Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Güne çok düşünceli uyanmıştım ve aşağıdaki yazımı yazmış bitirmişken şok bir haberle şoka uğradım. İstanbul’da Sultan Ahmet çeşmesi önünde bomba patlamış çok sayıda ölü ve yaralı varmış? Aklım durdu ve yazımı yazmamış olsaydım sanırım yazamadım çünkü şu anda felç olmuş vaziyetteyiz.
& & & & &
Bazıları başını ellerin arasına almış “biz bu duruma nasıl düştük” diye kara-kara düşünürken olanlar oluyor bütün hızı ile. Düşüncelerimden başımızı kaldırdığımda ise korkunç bir çaresizlik içinde soluklanmadığımızın ayrımına varıyoruz paranoyaktık çoktan beri, hayalimizden bile korkan şimdi çaresiz olduk birde şu domuz gribi başımıza musallat oldu ki “artık beni düşünün” der gibi. “Dünyayı dışarıda bırakın kapı pencereleri kapatın ve kendi canınızı kurtarın” der gibi. Çevremde herkes grip, hepsi korkuyor! Bende korkuyorum. Ne komik, biraz önce soluklanmıyorduk havamız yoktu artık içimize çekecek oksijenimiz tükenmişti ya? Şimdi neden gripten ölmek istemiyoruz? Ölüm yanı başımızda olduğu halde… Yani artık her an bir bomba patlayabilir, tuzla buz olabiliriz! İşte insan böyle bir şey! Hem soluk almakta zorlanır hem de korkar ölmekten!
Arkadaşlarım yatak döşek yatıyorlar, tavuk suyu çorbalar, mendil kaseleri, (buruşuk kirli mendillerin durduğu kase) eskilerin gözyaşı kaseleri gibi, ilaç kutuları ve bir sürü bardakla birlikte su dolu sürahi ile tıklım, tıklım komodinlerin üstü. Dantel örtüye zeval gelmesin diye gümüş tepsi içinde duruyorlar! Elektrik sobası ful yanıyor. Ve kapalı ağır perdeler, buna uygun endişeli asık yüzleri onlarında. Bize bulaşamasa bari der gibiler!
Sanki eski Fransız filmlerinden birindeyiz. La-havle çekesim geliyor. “Yaklaşma” diyorlar sanki leprasıymışlar gibi. Ki ona bile rahatlıkla yaklaşabilirsiniz. Ne olmuş grip olmuşlar üstelik domuz gribi bile değil. Ama çok ağır ateş öksürük burun tıkanıklığı bezeler şiş falan. Eyvallah! Hepsi olabilir. Ama bu durumda kalırsanız yani eski Fransız film hallerini de ki gibi. Bence zor iyileşirsiniz. Bir defa o mendil kaşesi çok kötü ve iğrenç bir şey ve orada üreyen mikroplar havanın ısısı ile bir deveyi bile yere serebilir. (develer bu günlerde revaçta) önce ondan kurtulun sonra şu kalın perdeleri açın, güneşi buyur edin içeri. Günlerce pencere önünde bekliyor! Ayıp yani.
Değerini bilin canım millet bir demetine hasret. Sonra pencereleri açın odanızı bir güzel havalandırın. Yapabiliyorsanız hafif bir duş alın çok sıcak olmayan. Biliyorum çok kötüsünüz. Ayağa bile kalkamıyorsunuz. Hadi ya herkes kalkabilir o kadarda değil yani. Tuvalete gitmiyor musunuz? Tabi gidiyorsunuz işte ne güzel banyoda elinizi yıkarken kendinizi de yıkayın bir güzel. Şöyle bir ferahlayın. İnanın çok iyi algılayacaksınız kendinizi.
Üzerinize yeni giysiler geçirin, insanın üzerini değiştirmesi de çok önemli bütün gün ve gece aynı eşofmanla dolaşmak hem moral yönünden hem de sağlık yönünden zararlıdır diye düşünüyorum. Bunları söylediğimde ooo tüyleri diken, diken oldu valla sevgili dostlarımın. Tabi sen iyisin dediler. Konuşmak kolay senin için.
O çok şükür ki iyiyim hem de çok iyiyim. İnce hastalıkla kucak kucağa yaşarken… Bu kez eski Türk filmlerindeki gibi. Kesik öksürüklere bol terleme, kemiklerin hepsinin, teker teker kırılıyormuş gibi ağrıması. Kafanın hallaç pamuğu gibi darmadağınık uğul, uğul olmasını falan saymasak hiçbir şeyim yok. Ve çok şükür ayaktayım, işimi yapıyorum, yazıyorum, okuyorum ve olmadığım kadar aktif yaşıyorum. Neden mi peki bütün bunları yapabiliyorum? Bendeniz iksirli, üzerine okunmuş ayaklarında nalı-şerif terlikleri olan biri miyim ondan! Yerseniz. Hah ha hiçte öyle değilim. Bendeniz bu ortamda bile temiz havaları kaçırmam. Günün en dumansız saatlerinde enerjim yerindeyse bir saat yürürüm değilse kendime yüklenmem 20 ya da 15 dakika olsun o da yeter. Düzgün beslenmem ama lazım olanı, uyduruk kıytırk ta olsa, onlar bile bana çok gelse olmayanları düşündüğüm için, yine de boğazıma takıla takıla yutarım.
