce cehennemi göreyim demiş yetkili meleğe. Melek “burada cehennem diye bir yer yok” demiş “herkes kendi Cehennemini yanında getirir” “O zaman Cenneti göreyim” demiş. “Cenneti de herkes kendisi birlikte getirir” demiş melek.

Kendi hesabıma ne zaman düşüncelerimde, isyanımda biraz ileri gitsem hemen bu kısayı anımsarım. Ve kendimi hemen hizaya çekerim. Ya bu kısadan haberi bile olmayanlar, sürekli Cehennem azabı ile korkutanlar, örneğin “satranç oynamak şeytan işi, satranç oynayanlar günahkâr oldu hesap verecekler” gibi fetva verenler, düşünmezler mi? Herkesin kendi aklının olabileceğini? Her koyunun kendi bacağından asılacağını?

Belki bilirler belki bilmezler ama herkesin bilemesi gerekiyor ki bu tür fetvalar hedef göstermektir aslında. Dün yılbaşını kutlayanlar hedefti şimdi satranç oynayanlar. Nasıl bir boş vermişlik içindeyiz ki herkes ağzına geleni dillendirebiliyor? Gerçi, satranç federasyonu bu şahıs hakkında suç duyurusunda bulunmuş ama…

Ve sevgili okuyucularım. Şaşkınız, dumura uğramışız. Nereye baksak garabet, nereye baksak vahşet, iftira, kin, öfke… Neden niçin derseniz benden değilsin yetmez mi?

yase-beraberlik1

Ah ah sevgili okuyucularım. Yalakalık, aymazlık, benmerkezcilik, içimize sinmiş! Ama biz inadına-inadına sen ben’cilik yapmayacağız. Yapmadık. Nasıl ki ecdadımız yapmadı bizde yapmayacağız. Yargılamayacağız, hak yemeyeceğiz, kırıp incitmeyeceğiz… Sevmesek de saygı duyacağız, dilimize, belimize, elimize, sahip çıkmayı devam ettireceğiz bütün gücümüzle, desturumuz, kardeşlik, beraberlik, beraberlik…

Ve sevgili okuyucularım, her zaman böyle kalalım dilerim, sevgiyle, birlik ve beraberlikle, ayrımsız gayrımsız. Yase

& & & & &

Marangoz

Mustafa Çavuş marangozluk yapıyordu. Gün boyunca çalışıyor, eve yorgun argın geliyordu. Eve gelir gelmez anne babasının elini öpüyor, dualarını alıyordu.

Annesi yatalaktı. Önce onun yemeklerini kendi elleriyle yediriyor; sonra doksan yaşındaki, gözleri görmeyen babasının yemeğini yediriyordu. Ondan sonra kendisi sofraya oturuyor ve çoluk çocuğuyla beraber yemeğini yiyordu. Aynı şey sabahları da tekrarlanıyordu.

Üstad Bediüzzaman’ın evinin önündeki çınar ağacına küçük kulübeciği o yapmıştı. İşleri oldukça iyi, rızkı da hayli bereketliydi. Darlık çekmiyor, sıkıntıya düşmüyordu. İbadetlerini de aksatmıyordu. Huzurlu bir yaşantısı vardı.

Marangoz Mustafa Çavuş’un bu hali, Bediüzzaman’ın dikkatini çekmişti. Böyle huzurlu ve bereketli bir hayata çok sık rastlanmazdı. İşin geri planında bir şeyler olmalıydı.

Bir iki soruşturmadan sonra, Mustafa Çavuş’un, evinde anne babasına baktığını öğrendi. “Tamam” dedi. Bu muvaffakiyet ondandır.

