Bardağı Yere Bırakın

0
86

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Seçimler öncesi son günlere damgasını vuran olay Diyarbakır’da patlayan bomba oldu. Ne yazık ki yaralılar var. Hepsine geçmiş olsun diyoruz.

Bir sürü şey var  aslında  bu sabah dağarcığımda, dizilmeyi bekleyen sayfalara, satır-satır. Ancak onları, ayıklayıp seçecek, seçtiğini toparlayacak, dizecek enerji nerde? Keşke bir şey olsa (belki vardır) şöyle kulağa takılacak minnacık bir çip. Ne zaman kendimizi dağınık, kayıp, enerjisiz algılasak, biz kendimizin ayrımında olmadan o anlasa durumumuzu ve devreye girse. Konuları ayıklayıp sıra, sıra dizse ve  önümüzdeki ekrana yansıtsa ne harika olurdu değil mi? Hiç elimiz değmeden!! “Pardonn daha başka ne isterdiniz, duyamadımmm?” diye sorarlar adama  valla. Neyse ya düşte mi kuramayacağız yani. İyi ya düşte kurmayız (adamlar yapmışlar bile böyle bir şey.)

Kafamızı toparlayıp bir şeylerde yazamayız, zaten kafa toparlanacak gibi değil, içinde davullu zurnalı  bir kalabalık var. Yapılacak bir şey yok. Bizde kafadan olmayan, hazırla yetineceğiz artık. Mail kutumuza gelenlerle… Ancak onları da seçmek gerekiyor. O kadar abuk sabuklar geliyor ki kazara okumadan bir paylaşın köşenizde sonra ne olur bilmem!!

Kendi hesabıma dostlarımın yolladığının dışında bana gelen bütün mailleri okumaya bile gerek görmeden siliyorum. Bazen de hiç bakmıyorum yüzlercesi birikiyor. O zaman Berke’yi ya da Emre’yi özlüyorum. Onlar ne güzel silerlerdi her şeyi. Ben uğraşamıyorum valla. Gerçekten çok sabırsızım, yazım gitsin, tamam, hemen kapatırım bilgisayarı. Ne maillerime bakarım ne de msn’yi açarım. Zaten iki üç saat bilgisayar başında oturmuşum, birde bunlarla mı uğraşacağım? Ancak hiç işim olmayacak “hadi bir bakalım neler var” diyeceğim. O zaman, ancak   bazılarını okurum, bazılarını kaydederim, bazılarını da hemen silerim…

Zahmet olmasa havam yerindeyse de yanıt veririm artık ayıp olmasın diye. Ve insanlar tuhaf ya çok tuhaf. Yani gazetedeki sayfama saatlerce yazarım ve yazmağa devam ederim, kendimi bıraksam ama mesajlara yanıt vermeğe gelince elim varmaz, çok zoruma gider ayıp olmayacağını bilsem yanıtta vermeyeceğim ya. Oysa bir zamanlar cep telefonunda mesaj yazma uzmanıydım, saniye başı mesaj yazardım, şimdi ise??? Ama bakın yorumları hemen yanıtlarım çünkü onları okuyucularımdan alıyorum ve onlar olmasa ben neden yazıyorum ki? Bana yön veriyorlar, bazen eleştiriyor, motive ediyorlar. Onlara saygımda sevgimde sonsuz doğrusu…

Ve tabi kıskanmasın bazı mail atanlar onları da bazen sayfama taşıyorum şimdiki gibi. Ve ben çok beğendim ve kafam bütün kalabalığına rağmen seçimini iyi yaptı sanırım.

Şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın sevgili okuyucularım. Sizde bardağı bırakın, sizden önemli değil ki? Yase

& & & & &

Bardağı Yere Bırakın…

Profesör elinde içi dolu bir bardak tutarak dersine başladı. Herkesin göreceği bir şekilde tutuyordu ve ardından sordu: “Bu bardağın ağırlığı sizce ne kadardır?”

“50gr! …. 100gr! ….. 125 gr!…” diye öğrenciler yanıtladı.

“Bardağı tartmadıkça gerçekten ben de bilemem” dedi profesör, “ama benim sorum şu ki: Bu bardağı böyle birkaç dakikalığına tutsaydım ne olurdu?”

“Hiçbir şey…” diye yanıtladı öğrenciler. “Tamam peki 1 saat boyunca tutsaydım ne olurdu?” diye sordu profesör bu kez…

“Kolunuz ağrımaya başlardı efendim” diye öğrencilerden biri yanıtladı. “Haklısın, peki şimdi ben 1 gün boyunca tutsam ne olurdu?”

