Dün Gece, Kediler, Köpekler, Çöp Toplayıcı, Gece Kuşları ve Aramıza Yeni Katılan Fareler ile Yağmuru Karşıladık…

0
87

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Sıcaklar sürüyor ama çok şükür sonbahar yağmurları başladı. İçim kıpır-kıpır dün gece her zaman yaptığım gibi balkondan sokağı izlerken usul-usul telaşsız yağmaya başlayan yağmura elimi uzatmış ıslanmasını beklerken sokak lambasında ipileşen damlalardan kaçan gece kuşları sığınmak için yer aramaya başladı. Alçaktan zikzaklar çizerek saçak altlarına sığındılar. Geç saatte köpeklerini dışarı çıkaranlarda saçakların altına sığınmayı seçti. Gece geç saatte balkondan karanlık ve terkedilmiş gibi duran sokağa yukardan bakmayı sevdiğim için onları her gece gözlemleyebiliyorum. Gecenin geç saatlerinde alınlarına dayadıkları fenerleri ile çöp karıştırıcılarda sokağımızın değişmezlerinden. Kediler ve köpeklerde ve onlara katılan fareler de.

Ve dün gece hepsi sahnedeydi. Kedilerin bazısı umarsızca yolun ortasına kurulmuş öylece oturuyorlar, ayakları altlarında sanrısınız orta çağdan kalma heykel… Gececi çöp toplayıcıları onlara bakmadan çöplerine odaklanmışlar. Sarhoş bir gececi sokaktan sarsak adımlarla geçiyor, dokunsan düşecek yine de bulaşıyor kedilere tekme atmak için ayağını kaldırıyor ama gücü yetmiyor pat diyor düşüyor. Yukardan yazıklanıyorum zorla kalkıp yoluna devam ediyor, kedilere söylenerek;  ama kedilerin umurunda olmuyor hiç istifleri bozulmuyor. Bazı kediler her gece resmen avare-avere dolaşıyor ufak adımlarla burunlarını şuna buna sokuyorlar isteksizce sonra dolaşmalarına devam ediyorlar. Çok seviyorum o avare hallerini, zavallı fareler onları görünce kaçıyorlar ama onlarda ortalığın sessizliğini seviyorlar. Artık kedilerin umurunda bile değiller.

Ve yağmur yağıyor usul-usul ellerim ıslanmıyor, hışırtısı kulaklarımı neşelendiriyor ama o görünmüyor. Sokakta su birikintinse bakıyorum, damlalar boncuk-boncuk “yağıyorsun işte” diyorum “teşekkürler gecemizi neşelendirdin”. Sonra biraz daha artıyor, sonra ellerim ıslanıyor. İşte o zaman gece kuşları ve köpek sahipleri çöp karıştırıcı hareketleniyor, saçakların altına doğru. Kediler avare-avere, telaşsız, acelesiz, araçların altına süzülüyor, ortada oturan kedilerde tık yok. Ancak hızını artırınca yağmur onlarda isteksizce kıpırdanıp araçların altına süzüldü. Yağmur hızını artırdı, balkondan içeri girmeye başladı, ellerim, başım, ıslanmıştı, ortalıkta kimsecikler kalmamıştı, fareler, kediler, köpekler ve gece kuşları ve çöp toplayıcısı gibi bendenizde sığınacak yer aradım, kendimi odama attım, pencereler açıktı, içeri damlalar teklifsizce doluşuyordu aslında onları içeri almaktan zevk duyardım ama ıslak yatakta yatmak sağlıklı değil ki!

Ve sevgili okuyucularım, sağlıkla, sevgiyle kalalım, ayrımsız, gayrımsız. Her zaman hep birlikte… Yase

& & & & &

Ve can dostlarımız hayvanlardan bir masal…

Çobanla Köpeği Masalı

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde. Vay neler varmış vay neler varmış. Yeller eser, sular çağlarmış. Aptallar top oynar, akıllılar ağlarmış. Allah’ın kulu da çokmuş. Kimisi akıllı imiş, başlarında kavak yeleri esermiş, kimisi akılsızmış, genç kızlara türkü söylermiş. Böyle zamanlardan birinde, bir varmış, bir yokmuş, taaaa…

