Bir Ramazan Masalı

0
100

Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Bu sabah nette dolaşırken bir ramazan hikayesi okudum… Ramazan’ın ilk günlerini yaşadığımız bu günlerde iyi gelir, hoşunuza gider diye düşündüm. Ramazan boyunca ara sıra böyle Ramazan kıssaları paylaşmak istiyorum.

Sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım… Yase

& & & & &

Bir varmış, bir yokmuş. Adı bilinmeyen uzak dağların ardında, hiç kimsenin duymadığı bir ülke varmış. Bu ülkede insanlar büyük büyük işler yaparlarmış; daha doğrusu öyle olduğunu zannederlermiş. İşleri büyük olunca, her anları çok yoğun olurmuş. Artık kimse kimseyi görmez olmuş ülkede… Sabah erkenden uyanan halk, işbaşı yapar; akşama kadar işinin başından ayrılmazmış. Dedik ya; büyük işlerin adamlarıymış onlar! O yüzden, ne doğarken, ne de batarken; onları hiç ilgilendirmezmiş güneş…

Ne bahar geldiğinde kırlarda açan papatyalar, ne sonbaharda dökülen yapraklar dokunurmuş yüreklerine… Onlar papatyaların suyunu şifa diye satmayı, sonbaharda kış öncesi yakıt giderini azaltma planları yapmayı severlermiş. Kıyıda köşede kalmış hastalar, fakirler ve yaşlılar; kıyıda köşede kalırmış onlar için…

“Hayat, bu işte!” derlermiş. “Hastalanırsan devre dışı olursun. Yaşlılık pilin bitmesi, iş gücünün azalmasıdır.” Fakirler içinse kimse tek lâf etmezmiş. Onlar, hiç yokmuş bu ülkenin gündeminde… Gel zaman git zaman; bir gün sokaklarda tellâllar bağırmışlar; “Duyduk duymadık demeyin! Padişahımız ağır bir hastalığa dûçâr olmuştur. Herkes, şifası için elinden geleni yapsın; duâsı makbûl olanlar el açsın; şifâdan anlayan hekimler saraya adım atsın!”

yase-ramazan

Pek duâ eden olmamış ama; ‘Nasıl şifa oluruz?’ diye düşünen hekimler, ülkenin dört bir yanından saraya akın etmişler. Bir de ne görsünler; padişah kocaman olmuş!!! Masal bu ya; padişah yemek yemeye çok çok düşkün bir adammış.

“Ülkeyi yöneten adam öyle mi olurmuş?” demeyin, masal işte!

Padişah yemek yiye yiye hasta olmuş; vücudu kocaman olmuş. Artık ne oturabiliyor, ne kalkabiliyormuş. Hiç kımıldamadan öylece yatıyormuş padişah! Sanki midesi dağ olmuş. Öyle büyümüş ki midesi, bedeninde kalbine hiç yer kalmamış. İşe bakın siz, mide büyüyünce, kalp küçülür, katılaşırmış.

Hekimler, padişaha ilaçlar yapmışlar. Az yesin diye midesini küçültmeye çalışmışlar, ama kâr etmemiş. Hele kalbi için kimse bir şey yapamamış. Belki beslenir de büyür diye, gözyaşı takviyesi yapmışlar damarlarından. Nâfile, o da işe yaramamış.

Padişahın yakınları ümidi kesmişler. Ama kalbi sağlam bir hekim: “Allah’tan ümit kesilmez!” demiş. “Bu sözümü yabana atmayın! Ümit, kulların en sağlam ipidir.”

Onlar da, ümitlerini yeniden yeşerterek beklemeye başlamışlar. Bu güzel ve mana katılmış bekleyiş, ben diyeyim beş gün, siz deyin beş ay, devam etmiş.

Bir gün, ülkenin sınırlarından içeriye yaşlı bir adam girmiş. Yaşlı dediysem, âsası olanlardan değil, gözü ve gönlü yaşlı olanlardan… Lâkin, kimse bilmezmiş gözünden çıkan yaşları, gönlündeki sızıyı… O, dimdik, dupduru gezmeye başlamış, Allah’ın yol verdiği bu ülkede.

Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Geçtiği dereler-tepeler şenlenmiş. Yol boyu ağaçlar, serçeler ve karıncalar fark etmiş, bu adamda bir başkalık olduğunu… Ağır ağır yürüyormuş adam; karmakarışık bir hayata alışık ülke insanlarına inat, her ana anlam katıyormuş. Güneşe gülümsüyor, karıncalara yol veriyormuş. O yürüyor, ardından bir ‘huzur’ rüzgarı bırakıyormuş efil efil… Böyle bir huzura alışık değilmiş insanlar. Ve onlar da durup derin derin içlerine çekmişler huzur rüzgarını. Hayat yavaşlamış ülkede. Bir adam, tek başına nasıl değiştirebilirmiş bunca şeyi, sözsüz, kelâmsız?! Şaşırmışlar… Nihayet; yolunu kesip adını sormuşlar. Durmuş adam, tebessüm etmiş: “Ramazan…” demiş.