“Kolunuz iyice ağrır, kas spazmı, batar vs gibi sorunlar yaşardınız ve hastaneye gitmek zorunda kalırdınız!” Tüm öğrenciler çeşitli yorumlar yaptı ve gülüştüler.

“Çok iyi. Peki tüm bu sorunlar olurken bardağın ağırlığında bir değişme olur muydu? ” diye sordu profesör.

“ Hayır….” diye yanıtladı herkes…

“Peki o zaman kolun ağrımasına ve kas spazmına neden olan neydi?”

Öğrenciler bulmaca çözermişçesine düşünmeye başladılar.

“Acıdan ve ağrıdan kurtulmak için ne yapmam gerekir bu durumda?” diye tekrar profesör sordu.

“Bardağı bırakın düşsün!” diye öğrencilerden biri yanıt verdi.

“Kesinlikle!” dedi, profesör. “Hayatın problemleri de böyle bir şeydir. Onları kafanda birkaç dakika tutarsın. Bir sorun yokmuş gibi görünür. Uzun bir süre düşünürsün. Başınız ağrımaya başlar. Daha uzun düşünün. Artık seni bitirmeye ve hiçbir şey yapamamana neden olur. Hayatınızdaki mücadeleleri ve problemleri düşünmek önemlidir, Fakat daha önemlisi onları her günün sonunda, uyumadan önce yere bırakmaktır (bardak gibi). Bu şekilde strese girmez ve her gün taze bir beyin ile uyanır ve her konuyla ve yolunuza çıkan her mücadele ile başa çıkabilecek güçte olursunuz! Bu yüzden Sevdiklerinize şunu hatırlatın; “Bardağı yere bırakın bugün!”

Günün Şiiri

Sisler Bulvarı

elinin arkasında güneş duruyordu

aylardan kasımdı üşüyorduk

ağacın biri bulvarda ölüyordu

şehrin camları kaygısız gülüyordu

her köşe başında öpüşüyorduk

sisler bulvarı’na akşam çökmüştü

omuzlarımıza çoktan çökmüştü

kesik birer kol gibi yalnızdık

dağlarda ateşler yanmıyordu

deniz fenerleri sönmüştü

birbirimizin gözlerini arıyorduk

sisler bulvarı’nda seni kaybettim

sokak lambaları öksürüyordu

yukarıda bulutlar yürüyordu

terkedilmiş bir çocuk gibiydim

dokunsanız ağlayacaktım

yenikapı’da bir tren vardı

sisler bulvarı’nda öleceğim

sol kasığımdan vuracaklar

bulvar durağında düşeceğim

gözlüklerim kırılacaklar

sen rüyasını göreceksin

çığlık çığlığa uyanacaksın

sabah kapını çalacaklar

elinden tutup getirecekler

beni görünce taş kesileceksin

ağlamayacaksın! ağlamayacaksın!

sisler bulvarı’ndan geçtim sırılsıklamdı

ıslak kaldırımlar parlıyordu

durup dururken gözlerim dalıyordu

bir bardak şarabda kayboluyordum

gece bekçilerine saati soruyordum

evime gitmekten korkuyordum

sisler boğazıma sarılmışlardı

bir gemi beni afrika’ya götürecek

ismi bilmiyorum ne olacak

kazablanka’da bir gün kalacağım

sisler bulvarını hatırlayacağım

kırmızı melek şarkısından bir satır

lodos’tan bir satır yağmur’dan iki

senin kirpiklerinden bir satır

simsiyah bir satır hatırlayacağım

seni hatırlatanın çenesini kıracağım

limanda vapur uğuldayacak

sisler bulvarı bir gece haykırmıştı

ağaçları yatıyordu yoksuldu

bütün yaprakları sararmıştı

bütün bir sonbahar ağlamıştı

ağlayan sanki İstanbul’du

öl desen belki ölecektim

içimde biber gibi bir kahır

bütün şiirlerimi yakacaktım

yalnızlık bana dokunuyordu

eğer sisler bulvarı olmasa

eğer bu şehirde bu bulvar olmasa

sabah ezanında yağmur yağmasa

şüphesiz bir delilik yapardım

hiç kimse beni anlayamazdı

on beş sene hüküm giyerdim

dördüncü yılında kaçardım

belki kaçarken vururlardı

sisler bulvarı’ndan geçmediğim gün

sisler bulvarı öksüz ben öksüzüm

yağmurun altında yalnızım

ağzım elim yüzüm ıslanıyor

tren düdükleri iç içe giriyorlar

aklımı fikrimi çeliyorlar

aksaray’da ışıklar yanıyor

sisler bulvarı ayaklanıyor

artık kalbimi susturamıyorum

Attila İLHAN

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here