Biraz da Gülelim…

0
61

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Uzun zamandır gülmüyoruz şöyle gönlümüzce bir kahkaha atmayalı ne kadar oldu unuttum valla…

Bu yüzden bu sabah biraz gülelim mariobet diyorum ne dersiniz. Bu fıkraları hazırlarken çok güldüm dilerim sizde gülersiniz candan gönülden. Sağlık ve sevgiyle kalın çok sevgili okuyucularım. Yase

HALA YERE DÜŞMEDİ

Temel banka soymak suçundan yargılanıyormuş, son celsede hakim delil yetersizliğinden Temel’in tahliyesine karar vermiş. Temel bunu duyunca çok sevinmiş ve bağırarak hakime; “Uy cözünü sevdigumun hacim beyi, yani şimdi bu paralar penim oldu değil mu?”

& & & & &

Temel Fransız ve İngiliz 6 yıl hapse girerler. 6 yıl hapsi yer ve çıkarlar çıktıklarında nerede kalacaklarını aralarında tartışırken Fransız atılır: “Benim 6 bin katlı binam var isterseniz oraya gidelim.” İngiliz: “Benimde 850 bin katlı binam var isterseniz oraya gidelim” demiş. Temel: “Haçen uşaklar kavga edeysuz ama benim bir binam var hapse girmeden önce aşağı tükürdüm hala yere düşmedi” demiş

& & & & &

TEMEL’LE AZRAİL

Azrail Temel’in yanına gelir ve “Kardeş vaktin tamam hadi gidelim” der. Temel’de uyanık ya yalvarır; “Bana 5 yıl süre ver ondan sonra gel al canımı…” Azrail “Tamam” der. Temel de kendi kendine pilot olursam beni havada yakalayamaz derken 5 yıl sonunda Azrail pilot Temel’in yanına gelir ve “Vakit doldu gidelim” der. Temel’de “Şimdi canımı alsan arkada 300 yolcu var onlar ne olacak” der. Azrail: “Oğlum hepinizi bir araya getirene kadar anam ağladı zaten”

TEMEL’LE FADİME İÇİN

Temel Fadime’yle tiyatro gişesine gitmiş: “Pize içi pilet lütfen.” “Leyla ile Mecnun için mi?” “Hayır Fadime’yle penum için.”

& & & & &

Temel bir gün Avrupa’ya gider. Temel’in kötü bir alışkanlığı da vardır, sürekli içki içer. Bir gün bir bara girip barmenden üç bira ister ve hepsini içer. Üç-beş defa böyle yapınca barmen merak eder ve sorar; “Niye hep üç tane bira içiyorsunuz?” Temel cevap verir; “Ben, Dursun ve Hamdi bizler üçüzüz. Hepimiz dünyanın farklı yerlerindeyiz. Hepimizde bara girdiğimizde birbirimizin yerine bira içeriz, öteki iki birayı o yüzden içiyorum” der. Yine günlerden bir gün Temel bara gelir ve iki bira ister, barmen verir.Temel biraları içtikten sonra tam kalkarken barmen sorar; “Allah rahmet eylesin efendim, kardeşinizin biri öldü herhalde?” deyince Temel cevap verir; “Hayır ben içkiyi bıraktım da…”

& & & & &

YAĞMUR DUASI

Bir köyde yağmur duasına çıkarlar. Bektaşi de istemeye istemeye bunlara uyar, cemaatin arkası sıra giderken, eline geçirdiği bir ağaç dalını, kendi tarlasının bir köşesine saplayarak, başını yukarı kaldırıp, söylenir: “Bizim tarla da işte burası…” Rastlantı bu ya, yağmur duası yapılır yapılmaz, bulutlar kendini gösterir. Kara bir bulutun kendi tarlası üzerine gittiğini gören Bektaşi sevinçle koşar. Bir de ne görsün, ceviz büyüklüğünde dolu, bütün ürünü berbat etmemiş mi? O vakit başını yukarı kaldırır; şöyle söyler; “Kabahat sende değil, sana tarlayı gösteren de…”

& & & & &

BEKTAŞİ VE HIRKA

“Sizin hırkalarınızın yenleri neden bu kadar geniş olur?” Mevlevi açıklamış: “Başkalarında gördüğümüz kusurları örtmek için.” O da sormuş: “Ya sizin hırkalarınızın yenleri niye bu kadar dar olur?” Bektaşi açıklamış: “Biz hiç kimsede kusur görmeyiz ki…”

& & & & &

BEN VERİM

Bir gün Bektaşi yürürken yolunu bir maganda keser. Ve der ki; “Ben ciğeri beş para etmeyenlere yol vermem.” Bektaşi “ben veririm” der kenara çekilir.

& & & & &

DİLENCİ DUASI

Dilenci el açmış dileniyor, hem de dua ediyor. Bektaşi on para vermiş, “Duanı istemem!” demiş… Dilenci şaşırmış: “Niye duamı istemiyorsun?” “Ulan senin duan beş para etseydi, kendini kurtarır, dilenmezdin!”

