Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İskenderun’da cehennem rüzgârları esiyor sanki bu günlerde; kaç günden beri cayır cayır yanan ormanlar, mevsim dışı sıcaklar, geceden beri esen sıcak rüzgârlar ve bunlara ek limandan gelen sinir bozucu seslere karışan korkunç -Angus- kokusu… Her şeye amenna ama bu koku yok mu? Valla kime şikâyet edeceksiniz? Hava işini yapıyor ya bu bilmem nereden gelen büyük baş hayvanlar onları kime şikayet edeceksiniz? Ormanlar yansın, tarım hayvancılık bitirilsin ve dışardan hayvan -angus denen büyük baş hayvanlar- ithal edilsin?
Ve şehrin üzerinde yoğun iğrenç bir koku dolansın, pencerelerden, kapılardan doluşsun. Zaten sıcaktan buharlaşmak üzere olan evlerde nefes almak bile işkenceye döndü adeta. Kapı pencere kapat nereye kadar? Bu güzel ülkede böyle cehennemden günler yaşamak kaderimiz mi yoksa elimizle kirletmeye, betonlaştırmaya, yok etmeye çalıştığımız doğanın intikamı mı? Üstüne üstlük sivrisinekler arkadaşlarını, yandaşlarını toplayıp doluştular her tarafa. Gerçekten ilaçlamak çağ dışı bir şey ancak ne yazık ki bizde AVM’lerimize, rezidanslarımıza rağmen çağ dışı yaşıyoruz. Çöpler yerlerde dağ olmuş, kedi köpek pislikleri ortada, basmamak için dans eder gibi yürümeniz gerekir, yoksa …. gidersiniz. Yemek kapları, pislik içinde su kapları keza… Herkes bu dünyada tek başına yaşadığını sanıyor kimsenin kimseye saygısı yok. Hayvan sahipleri biraz daha hassas olabilir, ev hatunları çöplerini ayırarak torbalasalar çöp toplayıcısı arkadaşlar çöplerin altını üstüne getirmeden istediklerini alıp gitsinler. Ama yok her şey tıka basa bir torbada toplanıyor, o torbaların nasıl parçalanıp dağıtıldığına her gün defalarca şahit oluyorum. Ve yerdeki çöp artıklarını çöpçüler günde 12 saat süpürseler yine yeniden süpürmek zorunda kalırlar. Kediler köpekler bile şöyle bir bakıp geçiyorlar!
Biz çağdışıyız kardeşim herkese duyurulur siz ilaçlamalarınızı yapın hatta evlerin apartmanların içine girin nemli ortamları ilaçlayın kardeşim. Börtü böcek, mutasyona uğramış, hamam böceklerini yok edin tabi onlarla birlikte bizi de bol bol zehirleyin gitsin. Çünkü biz bunu hakkediyoruz. Ve bendeniz payıma düşeni yaşıyorum hapşı tıkşılarla nevrimi şaşırtarak.
Ve doğanında nevrini şaşırttık. Ya aniden şiddetli esiyor rüzgar, çatıları, ağaçları yere seriyor ya da bir sağanak oluyor çamur yağdırıyor -şu an Ankara da olduğu gibi.
Ve sevgili okuyucularım ter kan içinde yazılıyor bu yazı. Hapşı tıkışılardan burnum, beynim akıyor sanki. Ve burada bitirmek istiyorum. Şimdilik sağlıkla, sevgiyle, saygıyla kalalım hep birlikte ayrımsız gayrımsız. Yase
& & & & &
Baba
Çok eski zamanlardan birinde kötü bir adet varmış. Yaşlılar artık iyice ihtiyarlayıp iş yapamaz duruma geldiklerinde ormana götürülür, orada yırtıcı hayvanlara bırakılırmış. Böylece zaten az olan yiyeceklerin, çalışan gençlere yetmesi sağlanmaya çalışılırmış.
İhtiyarları belli bir yaştan sonra evde tutmak yasak olduğundan kimse yaşlı anne babasını evde gizleyemez, komşusu görüp ihbar edecek diye korkarmış. İşte bir gün yaşlılardan birini oğlu ormana götürüp bırakmak istemiş. Kış mevsimiymiş. İhtiyar, oğul ve küçük torun beraberce ormana gitmişler. İhtiyarı bırakmış dönüyorlarmış ki, küçük torun oyuncak kızağını dedesinin yanında unuttuğunu fark etmiş. Babasına dönüp almalarını söylemiş. Babası umursamayınca da: “Kızağımı almalıyım, yoksa sen yaşlandığında seni neyle ormana götürüp bırakacağım?” demiş.
Oğul o an anlamış ki, ihtiyar babasının kaderi, yaşlandığında kendi kaderi de olacak. Dönüp babasının ellerini çözmüş. Alıp eve geri getirmiş. Samanlıkta saklayıp her gün ona gizlice yemek vermeye başlamış. Bir süre sonra köyde hayvanlar arasında bir hastalık yayılmış. Hayvanlar birbiri arkasından ölüyormuş. İhtiyar oğluna şöyle demiş: “Hastaları iyilerden ayır. Onlara su, su otlardan ilaç hazırla. Sağlıklılara da şöyle şöyle yap.”
Oğlan ihtiyar babasının dediklerini yapmış. Gerçekten de onun hayvanları arasında ölüm azalmış. Çoğu kurtulmuş. Bayram geldiğinde her sene olduğu gibi, o sene de köy halkı kurbanlar kesmeye başlamış. İhtiyar oğluna şu öğüdü vermiş: “Köyde hayvan çok azaldı. Senin de fazla hayvanın yok. Bu sene kurban kesme.” Gerçekten de bir iki ay içinde bütün köy tarlalarda çalıştırılacak hayvan sıkıntısı çekmeye başlamış. Ama ihtiyarin öğüdünü dinleyen gencin hayvanı varmış.
