Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bu yazıyı okuduğunuzda bayram çoktan geçmiş olacak. Hiç birimiz bu yıl bayram moduna girmedik. Giremedik… En eski yazılarıma baktım ilk yıllar kaygısızdı bayram yazılarım, anılar vardı, özlemler ve bol bol bayram kutlamaları, yani hafif ve kaygısızdı. Yıl yıl ilerlerken yazılarım sertleşmeye başladı, içinde acı olmaya başladı, biraz daha ilerilerde şehit haberleri ile baya bir kötü oldu, geçen yılın yazısı bile bu yıldakinden daha hafifti ve içinde bayram kokusu vardı. Ancak şimdi kutladığımız bu bayram, bayram değil artık. Yalnızca dinimizin gereklerini yerine getirmekle uğraşıyoruz. Nasıl bayram yapalım ki? Bir defa özgürlüğümüze, Cumhuriyetimize karşı hazırlanan hain alçakça darbenin etkisinden hala kurtulabilmiş değiliz.
FETÖ denen bir yaratık darbe girişimi ile dengemizi alt üst etti. Tam demokrasi için bir araya geldik uzun yıllardan sonra birbirimize ayrımsız gayrımsız destek olduk, darbeye karşı tankların önüne yattık. Cumhurbaşkanın dediği gibi, at izi it izine karıştı. FETÖ temizliği kapsamımda yani ipin ucunu kaçırdık. Yine sen, ben, o olmaya başladık. Kim doğru, kim yanlış, kim suçlu, kim değil bilemez olduk ki zaten bizim yani sokaktaki insanın işi değil bilmek.
Yetkili kurumlar var gereğini onlar yapar. Ancak sıradan insanları da ülkedeki huzursuzluk etkiliyor korkutuyor, ürkütüyor. Yetmiyor, Mehmetçiğimiz yabancı ülkelerde savaşıyor, son günlerde oralardan da şehit haberleri gelmeye başladı. Bir başka alçak, hain PKK tarafından şehit edilen Mehmetçikler var ki nerdeyse ülkemizde ateş düşmeyen hane kalmadı. Silahlı kuvvetlerimiz, aslanlar gibi vuruşuyor, oradan gelen haberlere göre ancak yine de ateş düştüğü yeri yakıyor, kavuruyor, eziyor, küle çeviriyor.
Ve biz bu ortamda bayram kutlamaya hazırlanıyoruz! Tabi ki bu durumda bayram çokta bayrama benzemez. İçimiz kırık dökük, yüreğimiz yaralı bereli, aklımız fikrimiz Mehmetçikte, gençlerimizde geleceklerinde! Gülmekten korkuyoruz neşe zaten uzağımızda, şimdi keder, kuşku ve acı zamanındayız. Ancak umutlarımız kapının önünde beklemekte. Arada bir onları doyurabiliyoruz ancak bu günlerde bitkin ve yorgunlar.
Ve sevgili okuyucularım belki bayramlar ve özel günler bir fırsattır umutlarımızı güçlendirmek için. Her ne kadar kırgın, küskün, yaslı, kuşkulu ve yorgun olsak, bayramı fırsat bilip iyi şeyler yapmaya çalışalım. Birbirimizle bayramlaşmayı selamlaşmayı unutturmasın bize içimizin ağırlığı. Ve geçmiş kurban bayramımız kutlu olsun, bütün yurtta ve cihanda sulha vesile olsun dilerim. Yase
& & & & &
Aşağıdaki yazıyı bir ortaokul öğrencisi, okulunun duvar gazetesine yazmış. İnanılmaz güzel ve farklı bir bakış açısı…
Bu ülkede yaşayan her insanın bağımsızlığını ve demokrasisini borçlu olduğu insan: ATATÜRK…
Gençliğinde kot pantolon giyememiş. Sevgilisinin elinden tutup hasılat rekorları kıran bir sinema filmine gidememiş… Padişah ona Trablusgarp Cephesi’nde görev verdiğinde, lüks uçak şirketinin first class koltuğunda viskisini yudumlayarak görev yerine gidememiş…
Halkına bağımsızlık fikrini anlatabilmek için kortej esliğinde Mercedes’lerle gezememiş Anadolu’yu… Kurtuluş hareketini başlatmak için 19 Mayıs’ta Samsun’a ayak basan ayağında spor ayakkabısı ya da kovboy çizmesi yokmuş…
Kazandığı her savaştan sonra savaş sahasına fırlayıp moral veren mini etekli ponpon kızlar da yokmuş… Tarih kitaplarına bakılırsa, Yunanlıları İzmir’den denize döktükten sonra timsah yürüyüşü de yapmamışlar…
Ülkesinde yapacağı devrimleri, unutmamak için not alacağı bir cep bilgisayarı olmadığı gibi, kendisine suikast girişiminde bulunacakları da cep telefonundan öğrenememiş!