Bunu yazdığı bir risalede şöyle dile getirdi: “Ahiret kardeşlerimden Mustafa Çavuş isminde bir zat vardı. Dininde, dünyasında muvaffakiyetli görüyordum, sırrını bilmezdim. Sonra anladım ki, o zat, ihtiyar peder ve validelerinin haklarını anlamış ve o hukuka tam riayet etmiş ve onların yüzünden rahat ve rahmet bulmuş. İnşaallah âhiretini de tamir etmiş. Bahtiyar olmak isteyen ona benzemeli”

Günün Şiiri

Kan Reçetesi

Kara bir gök için çok şey söylenebilir elbet

İşte benim bulutum

pas tutmamış sözcüklerden örgülü bir ağıt

alnına halk sıçramış neferlerin çılgar gözleriyle

sana

ey rengi tarihini utandıran elbise

Yüzün hiç yabancı değil

sen eski borazanların gedikli çalgıcısı

sesine küflü ambarların kokusu sinmiş

irin salgını, cinayet fotokopisi ve kangren depolanmış

eskimiş tarih satıcısı ambarların kokusu.

Burnum duymuyor ama seni

uslanmış ıtır kokusunu da duymuyor

benim burnum

benim burnum

vahşi dağ çiçekleri, bozkır gülleri ve devedikenlerinin

kırları genişleten halk kokusuyla yanıyor

genzim çatlıyor

genzim çatlıyor ve seni de çatlatıyor

el illüzyonizmin sırça küresi.

sana kim sus dedi Kalbim.

Dünya bir ateşten top gibi kavruluyorken

toprak güneş sıtmasıyla sarsılıyorken

burada, orda, öte yanlarda

alın terinin öfkeyle fışkıyan şavkı

yeryüzünü yeniden biçimliyorken

ve depremle sarsılan halkların beyni

illüzyonizmin büyüsünü bozuyorken

seni kim büyülemek istiyor Kalbim.

Bildim hiç kuşkusuz

su yılanları, yeraltı fareleri ve akbabaların koruyucusu

çarpıcıların, kemirgenlerin, leşçilerin

şaşırtılmış kolcusu.

Usul usul da gelsen, harlayarak da gelsen

el illüzyonizmin güler yüzlü büyücüsü

masken kandırmıyor çoktandır beni

beni ve benim gibi

dünyaya kanından dürbünle bakanları

soluğu cehennem yakanları.

Çünkü biz hayatı kendi aynasından gördük

biliriz sırça kürenin yaldızındaki puştluğu

Ey tırnaklarımı büyüten tahammülsüzlük

beynimde hora tepen on sivri bıçak

senin kendi damarında denediğin keskinlik

halkının alnındaki tomurcuğu patlatsa da

kan kendini aldatmaz

kan kendini aldatmaz

Kalbim!

bu acıya dayan

varsın işkenceler dağlasın seni

duru bir gök için vahşete katlananlar

acıyı bir silah gibi göğsünde saklamalı

Kalbim!

bu acıya dayan

bu acıya dayanman için

yaranı iyileştirmek için sana

parçalanmış gül cesetlerinden bir reçete

vereceğim

vahşet dağlarından kızgın kemik külleri

işkenceler ovasından kan dölleri

ve yangınlar vadisinden dehşet bir ateş.

Kan kokusu büyüyü bozmak için

Kemik sıcaklığı sırça küreyi eritmek için

Ateş kırmızısı göğü aydınlatmak için

Böylece dirilir içindeki gül cesetleri bile

dirilir ve o zaman

çılgın bir şafakla tazelenen gökyüzü

bir taze tomurcuk gibi açar

kanayan alnında senin.

Kalbim!

sen varsın

sen tökezleyen bir şarkı değilsin

ne de uzun, yanık havalı türkü

sen kendinin ezgisisin.

Yırt öfkenin sabredilmez dağarcığını

dağılan, saçılan ne varsa hepsi senindir

kara bir gök ancak bunlarla arınır

ve elbette yeter bunlar sırça küreyi dağıtmaya

acı diye ne varsa hepsini onarmaya

Kalbim!

elimden tut

elimden tut

sensiz bir şey yapamam.

Arkadaş Zekai ÖZGER

Günün Sözü

Hayatımızda en yüce, en güçlü, en faydalı dayanağımız ana baba evinden kalan hatıralarımızdır.

İnsan yaşamayı ve yaşamamayı aynı şey diye kabul ettiği zaman hürriyete kavuşur.

İnsanların bazen neye güldüklerini anlamak güçtür.

DOSTOYEVSKİ

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here