Engelliler Günü Ve İftiracılar…

0
90

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Özgür bir ülkede yaşıyorsak bugün; özgürce konuşuyorsak, kuşkusuz ki bizi düşman çizmelerinin altında ezilip yok olmaktan bize Cumhuriyet ve egemenliği armağan eden Atatürk ve silah arkadaşları sayesindedir. Ancak bugün bu gerçeği çoktan unutmuş gibi bazı kendini bilmezler, zavallılar ki kin, gıybet ve iftiracılığı  sere serpe yapıyor. Şüphesiz bu nankörlükten, kendini bilmezlik insan kılığında olup insanlıktan nasip almamış olmaktır.

Kimseye kendi dili ile yanıt vermek tarzım olmadığından gıybeti kutsal kitapta anlatıldığı gibi yazıp gıybetçileri, iftiracıları o kitabın sahibine havale ediyorum. Ne diyor. Hucurat süresi / 12’de “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun.” Kesin bir emirdir bu Allah’tan korkun!.

Bize “bir gözün gördüğünü diğerine anlatma” diye öğretildi. Değil ki görmediğini bilmediğini? Aman Allah’ım nasıl bir şey bu? Bu iftiracılar Allah bilir namaza da duruyorlardır? Eh ne diyelim iftiracının iftirası varsa Allah’ın adaleti var. Ve biz o adalete güveniyoruz çok şükür. Ve bütün İftiracılar kendi iftiralarında ezileceklerdir bir gün.

& & & & &

Ve Engelliler Günü

Düşünüyorum da iftira ve gıybetçiler en acımasız ve gerçek engellilerdir. Onların insanı, hayvanı, doğayı,  güzeli, doğruyu görmeye korkunç bir engelleri var ne yazık ki. Ve aslında hepimiz engelliyiz şu ya da bu şekilde ve çok şükür ki düşündüklerimiz ve içimizden gelenleri yazmak için kendimizi engelleyebiliyoruz. Gıybetten ve iftiradan kendimizi engelleyebiliyoruz. Ancak beden şimdilerde engelli değilsek de engelli olma adayıyız kuşkusuz ve hepimiz bunu biliriz bilmeye de, başımıza gelmeden anlamayız! Ama duygudaşlık yapabilir, yüreklerine dokunabiliriz. Geçenlerde bir okulda çocuklar kör arkadaşları ile empati yapabilmek için gözlerini bağlamış yemek yemeğe çalışıyorlardı. Çok sevindim  doğrusu  bu görüntüden. Bendenizde aynı şeyi yapmıştım çocukluğumda üstelik yalnız sofrada değil merdiven çıkıp inerken, banyoya, lavaboya giderken bile ve yatarken. Kaç gün kör olmuştum rahmetli annem kızmasa devam ederdim. Ancak o zamanlardan beri düşünürdüm hep, evet benimki geçici bir körlük bir zaman sonra yeniden göreceğim bunu bildiğimden kendimi çokta iyi algılamazdım. Ancak ne zamanki daha 18 ine varmadan “pat” diye yatalak oldum! İşte o zaman dank etti kafama engelli olmak nasıl bir şeymiş! Hareketli cıvıl, cıvıl bir yaşamdan sonra aniden yatalak olmak? Sanırım yaşamayan bunu bilemez ve duygudaşlık yapsa da yarım kalır. Dimdik öylece yatıyordum. Göz bebeklerimi bile oynatamıyordum.

Ve sanırım ömrümün en korkunç günlerini yaşıyordum. Bütün temel ihtiyaçlar için birine gereksinim duyuyordum. Ve bu bana çok ağır geliyordu.  Ama şanslıydım ve gayretli, eski halime uzun zaman gelemedim. Ama çok ama çok büyük bir ders aldım hayattan bir gün başıma böyle bir şey tekrardan ve gitmemek üzere gelirse ne yaparım diye düşünerek kendimi sakinleştirip bu durumu kendi lehime çevirmeyi öğrendim. Ve hayatımı zenginleştiren bir deneyim diye düşünmeye başladım.

Bu yüzden empati yaparken bunu da düşünerek empati yaparsak kendimizi onun yerine daha kolay koyabilir ve birbirimizi daha çok anlayabiliriz ötekileştirmeden. Ve böylece birbirimizin engellerini en aza indirebiliriz. Ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi için ön ayak olabiliriz. Sosyal yaşam koşullarını düzeltebiliriz bedenen engelli kardeşlerimizin. Yollar, kaldırımlar, araçlar ona göre dizayn edilebilir. Özellikle yeniden dönüşüm projelerinde beden engeli olan arkadaşların bütün ihtiyaçları göz önüne alınmalıdır. Ve engeliler yalnızca engelliler gününde konuşulmamalıdır. Çok engelli arkadaş için aslında engel yoktur. Çünkü beden eksik olan uzvun yerine çok zaman  başka bir yetenek vermiştir. Christy Brown’un ‘Sol Ayağım’ adlı kitabını okumuşsunuzdur. Okumadıysanız çocuğunuza okutmadıysanız hemen bir tane bulun yada kütüphaneden edinin derim. Ayağı ile resim yapan, ayağı ile araba kullanan, gözü görmeyen ancak gönül gözüyle gören bir çok  insan var. Benim için bunlar birer  engel değil. Benim için gerçek engel kendini engelli sanmaktır. Bütün insanlar  bir değildir. Bazısı yönetmek için yaratılmış bazısı yönetilmek için. Ne mutlu kendini yönetene, kendi kendinin efendisi olmayı becerebilene… İşte bunlar engelleri aşanlardadır bence.