Atatürk için üzülüyorum. Dağ gibi adam, bir radyo programına faks çekemeden, İsmet Paşa için Safiye Ayla’dan bir istek parçası isteyemeden gitti…
Lozan Zaferi’nden sonra veya Cumhuriyet’in ilanından sonra arabaya atlayıp sabahlara kadar korna çalıp, elinde bayraklarla sokaklarda tur atamadı. Evinin balkonuna çıkıp, bir şarjör mermiyi havaya sıkamadı.
Atatürk’e acıyorum… Sen kalk, dört kadınla evlenebileceğin bir dönemde dünyaya gel, sonra değerini bilmeyip tek kadınla evlilik sistemini getir. Aaaah ah… Çılgın diskolara gitmek, sabahlara kadar içip, içip rock yapmak, babasının mersedesini alıp şöyle bir Emirgan turu çekmek dururken…
Bunları yapmadı Atatürk… Keyif çatmadı… Tüm hayatını ülkesinin kurtuluşuna ve uygarlaşmasına harcadı…
İşte onun için büyük adamdı Atatürk her fırsat elinde vardı. O ise sadece bu milletin bağımsızlığını istedi. Bütün suçu 2 kadeh rakı içmekti o kadar…
Günün Şiiri
Sevdiğin Kadar Sevilirsin
Her şey sende gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif
kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakini gördüğüdür rengin
Yaşadıklarını kar sayma
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme, bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi;
sevdiğin kadar sevilirsin
Sevdiğin kadar sevileceksin
Ay ışındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü his ettiğin kadar güçlü
Kendini güzel hissettiğin kadar güzel
İşte budur hayat, işte budur yaşamak
Bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün;
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar
Bilirsin
Bunu da öğren;
SEVDİĞİN KADAR SEVİLİRSİN
Can YÜCEL
Günün Fıkrası
Evlenirken Neredeydin?
Adamın işi varmış, Ankara’ya gidiyormuş, tam uçağa binerken kulağında bir ses: “Binme, bu uçak düşecek!”
Dönmüş, bakmış, kimse yok, ama içine de bir kurt düşmüş, binmemiş. İkinci uçağı beklerken kara haber ulaşmış: “Uçak düştü kurtulan olmadı.”
Koşmuş Haydarpaşa’ya, bilet almış, tam trene binecek, aynı ses kulağında: “Binme bu trene, raydan çıkacak!”
Dönmüş, bakmış yine kimse yok, trene binmemiş, gelmiş eve, sabah gazeteyi açınca tüyleri ürpermiş: “Tren Eskişehir’de raydan çıktı şu kadar ölü, şu kadar yaralı…”
Allah’ına şükretmiş, koşup otobüse bilet almış, tam binerken yine o ses: “Bu otobüse binme, freni patlayacak!”
Dönmüş yine kimse yok! Dayanamamış, sormuş: “Sen kimsin yahu?”
“Ben senin iyilik meleğinim!”
Adam iyice kızmış: “Ulan evlenirken neredeydin?!”
Günün Sözü
Arzu öyle bir şeydir ki, hiç doymak bilmez; birçok insanların hayatı, arzuları doyurma yollarını aramakla geçer.
Aristoteles
Büyük İskender Diyojen’i, birbiri üstüne yığılmış insan kemikleri içinden bir şey ararken görür ve ne yaptığını sorar. Diyojen, “Babanızın kemiklerini arıyorum, ama hangisinin kölelere, hangisinin babanıza ait olduğunu kestiremiyorum” der.
DYOJEN