Havalar…

0
62

Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? İstanbul’un en sevmediğim tarafı bu günlerde gökyüzüne çöreklenen gri bulutları ve aptal ıslatan denen ince yağmuru. Ne yağdığını anlarsınız ne de yağmadığını. Güneş bu havada parlamak istediğinde gri bulutların ardından, soluk bir sarıya dönüyor gökyüzü. Bu rengi de hiç sevmiyorum.

Nerdeyse on günden beri hava böyle. Güneş bir saniye görünse hemen gri bulutlar önüne geliyor. Havaya kafayı taktığımda acayip canım sıkılıyor. Gri ve soluk olan hiçbir şey benim için hoş değildir. Ama dediğim gibi kafayı taktığımda. Çünkü o kadar çok şey var ki hoşuma gitmeyen ama kafaya takmadığım, taktığımda ise sıkılıp kendimi kötü algıladığım bu da onlardan biri işte. Bu sabah nihayet karar verdi bulutlar, taşıdıkları suyu boşaltıyorlar ama yinede nazlana, nazlana.

& & & & &

Bu sabah yine düşünüyorum. Bazı ortaya çıkmayan, anlatılmayan, anlatılmayınca unutulduğu sanılan, yaşanmadığı kabul edilen yaşanmışlıklar var ki, hiç ummadığınız bir anda birde bakmışsınız ki beyniniz onları kusuyor! Arka arkaya, birbirine dolana, dolana. Çoğunlukla yorgun bir günün ardından yatılan uykunun, sabaha karşı ilk saatlerinde olur bu kusma. Bazen bilgisayarımızın belleğini temizleriz, temizlerken bizden habersiz neler biriktirdiğini görünce de baya bir şaşarız. Biriktirdikleri bizim kaydetmediğimiz şeyler ve çöp kutusuna yolladığımız fazlalıklar. Biz onların silindiğini sanırız ancak onlar bellekte toplanmıştır. Silici bile onların hepsini birden silemiyor. Ve bizim belleğimizde böyle yapıyor. Silindiğini sandığımız anılar ve kaydedildiğinden haberimizin olmadığı bir sürü saçma sapan ruh sıkan olayları.

Ve bu kaydedilmediğini ya da çöp kutusuna attığımız sandığımız olaylar, anılar gecenin sabaha karşı olan saatlerinde ortaya dökülüyor bu günlerde. Neden, niçin bilemiyorum yada bildiğimi sanıyorum? Şöyle ki, farkına varamadığımız yorgunluklarımız bazen sabaha karşı normalde düşmesi gereken ateşi, su kaybından dolayı yükseltebiliyor. (su kaybının, vücudun yeterli suya sahip olmadığı ve yetersiz olan suyu da ter ve idrarla dışarı attığı zamanlar da oluştuğunu sanıyorum.) Ve biz bazen özelikle sokakta olduğumuz zamanlarda ve soğukta su içmeyi unutan insanlarız. Ya da, yalnızca bağışıklık sistemimizin yine yorgunluk nedeni ile zayıflamış olması da neden olabilir bu duruma!

Ancak ne olursa olsun olduğumuzu sandığımız boyuttan başka bir boyuta geçmek üstelik geçtiğimiz boyutun zamanı yok, mekanı yok, her anı ve olay birbirine dolanmış olarak yaşanıyor. Bu olaylar ve anılar çoğunlukla anımsamak istemediğiniz şeyler olunca yorgunluğunuz katlanıyor iki arada bir derede gidip geliyorsunuz. Bu yolculuktan hoşlanmadığınızı, yorulduğunuzu, üzüldüğünüzü biliyorsunuz. Ondan kurtulmaya çalışıyorsunuz, dış sesleri algılayabiliyor kalkmanız gerektiğini de biliyorsunuz ancak rüyada ya da başka bir yerde olduğunuzu da bilmiyorsunuz. Kısaca darmadağınık korkunç bir şey demeyim de rahatsızlık veren bir şey. Ve her defasında sersem gibi kalkmayı becerebilmekte hoş olmalı. Sanki uzak bir yerden gelmiş gibi dalgın yorgun ve dalgın olmanıza rağmen çok geçmeden kendinize geliyorsunuz. Çok şükür…