Alnı kırışık, yüzü buruşuk, yüreği ak, gönlü pak, saçlarına karlar yağmış ak saçlı bir kocakarının bir oğlu varmış… İşi yokmuş, bir aşağı, bir yukarı dolaşır da yolları ölçermiş. Oğlan büyümüş, büyüdükçe gelişip serpilmiş. Can bu demiş, sıkıldı gayrı, bir kesere sap olmak istemiş, hele bir boş gezenin kalfası olmaktan kurtulayım diye, anasına seslenmiş. Sonunda iki koyun, bir keçi almış, kırlara gütmeye gitmiş. Bu tarla benim, şu tarla senin demiş de sonunda bir çobana rast gelmiş. Bir de bakmış çoban, tek değilmiş, iki arkadaşı ile birlikte değil miymiş? Üç çoban tutmuşlar köpeği, durmadan döverlermiş.

Yufka yürekliymiş, dayanamamış, kalbi bir iyicene yanmış. İleri atılıp, “bre çobanlar niçin döversiniz köpeği” demiş? Ekmeğimizi yedi, diye karşılık vermişler. Delikanlı şaşırmış, bir ekmek için de köpek dövülür mü diye dert yanmış…

Canı var, dili yok cancağızın, ekmek vereyim de dövmeyin, diye yalvarmış… Çobanlar razı olmuş, dövme durmuş, köpek delikanlıya bakmış kurtuluş sevincini, parlayan gözleri ile anlatmış. O gün öyle geçmiş, ertesi gün gelmiş. Delikanlı yine aynı yere gitmiş. Bu sefer de çobanlar, bir kedi dövermiş… Delikanlı yine dayanamamış, içi yanmış, neden dövdüklerini sormuş. Aynı karşılığı almış. Kediye acımış, ekmek verip, kediyi kurtarmış. O da parlayan gözleriyle delikanlıya bakmış, sevincini bakışları ile anlatmış.

Gün böylece bitmiş, delikanlı eve gelmiş. Ertesi gün gelmiş, delikanlı yine aynı yere gitmiş. Çobanlar bu sefer bir yılan dövermiş. Sormuş, Soğuk hayvandır, hem de koyunlarımızı emdi, karşılığını almış. Ne de olsa yürek bu, taş olsa erir. Delikanlının yüreği yine erimiş, içinden bir acıma gelmiş. Koyun vereyim, bırakın dövmeyi demiş. Çobanlar razı olmuşlar, koyunları almakla dövmeyi bırakmışlar. Delikanlı rahatlık duymuş, evine doğru dönüp yola koyulmuş.

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, bir de bakmış arkasında ki yılan süzüle süzüle gelirmiş. Delikanlı şaşırmış, olduğu yerde duraklamış. Yılan dile gelmiş, babasının evine davet etmiş. Delikanlı kabul etmiş, yola düzülmüşler, süzüm-süzüm süzülmüşler. Az gitmişler, uz gitmişler, giderken biraz dertleşelim demişler. Delikanlı yılana, babasının evinde ne yapacaklarını sormuş, yılan; iyiliğin karşılığını vermek gerek, dilekte bulunacaksın demiş. İlle de bir yüzük dilemesini salık vermiş. Delikanlı kabul etmiş, derken efendime söyliyeyim varmışlar Hindistan’a, dolaşıp gelmişler evin kapsına…

Kapı birden açılmış, muhafız yılanlar şaşırmış. Açmışlar ağızlarını, koşmuşlar delikanlıya. Şaşkınlık sırası delikanlıya gelmiş. Kaçsam mı kaçmasam mı diye düşünmüş! Yandım öldüm demeye zaman kalmamış, diğer yılan öne fırlamış. Başından geçenleri anlatmış bir bir, beni ölümden o kurtardı, demiş. Çekilmişler muhafız yılanlar kenara, döşenmiş yerlere halılar, durmuş muhafızlar, buyur etmişler içeri delikanlıyı.

Baba yılan divana kurulmuş, oturmuş, keyif edermiş. Delikanlıyı görünce, dile benden ne dilersen, demiş. Delikanlı yüzük dilemiş. Baba yılan yüzüğü vermiş, delikanlı teşekkür edip oradan ayrılmış. Az gitmiş, uz gitmiş, gelmiş kendi evine. Bak ne getirdim sana demiş, anasına da gönlündeki söylemiş. Meğer gönlündeki, padişahın kızı imiş… Muradım, padişahın kızıdır, var git iste demiş.