Ve hastalıktan daha güçlü olduğuma inanırım. Ömrümde mendil taşımadım. Bu yüzden çok kötü durumlara düştüğümde oldu. Ama yine de bulundurmama gibi bir huyum bakidir. Mendil gerektiğinde direk suya giderim. On defa gerekse de öyle yaparım. Bu şekilde kalkıp oturduğum için enerjimde kendini şarj eder. Bu günlerde moralim bozuk hafif bir isyan içinde değil, baya yüklü bir isyan içinde olduğum halde iyi olmak zorunda olduğumuzun da ayrımındayım, “hamdım piştim yandım” diyerek küllerimden yeniden doğrulanabilmek için.
Ve sevgili okuyucularım şaka bir yana. Gerçekten grip deyip geçmemek gerekiyor. Kuşkusuz her insanın kendine göre katlanma kat sayısı vardır. Yani bazıları 39 ateşle cirit atar. Bazıları 37.5 olunca yatak döşek olur. Lapaya döner. Bu yüzden siz bana bakmayın ancak güneşi içeri alın, temiz hava soluyun ve kirli mendilleri ortada bırakmayın, zencefilli karışımlar tüketin, bağışıklık sistemini güçlendirici falan. Uzmanlar sıralıyor zaten her gün listeleri, o listelere bakınca yuh diyorum valla kim bunları alabiliyor abicim ya. Her şeye zam, zam! Öyle mantıklı ucuz bir şeyler verin ne olur ya. Gücü olan var olmayan var. Yani uzman değilim tabi ancak yaşanmışlıklar var. Onlarda bence çok önemlidir.
Ve sevgili okuyucularım grip yada değil domuz yada değil ufak tefek de kırgın olsanız bile kendinizi ciddiye alın dünya bazen artık yaşanmaya değmiyor diye desek de, aslında onu güzelleştirmek elimizde bunu unutmayalım ve kendimizce isyan durumunda olsak da… Yalnız bunun için bile yaşamaya değer.
Ve sevgili okuyucularım yaşam kutsaldır. Ve bu kutsallığı hurafelerle kirletmeden yaşamak elimizdedir. Sağduyu ve kitap okumak çok çok okumak bize yardımcı olabilir. Tabi önce sağlık ve sevgi ve ayrımsız gayrımsız el ele olmalıyız. Hep birlikte. Yase
Günün Şiiri
Hasretini Çekerken
kavuşmanın yerindeyiz tam yerinde sevgilim
ele bakıp bu havayı ellerinle iteleme
ellerimi uzatamam dokunamam parmağının ucuna
iki parmaklığın arası iki kol boyundan çok fazla
yine sen gel yine sen gel yine sen gel
omzum olsun başına aradaki paslı engel
açtığını göreyim saçlarını sardığın çiçeklerin
doyumsuzluğunu yaşat,
hasretimiz adına birbirimizi uzaktan sevmenin
nevrimi döndürüyor geceme sızdırdığın sevi iksirleri
tırmanıyorum kızgın çöl dağlarını
ve tarıyorum kum bayırlarının bakır saçlarını
serabımda, tadılmamış şarapların kurulduğu üzüm bağları
bir de sen KOPAR BENİ diye sarkan
olgunlaşmış asma üzüm salkımı göğsünde
ikircimler birbirini kovalıyor içimde
bu salkım benim için HAVVANIN YASAK ELMA’sı
ve benim gücüm yasal mı bu yasağı kırmaya
içimdeki mahzenlerin bordo şişeleriyle
bu yasallık yeter miydi seni şarap kurmaya
ayakların sızısı kalçalara vuran karasularına
merhem taşıyan çarıkların manda gönünden olmasıydı
ve karşılığını hasretimizde arayan bir çileyle
katılmasaydın ilk dirilenler arasına kendiliğinden
küller içinde küllenen sevilerini türkülerken
seslerini öptüğüm al fistanlı kızların vaadleri gibi
seni de silerim serimden
nevrimi döndürüyor geceme sızdırdığın sevi iksirleri
ben yükseldikçe gece küçülüyor gözümde
kızıl şafakların kuşluk sütlerini sulayan ıslıkları çalıyorum
ve tarıyorum parmaklarımla kum bayırlarının bakır saçlarını
belki de hiç silinmeyecek içimden
çöl eşkıyalarının hummalı baskınlarında üstümüze düşen gölgeleri
ve belki de bu yüzdendir yüreğimin
çöken barikatların çürük tahtalarını böyle pervasızca yakmaya çalışması
zaman bile yetmiyor durdurmaya
yüreğimin bu yönde sürüp giden havariliğini
bir yandan da diyorum ki
varsın korksunlar o tahtaları o barikatlara çakanlar
varsın dağlansın
ağzımdan çıkan gül dikenlerine habersizce değmiş gibi elleri
sevgilim yine de biz
kavuşmanın yerindeyiz
tam yerinde
ele bakıp bu havayı ellerinle iteleme
Soysal EKİNCİ
Günün Sözü
Yaşamın ilginç yanlarından birisi de, en iyinin dışında bir şey kabul etmeyenlere genellikle en iyisini vermesidir.
W. Somerst Maugham
Günün parlak ışığında görebileceğimiz en uzak cisim güneştir, fakat gecenin karanlığında milyonlarca kat uzakta olan yıldızları görürüz. Özel dünyanızın karardığı gelecek seferde bunu hatırlayınız…
Good Reading Dergisi