Yaşadığınız şeyler kesinlikle halüsinasyon gibi şeyler değil biliyorum… Çünkü Temel olarak halüsinasyonlar, çoğunlukla aslında var olmayan küçük ve hareket halindeki nesnelerin görünmesi durumudur. Ve bir ruh hastalığının habercisidir. Oysa bizim yaşadıklarımız unutmak istediklerimizin ve aklımızda olmasını istemediğimiz ancak bir şekilde belleğimizin yüklendiği olayları bir nedene dayalı olarak rüyamızda yaşamamız diye değerlendiriyorum. Nasıl ki hiç bilmediğimiz önemsemediğimiz bir şarkıyla uyanırız bazen. Öyle bir şey bu da… Örneğin kaç gündür ömrümde söylemediğim hatta dinlemediğim bir arabesk şarkıyla uyanıyorum… Kardeşim hayırdır diyor nerden çıktı bu? “demek bellek hafızlamış” diyorum “ve ruh halim dilime döküyor?” Kendim inanıyorum ve inandırıyorum başka açıklaması var mı bilmiyorum. Ama soracağım.

Bazı yine çok yorgun olduğunuz zamanlar sabaha karşı değil de, başımız yastığa düşer düşmez başlarsınız yaşadığınız günü yeniden yaşamaya. Bütün girinti çıkıntıları ile. Çok komik ya… Gün geceye taşınmış oluyor böylece. Uyanıp banyoya gitseniz bile değişen bir şey olmuyor, kesintisiz yaşamaya devam ediyorsunuz yaşadıklarınızı, bu kez gecenin koynunda.

Bazı arkadaşlarım bu olayları bazen çok sık yaşadıklarından, gündüz bir şeye konsantre olamadıklarından yakınıyorlar. Bende yorgun olduğum ve olayların etkisinde olduğumu sandığım zamanların gecesinde bazen yaşıyorum bu yaşananları. Ve nedenlerini bildiğim için çok önemsemiyorum ya da önemsemem gerek mi onu da sormam gerekiyor sanıyorum. Ve kendimce bulduğum nedenleri ortadan kaldırmaya çalışıyorum.

Eminim herkesin bir nedeni vardır kendi bildiği ve bu durum geçidir. Her şey gibi… Bu sabah başım ağrıyor, boğazımda akıntı var. Belli ki grip olmak üzereyim bağışıklık sistemim zayıflamak üzere. Hemen önlemimi almam gerekir, doğru beslenme, doğru su tüketme ve dışarıdan destek alarak. Ve biz insanlar çok kompleks yapı taşıyoruz girinti çıkıntılarımız, uçurumlarımız, dağlarımız çok. Bazen tsunami geçirir ruhumuz, sonradan huzuru bulur bazen yanardağı gibi patlar biriktirdiklerimiz. Sonunda asıl olan ayakta kalmaktır. Hata yapabilmektir bu çok zor değil insan nelere dayanabilir, aslında kendi de bundan habersizdir. Ama dayanamam dediği her şeye dayanmıştır bu mükemmel yaratılmış ama kendinin ayrımında olmayan zavallı yaratık.

Şimdi tsunami değil tarumar değil içim dışım, ama bir yanardağı patlıyor gecelerdir koynunda. Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalalım hep birlikte diyorum. Yase

& & & & &

Batı Klasiklerinden Aisopos (sahaflardan aldığım bir massal kitabından)

Maymun İle Balıkçılar

Maymunun biri bir ağaca çıkmış, balıkçıların ne yaptıklarına bakıyormuş. Bakmış ki ağları ırmağa atıyorlar, balıklar kendiliklerinden gelip, gelip ağa tutunuyorlar. İş kolay sanmış. “bende yaparım” demiş. Biraz sonra balıkçılar çökütmelerini orada bırakıp kendileri karınlarını doyurmaya gitmişler. Maymun hemen ağaçtan inmiş balığın nasıl tutulacağını gördü ya; o da hemen balıkçılığa kalkışmış. Öyledir maymun, insandan ne görürse kendide bir yol dener. Ama ağları bir türlü kullanamamış; suya atmak şöyle dursun ağlara kendi takılmış, kurtulayım diye çabaladıkça büsbütün dolanmış, boğulacak gibi olmuş. O zaman içinden “oh olsun bana! demiş, balıkçılığı öğrenmeden ne demeye balık tutmaya kalkarım!”