İlkbahara doğru köyde artık ekmek yapacak tahıl bile kalmamış. Ama asıl sorun, tohumluk olarak kullanabilecek kadar bile tahıl olmamasıymış. Tarlaya ne serpeceklerini, gelecek senenin mahsulünü nasıl hazırlayacaklarını bilemiyorlarmış. İhtiyar bu konuda da oğluna öğüt vermiş: “Yavrum, ahırın çatısı samanla doldurulmuştur. Onları çıkar, yeniden döv. Oradan tohumluk buğday çıkarabilirsin…”
Oğlan, ihtiyar babasının dediği gibi yapmış. Köyde tohumluğu olan tek aile onlar olmuş. Bütün köy halkı bu gencin büyücü olduğunu düşünmeye başlamış. Öyle ya, herkesin işi kötü giderken, bu evde garip bir şekilde kötülüklere bir çare bulunuyormuş. Evi gözlemeye başlamışlar. Sonunda da gerçek anlaşılmış, ihtiyar babanın hala yaşadığı ortaya çıkmış.
Köylüler genci krala şikayet etmiş. Kral önce yasalarını hiçe sayan gence kızmış. Ama olup bitenleri dinledikten sonra iyi ve yerinde bir öğüdün çok şeyi değiştirebileceğini kabul edip, ihtiyarlarla ilgili yeni bir kanun çıkarmış. “Bundan böyle çocuklar, anne ve babalarına yaşlılıklarında bakacaklar. Onların gönlünü hoş tutacaklar. Çünkü onların hayat deneyimlerinden her zaman için öğrenebilecekleri şeyler var.”
Günün Şiiri
Gün Güneşi Örtmeden
gölgenizle konuşabildiğiniz bir saat
boyunuzu ölçün, eninizi ölçün
küçülüp düşebilirsiniz
en yuvarlak gününüzün ortasına
parmak atıp tad almayan duyularınıza
kusun kendinizi
bir kaç kavanoz
başkalarının acılarından serpin üzerinize
ihtimal ısınabilir yüzünüz
sorun o an kendinize
kaç dereceye kadar üşütüldüğünde
katılaşır yüreğiniz
bir bir fırlatıp atın yaşam belirtilerinizi
bedeniniz su almakta
ihtimal bulunabilir tavanda can yelekleri
siz yine de düşünün
ne kadar sürükleyebilecek güçtedir
beyin kaslarınız cesedinizi
ya da tam orada
öylece
güneşe çevirin yüzünüzü
uzak durun gölgenizden
ihtimal gün olur örter güneşi
kendi cesedinizi teşhiste zorlanabilirsiniz o gün
Sevgi KÖSE
İki Oda Bir İstanbul
evim iki oda bir İstanbul
üç cephesinden seni görür
biri düşlere bakar
ben hep düşlere çıkardım
asılı ip merdivenlerden
kanatlarım yoktu henüz
çocuktum
o merdivenlerde düştüm
kırlangıçlar büyüttü beni
köşe kapmaca oynadım
misafir gittiğim her masalda
ebesi olduğum oyunlarda
kanatlarım çıktı
uçmayı öğrendim
çatılarda şarkı söylemek için
evim iki oda bir İstanbul
bir kapısı sana açılır
bir kapısı sokağa
benim sokaklarım hep çıkmazdı
birgün öğrendim caddeleri
caddelerde yürümeyi
koşmayı da bilmez, kaçmak sanırdım
güneş beni kovalarken anladım
koşarak geceye varıldığını
sabırsız bir saatte
büyüyünce adımlarım
gitmeleri öğrendim
başka gecelerde konuşmak için
evim iki oda bir İstanbul
dar gelir bana
içine ırmak geçmeyen ev
Sevgi KÖSE
Günün Fıkrası
Adam evine telefon açar, telefonu yabancı bir bayan açar. Adam karşıdaki sesi duyunca şaşırır; “Sen kimsin?” “Evin hizmetçisiyim.” “İyi de bizim hizmetçimiz yok ki!” “Evin hanımı beni bu sabah işe aldı.” “Ya. Öyle mi? Ben de evin beyiyim. Hanımı çağırır mısın?” “Hanımınız şu an yatak odasında kocası sandığım bir adamla beraber.” Adam şaşırır, sinirlenerek, “Elli bin dolar kazanmak ister misin?” “Tabii ki isterim. Kim istemez…” “O zaman çekmecedeki silahı al, yukarı çıkıp o cadı ile o sümsük herifi vur!”
Önce ayak sesleri duyulur, sonra iki el silah sesi. Hizmetçi telefona geri gelir: “Öldürdüm efendim, cesetleri ne yapayım?” “Cesetleri havuza at.” Kadın duraklar: “Ama burada havuz yok ki?” Adam bir süre düşünür ve cevap verir: “Orası 112 43 44 değil mi?” “Hayır!!!!” “Pardon! Yanlış numarayı aramışım!!!!!”
Günün Sözü
Yaşayan hiçbir şey kendi başına sadece kendisi için yaşamaz
William Blake
Sevip de kaybetmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir.
Senec
Denizin dibinde incilerle taşlar karışık bulunurlar. Övülecek şeyler de kusur ve yanlışların arasında bulunur.
Mevlana