Ak saçlı anacığı, oğlum biz kimiz ki bize padişah kız verecek, herkes dengini aramalı, diye seslenmiş. Ama gönül bu, ferman dinler mi? Oğlan yanmış bir kere ahına, Ana ana; ak pülçekli canım ana, beni anlasana, yandım kızın ahına, demiş.

Ana bu, ak pülçekli, ak yürekli ana dayanamamış, kalkmış, padişaha gitmiş. Önünde diz çökmüş, “Allah’ın izni, Peygamberin kavli ile sizin kızı, bizim oğlana istemeye geldim” demiş. Padişah şöyle bir bakış, kızında gözlerinde şimşek çakmış, kızmış, hızını alamamış, kadıncağızı merdivenden aşağı atmış. Kara yazgılı ana ağlamış, kanlı yaşlar gözlerini dağlamış, boynu bükük eve gelmiş, olanları bir bir oğluna anlatmış. Beni elin maskarası ettin, diye de biraz dert yanmış.

Oğlan iç geçirmiş, bire padişah, ben sana gösteririm demiş. Yüzüğü cebinden çıkarıp yalamış. Hemencecik iki Arap çıkagelmiş. Boylu poslu, vurduklarını çökertecek cinstenmiş Araplar. Oğlan emretmiş, anneme ceviz kabuğu içinde elbise getireceksiniz, demiş. Elbiseleri Araplar getirmiş, anacağı oğlanın giymiş, olmuş bir hanım. Oğlan geçmiş anasının karşısına, şimdi seni beğenir demiş korkma. Anacığı boynunu bükmüş, padişahın sarayına kalkıp gitmiş.

Buyur etmişler içeri, izzet-i ikramda bulunmuşlar, dert yanıp derman dilemişler de sözü evliliğe getirmişler. Öyle ya ağlamayana meme vermezler derler, doğru söze ne denilir? Aklı başında olan ana da, bunu böyle bilir. Ağlamasını bilmek de bir hünerdir. Ana ağlamış, dert yanıp dermanını aramış. Allah’ın izni ile sizin kızı, bizim oğlana istemeye geldim diye sözü bağlamış. Padişah razı olmuş, yalnız şart koşmuş. Bahçemde saray kurulacak, evinizden saraya altından yol döşenecek.

Olursa bunlar veririm, olmazsa sizi ters yüz ederim, anladınız mı bilmem, demiş. Razı olmuş ana, selâm durmuş padişaha. Sevinçle gelmiş eve, anlatmış olanları oğluna. Oğlan sevinmiş, dünya benim oldu demiş de yine yüzüğü yalamış. İki Arap çıkagelmiş, emriniz şehzadem demişler… Delikanlı, şehzade değilim ama padişah damadı olmaktır muradım demiş. Şu andan tezi yok, varın padişahın bahçesine, kurun sarayı, döşeyin yola altınları diye buyurmuş…

Gece bitmiş, gün doğmuş. Şafakla birlikte padişahın hatunu kalkmış. Pencereye gidip açmış gözleri kamaşmış. Güneş gökten indi sanmış! Şaşkınlık içinde padişaha koşmuş, durumu anlatmış. Padişah meraklanmış da kalkıp bakmış. Hatun hatun, oğlan sarayı yaptırmış, saray hem de altındanmış. Yolu da döşenmiş, güneş gibi parlarmış. Şimdi ne yapacağız, kız gitti elden, can koptu yürekten, ama hatunun bir bildiği varmış, çatlarcasına kahkahayı basmış. Derken kapı çalınmış, gelenler içeri alınmış. İstediğiniz tamam, kız hazır demişler.

Düğün dernek kurmuşlar, oğlanı baş göz etmeye koyulmuşlar. Davullar çalmış, sofralar kurulmuş. İçkiler su gibi akmış ta ortalık sarhoş olmuş. Başına geleceklerden habersiz delikanlı, murada erdim diye sevinmiş, gönlü dolu dolu zifaf odasına girmiş. Devamı Yarın

 Günün Şiiri

Tahirle Zühre Meselesi

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.

Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.

Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?

Yani Tahiri Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Nazım HİKMET

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here