& & & & &

Bir Bektaşi, merkebine odun yükleyip şehre gelirken karşıdan tüccar kılıklı iki adam peyda olarak: “Şu zındıkla alay edelim!” diye Bektaşi’ye yanaşıp selam verince Bektaşi de durur, merkebi de. Tüccarlar işaretle: “Bu eşeğin ne düşünüyor?” “Odun taşımaktan yorgun düştü de, artık kasabada ticaret etmeyi düşünüyor!”

& & & & &

DERSİMİ ALDIM

Bektaşi bir gün tekkeyi temizlerken iğrenerek bir hamam böceğinin üstüne basar kafasını da göğe kaldırıp: “Ya rabbi şu pisliği niye yarattın bilmem ki?” der. Gel zaman git zaman Bektaşi’nin ensesinde koca bir çıban çıkar. Kime gittiyse derdine derman bulamaz, aylardır sırtının üstüne yatamayan Bektaşi’ye koca karının biri; “Hamam böceklerini yakala, tek tek ayıkla, ez, suyunu çıkar suyunu iç, posasını da yaraya sür” diye akıl verir. Çaresiz dener bizim ki ve 3 gün içinde yaradan eser kalmaz.

& & & & &

HANGİSİ SARI, HANGİSİ KIRMIZI

Bektaşi iki öküzüyle tarlasını sürermiş; kırmızı öküz az yem yiyip, çok çalışırmış; sarı öküz lanet mi lanetmiş. Hem çok yermiş, hem tembelmiş. Bir gün öfkelenmiş Bektaşi: “Ey Allah’ım! demiş, şu sarı öküzün canını al da kurtulayım…” Baba Erenler ertesi sabah ahıra girince ne görsün! Kırmızı öküz sizlere ömür, sarı lanet capcanlı… Dışarıdan bir çocuk çağırmış Bektaşi, öküzleri göstermiş: “Ulan, demiş; bunların hangisi sarı, hangisi kırmızı?” Çocuk göstermiş: “Bu sarı, bu kırmızı!” Bektaşi gözlerini göğe çevirmiş: “İmanım, demiş; bacak kadar çocuk renkleri biliyor da, sen ayıramıyor musun?”

Günün Şiiri

ÇADIR KUŞAĞI

İstersem gülümserim,

kolay ne var bundan.

Ama karanlığı kalacak gözlerimde

mezar çiçeklerinin,

bir yaşlı selvinin karanlığı kalacak,

alt üst olmuş yurdumun köylerinde,

acı sessizlikle kuşatılmış yurdumun köylerinde,

yıkıntılar arasında güçbelâ ayakta duran

bir yaşlı selvinin.

Hangi halkı parçalamıştır tarih,

parçaladığı kadar benim halkımı?

Halkım benim oldu toprağımdan,

saçıldı dört bir yana halkım benim.

Daldı yurdum uykuya

iççekişleri arasında ufkun.

Bense burdayım,

gözlerim kapkara, zifir gibi,

çadırların karanlığını taşır gözlerim.

Çocuk dudakları değil bu dudaklar artık,

analarını çağıran dudaklar değil,

döndüler kuru bir ekmeğe,

çağırmazlar hiç kimseyi.

Siz orda barıştan dem vurun hâlâ,

ben burda durayım köksüz.

Ben burda boşluğa asılmış bir tavan.

Çadırlarda büyüyen bir kuşağım ben,

ben, çadırlarda çoğalan.

Bir daha kulak verin,

bir daha dinleyin beni:

Büyüyen ve çoğalan bir kuşağım

ben kara çadırlarda.

Kalsın sizin ekmeğiniz sofranızda.

Uyuyayım ben burda aç ve susuz.

Ama tarih dört açsın gözünü

bizim çadır kuşağına.

Salim JABRAN

Çevirenler: A. KADİR – Afşar TİMUÇİN

 

ASILMIŞ ADAM

Asılmış bir adam

Çocuklara en güzel oyuncak

çarşıda pazarda satılan.

Ama satılmıyor artık,

boşuna aramayın onu.

Söyleyin çocuklara,

tükeneli epey oldu.

Ey, nazi kamplarında

ölenlerin ruhları!

Berlinli bir Yahudi değil

bu asılmış adam,

benim halkımdan

bu asılmış adam,

benim gibi Arap.

Asanlar kardeşleriniz!

Yanlış söyledim,

afedersiniz,

onu nazi subayları

astılar Sion’da.

Ey, nasi kamplarında

ölenlerin ruhları!

Bilmem nasıl anlatmalı!

Bilmem nasıl anlatmalı!

Salim JABRAN

Çevirenler: A. KADİR – Süleyman SALOM

Günün Sözü

Aşkın ilk soluğu mantığın son soluğudur.

Antoine Bret

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here