Eğitimde “Rönesans” Özlemi!

0
87

Başlık, “Eğitimde Günceli Yorumlamak!” da olabilirdi.. Maksadıma atfen söylemeliyim ki, burada Rönesans’la kastedilen, güncelin sorunlarını gözden kaçırarak geçmişi idealize etmek değil.. Tam tersi güncelin sorunlarını gözden geçirirken duyumsanan geçmişin idealist maruf değerleriyle geleceğin maarifini kavramsal bir tarifle ifade edebilmektir.. Kaldı ki, bugünün sorunlarını göz ardı ederek geçmişi idealize eden görüşlerin, (öznel insani duygularımızı okşasa da) geleceğin toplumsal yaşamına nesnel bir değer aktarabileceğini de sanmıyorum.. Öte yandan bu sanımın, geçmişin maruf idealizmini duyumsayıp bugünümüzde yeniden üreterek geleceği tarif edemeyiz anlamına gelebileceğine de ihtimal vermiyorum.. Bu sanı ve düşüncelerimin hükmüne kıymet bağlamında, Talim Terbiye Kurulunun eski başkanlarından Prof. Dr. İrfan Erdoğan’ın 2007 tarihli iki ayrı konuşmasından özdeş cümleleri  özetle aktarmak istiyorum..

Sayın Erdoğan,1–3 Şubat 2007 tarihinde Antalya’da düzenlenen “Öğretmen Eğitimi Sempozyumu”nda yaptığı konuşmasında; “Bizim çok köklü birikimlerimiz var” demiş ve eklemişti: “Eğitimde kendi köklerimize dönmeliyiz!” Sayın Erdoğan, 16 Mart 2007 tarihinde Kültür Üniversitesi’ndeki formda da bu özlemini; “1940, eğitimde Türk Rönesansının başladığı devirdir” şeklinde dile getirmiş ve devam etmişti:  “Hasan Ali Yücel’in önemli uygulamalarından biri Köy Enstitüleridir. Onun dışında tercümeler, klasikler gibi daha birçok güzel uygulama var. Kadronun çok iyi çalışması bile başlı başına önemlidir. İ.Hakkı Tonguç gibi bir Genel Müdür kendisini ziyarete gelen öğrenciyi ismen tanıyacak kadar işe yatkın birisidir. Tabi o zamanki öğrenci sayısı azdı, ondan tanıyor denebilir ama tanımak başka bir iştir. Tanımayan insan on kişi de olsa tanımaz.”

Maarifte, arif bir tarife imza atan Erdoğan’ın ‘Rönesans’ olarak değerlendirdiği 1940’lı yılların Yücelli, Tonguçlu yönetimi de dahil nitelikli eğitim modelinde öğrenciler, teorik olarak şuurlu bir hayatın yaşam boyu farkında olunması veya farkına vardırılması süreci tanımlı eğitimin pratiğiyle önce birey olarak kendinin farkına varıyor, düşünüyor, sorguluyor, eleştiriyor, üretiyordu.. Kendi yaşamına, toplum yaşamına anlamlar katıyordu.. Kendi bilincine varan öğrenciler nitelikli iyi birey oluyordu.. Toplumunun, milletinin, ülkesinin değerlerinin farkına varıyor, bu bilinçle nitelikli iyi yurttaş oluyordu.. Devamla dünyanın değerlerinin farkına varıyor, nitelikli iyi insan oluyordu.. Öte yandan “iyi birey, iyi yurttaş ve iyi insan” tanımlamalarındaki kavramlar da dahil “iyi” sıfatı, aynı zamanda toplumcu eğitim teorisinin pratiği Köy Enstitülü yıllardaki “toplam yönetim niteliğinin” de göstergesiydi.. Buradan bir tez olarak eğitimin, toplumcu klasik tanımları içinde “nitelik” sözcüğünün yer aldığı, bireyci modernist tanımları içinde ise “kalite” sözcüğüne yer verildiği ileri sürülebilirdi.. Bu anlamda mesela; Köy Enstitülerine, “Bu model çoktan demode oldu!” diyen bireyci modernist “toplam kalite yönetimci” eğitim anlayışında kalite; müşterinin istek ve beklentilerine uygun mal ve hizmetleri üretebilmeyi, dolayısıyla piyasanın istek ve beklentilerini ifade ederken, yönetimin toplam niteliği bağlamında klasik eğitim anlayışında nitelik, Köy Enstitülerinde olduğu gibi, toplumun istek ve beklentilerine uygun bilgi, beceri, yetenek, yeterlik ve yetkinlik kazanımlı bireylerin vasfını tanımladığı olgusal anlamda kanıtlanabilirdi.. Kaldı ki, Köy Enstitülerinde uygulanan nitelikli eğitim modelinde demode olan herhangi bir durum da yoktu.. Çünkü (köy veya kent fark etmez) çocuklarımızın çok yönlü yetenek ve beceri kazanımlı yetiştirilmesi beklentimiz devam ediyordu.. Günümüzde, gelişmiş ülkelerde uygulanan ve bir çok alanda yetenek kazanımı yanında üst düzey zihinsel gelişime hitap eden, “problem çözme odaklı”  çağdaş eğitim anlayışının köklerinde Köy Enstitüsü modelinin teori ve pratiği bulunmaktaydı.. Dolayısıyla bu model (formu yenileme  anlamıyla reform olarak değil, yeniden duyumsayış anlamıyla Rönesans formunda yorumlanarak) yeniden başvuru anlamıyla referans alınabilinirdi..

Bu bağlamda ben, yeniden duyumsamayı özlediğimiz eğitim anlayışımızı, bilgi, beceri, yetenek, yeterlik ve yetkinlik kazanımlı yaşam boyu devam eden insanlaşma süreci” tanımlı “eğitimi” özümleyip içselleştirerek yeniden üretebiliriz diye düşünüyorum.. Buradan, güncelin yorumu anlamıyla artık bir tüketim metası olarak görülen ve “paran kadar oku!” eğitim anlayışına karşı; eğitimin temel bir insan hakkı olduğundan hareketle, çocuklarımızın eğitim hakkının eşitlik doğasına uygun yeniden duyumsanabileceğini umuyorum.. Eşitliğin doğasına uygun duyumsayışın da, eğitimin “sömürü zengini modernist batı toplumlarında olduğu gibi tüketime yönelik” satın alma gücüne göre değil, toplumumuza özgü klasik “köy enstitülerinde uygulanan üretime yönelik” toplumsal yatırım hedefli yetenek gelişimine göre olması gerektiğini, duyumsananı taklit etmek değil yeniden üretmek anlamıyla bir “Rönesans özlemi” olarak dile getiriyorum..

Selam ve saygılar…

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here