Ramazan’ın yürüyüşü devam ediyormuş. Ünü her yere yayılmış, saraya kadar ulaşmış. Ümidi kuşanmış saray halkı, Ramazan’ı bir lütuf saymışlar ve saraya davet etmişler.

Saraya giren Ramazan, lükse, şatafata hayret etmiş. O geldiğinden beri çoktan ülke gündemine düşmüş gerçi fakirler… Ama, bu israf kanına dokunmuş; üzülmüş, kalbine yaşlar inmiş. Onu alıp götürmüşler, hasta padişahın huzuruna… Ramazan, içeri girince bir daha sızlamış kalbi, yine ıslanmış. Kocaman bir bedenle, kımıldamadan yatan padişaha yaklaşmış; eğilip kalbini dinlemiş. Ne cılızmış kalbi; ah ne zayıf!…

Padişahın yakınlarına dönmüş Ramazan; “Bu hastalığın hekimlik dilinde adı; şişmanlıktır. Manevi âlemde ise biz buna ‘ağır ruh hastalığı’ diyoruz.”

“Peki, çare nedir?” diye sormuşlar.

“Çare Allah’tır, Allah’tandır. 30 gün, 30 gece kalacağım bu ülkede… İlan edin halka; 11 ay bedenler doymuştur; bir ay ruh doyacak! Fakirler kardeş bilinecek, duaları alınacak. Ve zamanın kıymetini bilecek bütün insanlar. Seheri, sabah bilecek; vaktin oğlu olma yarışına girecekler!”

“Vaktin oğlu mu?” demişler, şaşırmışlar.

“Biz ona ibn-ül vakt deriz. Ancak bu hâle erişenler, aldıkları nefesi hissedebilirler, ciğerlerinin her köşesinde… Böylece, kalbin her atışı bir hayra alâmet olur.”

Sonra padişaha dönmüş, Ramazan: “Sen de biraz iyilik yap. Hâl-hatır sor güle, böceğe!.. Tâ ki, kalbinin ‘tıp tıp’larını duyasın…”

Bunlardan sonra, saraydan çıkmış Ramazan. Ardında, rüzgarını bekçi bırakmış. Ülkenin her şehrini, sokağını, yaylalarını, ırmaklarını, ovalarını dolaşmış. Bir ay sürmüş yolculuğu… Bir akşam ezanı vakti, terk etmiş ülkeyi. Bir dahaki seneye niyetlenmiş; yine gelmeyi, yine düzen, yine sekînet getirmeyi… Burada da masal bitmiş.

“Bu masalda hiç mi kötü yok?” diye sormayın. Ramazan bir yere geldiğinde; bütün kötüler, esir edilirmiş bilinmez bir yerlerde. Gökten üç rahmet inmiş; biri padişahın cılız kalbine; biri “vaktin oğlu” olabilenlere, biri de Ramazan’ın rüzgârını yüreğinde hissedenlere…

Kübra Akbet – Şebnem Dergisi, Sayı 20

Ayet ve Hadislerle Ramazan-ı Şerif ve Oruç

Mü’minler her türlü ibadet ve salih amelde olduğu gibi Ramazan orucunu da Yüce Allah’ın hakkı ve kulların da vazifesi olarak görür ve edaya çalışırlar. Onlar için bütünüyle Ramazan ayı ve orucu Yüce Yaratan’a yakınlaşmaya en güzel ve bereketli vesilelerden biridir. Kur’an-ı Kerim’de onbir ayın sultanı Ramazan ve orucu hakkında şöyle buyrulmuştur: “O Ramazan ayı ki insanlığa bir rehber olan, onları doğru yola götüren ve hakkı batıldan ayıran en açık ve parlak delilleri ihtiva eden Kur’ân o ayda indirildi.” (Bakara Suresi, 2/185)

Günün Şiiri

HANIMELİ

çaresizliğim ertelenebilir hanımeli

yardım et

bu en berbat anında aşkın

bu artık kanser

yüzünde gözleri olmayan ölümün

önden görünüşüdür

al dizginlerini eline içimden geç

tohumluk sözcükler dersem

en büyük acılarımı kulisten izlesem

eski bir tanıdık uygunsuzluğu

bu en berbat anında aşkın

köprücük kemiklerinde sızlayan şimdi

o konuştukça yüzün gözün kül içinde

murdar eder tutukluğunu

şenliğimdi

kesik bir el gibi yabancılaşan

baykuş uçuşuyla küpeli sabahlara geçerdik

küçük ayrılıklarla zembereklerimizi denerdik

unutkanlığım hoşgörülebilir hanımeli

bu en berbat anında aşkın

bu insan olma tavında

yalnızlığım savuşmuyor söz yordamıyla,

onca gayretli hedefsen

attığını vurur şarkılar

utana sıkıla içlensem

kimse suçlu değil

ben özellikle masumum

bu en berbat anında aşkın

bu çürük çarık öğüt mezatında

gülücüklü bir ad arıyorum pişmanlığıma

Arzu ASLAN

Günün Sözü

Her şeyin sonunu uzun-uzun düşünen ve bir türlü karar  veremeyenlerden, şecaat ve cesaret namına hiçbir şey beklenemez.

Hz. Ali

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here