Ve düşünüyorum ki herkesin eli, ayağı, ağzı, dili varken konuşması, yazması, yürümesi kolay tabi. Önemli olan bunlar olmadan bütün bu işleri yapabilmek, işte asıl iş orda. Bedenen eksik sandığımız arkadaşlarımız aslında bizim yapmadığımızı yapanlardır. Bu yüzden benim için engeliler günü  yok. Kendine engel koyanların günü  var. Ve her günün hepimize güzel, sağlık, mutluluk, birlik ve beraberlik  getirmesi dileği ile hoşça kalalım  sevgili okuyucularım. Ve sevgili okuyucularım, ‘Sol Ayağım’ adlı kitaptan bir bölüm vermek istiyorum tamamını okumak isteyenler için… Yase

Christy Brown, ‘Sol Ayağım’ kitabında aslında kendi hikayesini anlatmaktadır. İrlandalı edebiyatçının önemli isimlerinden biridir. Beyin felci geçirerek dünyaya merhaba demiştir. Yazarın sol ayak parmaklarıyla yazmayı, resim yapmayı, daktilo kullanmayı öğrenmek için çocukluğunda gösterdiği mücadeleyi anlatmaktadır. Bu tarzda yazdığı diğer bir kitabı “Down All The Days” en çok satan kitaplar arasına girmiştir.

Sol Ayağım; Christy Brown’ı Daniel Day-Lewis’in canlandırdığı, çok başarılı bir filme konu edinilmiştir.

“Sürükleyici, eğlenceli ve ilham verici” Irish Times “Erdemli ve hiçbir şekilde yozlaştırılmamış bir cesaret öyküsü” Sunday Times “Modern zamanın edebi başyapıtlarından biri” Irish Times

ÖN OKUMA: “A” Harfi

5 Haziran 1932′de, Rotunda Hastanesi’nde doğdum. Benden önce dokuz, benden sonra ise on iki tane çocuk vardı, yani ben ortanca grubuna giriyordum. Toplam yirmi iki tane çocuğun on yedisi yaşadı ve dördü bebekken öldü, hayatta olan on üçü hâlâ ailenin devamını sağlıyorlar.

Bana anlatıldığına göre, benimki zor bir doğum olmuş. Annem de ben de neredeyse ölüyormuşuz. Bütün yakınlar hastanenin dışında sıralanmış, sabahın erken saatlerine kadar iyi haberler gelmesi için dua ederek beklemişler. Doğumun ardından annem, birkaç haftalığına kendisini toparlasın diye eve gönderilmiş ve ben o süre boyunca annemsiz hastanede tutulmuşum. Annem yeterince iyileşip beni vaftiz ettirmek için kiliseye götürünceye kadar, orada isimsiz olarak kalmışım.

Benle ilgili bazı sorunlar olduğunu ilk fark eden annemmiş. O zaman dört aylık kadarmışım. Beni ne zaman beslemeye çalışsa, kafamın kendiliğinden arkaya doğru düştüğünü fark etmiş. Eliyle boynumun arkasına destek yaparak düzeltmeye çalışıyor; fakat kafam elini çektiği anda düşüyormuş. Bu ilk uyarı işaretiymiş. Yaşım ilerledikçe diğer kusurların da farkına varmış. Ellerimi neredeyse her zaman sıkılı ve arkaya doğru bükük olduğunu görmüş. Ağzım biberonun meme ucunu kavrayamıyormuş, çünkü çenem o yaşta bile sımsıkı birbirine kilitlendiğinden, ağzımı açmak imkânsızlaşıyormuş veya çenem aniden gevşeyip sarkarak, bütün ağzım bir tarafa çekiliyormuş, altı aylıkken etrafımda bir yastık dağı olmaksızın oturamıyormuşum; on iki aylıkken durum aynıymış.

Bundan dolayı çok endişelenen annem, endişelerini babama anlatmış ve hiç gecikmeksizin sağlık konusunda danışmak için karar almışlar. Beni hastanelere ve kliniklere götürmeye başladıklarında bir yaşın üzerindeymişim, benimle ilgili kesinlikle bir sorun var, adını koyamadıkları veya anlayamadıkları; ama oldukça gerçek ve rahatsız edici bir şeyler olduğu konusunda ikna olmuşlardı.

Beni gören ve inceleyen doktorların neredeyse hepsi, beni çok ilginç ama ümitsiz bir vaka olarak değerlendirmişler. Birçoğu anneme kibarca benim zihinsel engelli okluğumu ve bu şekilde kalacağımı söylemişler. Önceden beş sağlıklı çocuk yetiştirmiş genç bir anne için bu ağır bir darbe olmuş. Doktorlar kendilerinden o kadar eminlermiş ki; annemin benimle ilgili duyduğu inanç onlara neredeyse bir münasebetsizlik gibi görünüyordu. Onu, benim için hiçbir şey yapılamayacağına inandırmışlardı.

Günün Şiiri

Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Gelmeli?

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?

Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?

Sevmek için güzele mi bakmalı?

Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?

Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?

Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?

Hırsızlık; para, malmı çalmaktır?

Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?

Solması için gülü dalından mı koparmalı?

Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?

Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?

Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?

Victor HUGO

Günün Sözü

Şanssızlığa katlanabiliriz, çünkü dışarıdan gelir ve tümüyle rastlantısaldır. Oysa yaşamda bizi asıl yaralayan, yaptığımız hatalara hayıflanmaktır.

Oscar Wilde

Siyah kupa (iskambil) her şeyi denerim; ama yapabildiklerimi yaparım.

Herman Melville

Gideceğiniz yoldan eminseniz, engeller ‘dinlenme noktanız’ olmaktan öteye gidemez.

Paulo Coelho

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here