Günün Şiiri

Ayın Büyüttüğü Oğullar

Bize kanlı bir uykunun, bir kardeşlik sabahı başlatacağı müjdelenmedi.

Cinayetten dönen kardeşiniz, gölgesini gizlediği duvarların ötesini görür.

Ellerini yıkar ve sizi dünyada bir söz olarak bırakır.

Sessiz bir törenle iç geçirme arasında duran yerde gömdüm onları.

Ölü oğullar. Kurban hepsi.

Sanki onlara, kurban oluşlarını hatırlatmak için var yeryüzü.

Yüzleşiyoruz.

Sızlanmaya başlayan bir çırpınmada “yeter” diyorum.

“gidin ve öldürmeyin”

ağzımda kesik bir gülüş. Kâbus olmalı.

Bir cinayetten dönen kardeşim korkutuyor beni.

Kanlar içinde uyanıyorum. Terliyim.

Aç gözlerini. Tırnaklarını acıyan yerlerine bastır.

Biri var mı göğsümü mendiliyle silecek.

Kardeşim bir cinayetten dönüyor. Karanlık dehlizlerden.

Siyah paltosu

Ve gözleriyle.

Ona benzemeyeceğim.

Gece ayaklarımız okşandı ve büyük dağları geçeceğimiz söylendi.

Karlarla bekletilmiş büyük dağları geçtik.

Bahçede ilk gün keskin bir çizgiyle yan yana duran üç yıldızı gördük.

Mutlak. Yol açıcı.

“Bakmak istiyorum ayaklarına” dedi eğilen bir ses.

Onlara, bir daha görüşmeyebiliriz demedim.

Hepimiz biliyorduk.

O dağ oğullarını yedi.

Ve onları bir sese kapattı.

Kolu yok kiminin.

Kimi kör.

Kardeşlik eski bir masalın bilgisinde kaldı.

Kardeşlik acımaydı.

Bejan MATUR

Günün Fıkrası

Adamın biri ölüp cennetin kapısına dayandığında, cennetin baş meleği durdurur onu. “İçeri almadan önce sorularıma cevap vermelisin? Hayatın boyunca tam anlamıyla iyi bir iş yaptın mı, bakalım?”  Adamcağız uzun-uzun düşünür, hafızasını zorlar, ama ne yazık ki yaptığı iyi bir şeyi hatırlayamaz. Melek tekrar sorar. “-Peki, bari söyle, hiç cesaret gerektiren bir şey yaptın mı, hayatında?” Adam hemen atılır gururla. “-Yaptım, tabii!” “-Anlat bakalım, neymiş bu cesur iş? Adam anlatmaya başlar; “-Ben futbol hakemiydim. Kadıköy’de bir Fenerbahçe-Galatasaray maçını yönetiyordum. Maçın son dakikasında Fenerbahçe aleyhine penaltı çaldım.”“-Vay canına, gerçekten cesurmuşsun sen, hadi geç bakalım! Cennetin kapıları açılır. Bizim hakem tam geçecekken, melek merak eder: “-Ne zaman olmuştu bu maç?” “-Aşağı yukarı üç dakika oluyor biteli”

Günün Sözü

Çocuklarınıza ders vermek istiyorsanız (bu hiç de gerekli değil) kendinizi örnek gösterin. Ama sizin gibi olmaları için değil, sizin gibi olmamaları için. Yapabilenler yapar; yapamayanlar yapmayı öğretir.

Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse, derhal o andaki ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki tanıdıklarım benim hala eskisi gibi olduğumu düşünürler.
Bernard SHAW

CEVAPLA

Please enter your comment!
Please enter your name here