Günaydın sevgili okuyucularım nasılsınız bu sabah? Bir yerel seçimi daha geride bıraktık, şimdiye dek yaşamadığımız, görmediğimiz, duymadığımız garipliklerle bu yetmedi birde çıkan kavgalarda üç vatandaşımız hayatını yitirdi. Allah rahmet eylesin ama bu acayip seçimler için canından olmaya ve can almaya değer miydi be kardeşim, diye sormadan yapamayacağım. Şimdi geride kalan anne-baba, çoluk çocuk, eş ya da sevgili ne durumdadır kim bilir? Keşke biraz daha soğukkanlı olabilseydiniz. Bu dünyada insandan değerli hiç bir şey olamaz. Keşke herkes bunun ayrımına varsa artık ve birbirini bu kadar hesapsız, kitapsız incitmese, karalamasa, yermese, düşman görmese!
Seçim sonuçları hala kesinleşmedi İstanbul’da şu ana dek. Ama İskenderun’da Fatih Bey belediye başkanlığını kazandı. Hayırlı uğurlu olsun diyoruz. Değerli bir insan, saygın bir insan dilerim işleri rast gitsin ve İskenderun için iyi olsun. Fatih beyden söz ederken partisinden söz etmedim özelikle; çünkü seçildiği andan itibaren partisiz olacağına ve her kesime eşit mesafede duracağına olan inancım tam. Dilerim yanılmam. Sayın Şahutoğlu ile arasında çok az bir fark var.
Nispi seçim sisteminin gereği olarak bir oy bile işi değiştirdiğinden tabi. Aslında bu seçimde kazanan ve kaybeden yok diye düşünüyorum, her iki adayda güçlüydü ve güçlerini birleştirirlerse İskenderun için şahane olur belki? MHP’de bu seçimde baya bir başarılıydı onu da kutlamak gerekir, ayrıca Saadet Partisi ve Komünist Partisinin adayları da belediye başkanlık yarışında başarı oldu. Yani toplumun her kesiminin istediği gerçekleşti, çok seslilik her zaman çok güzeldir. Ülkeye hayırlı olur dilerim, gelecek günler ne gösterecek yaşayarak göreceğiz. Ancak Ak Parti bütün çabalarına rağmen oy kaybetmeye başladı. Ekonomik sıkıntılar, işsizlik bunda çok önemli bir rol oynadı. Gelecek günler ne gösterecek birlikte göreceğiz. Millet ittifakı ise gerçekten çokta hak ettiği yerde değil. Kişisel hırslar ve küskünler olmasaydı çok daha fazla oy alabilirlerdi diye düşünüyorum.
Neyse inşallah herkes şapkasını önüne koyup düşünmeye başlar ve gerçekçi bir öz eleştiri yapar. Çünkü artık gerçekten maddi sıkıntılar insanları çok etkiliyor, borç, harç, vergi yükü nefes alacak hal bırakmıyor. Bahar geldi gelmesine ama baharda seller, alerjiler ve hiç hesapta olmayan fırtınalar var. Yani o çiçeklere can veren polenlerin alerjileri birçok canın canını yakıyor. Yani alerjik olduğumdan şimdilerde hapşı-tıkşılardan başımı kaldıramıyorum valla. Yani o renkler, çiçekler, böcekler çok masum olmayabiliyor bazen!
Ve dilerim her şey gerçekten güzel olsun. Ve sevgili okuyucularım sağlıkla, sevgiyle kalalım her zaman, ayrımsız gayrımsız hep birlikte. Yase
& & & & &
Kısa Ama Güzel Bir Hikaye!!!
Japonya’da yaşanmış gerçek bir olay şöyledir: Evini yeniden dekore ettirmek isteyen Japon bunun için bir duvarı yıkar. Japon evlerinde genellikle iki tahta duvar arasında çukur bir boşluk bulunur. Duvarı yıkarken, orada dışardan gelen bir çivinin ayağına battığı için sıkışmış bir kertenkele görür. Adam bunu gördüğünde kendini kötü hisseder ve aynı zamanda meraklanır da kertenkelenin ayağına çakılmış çiviyi görünce.
Muhtemelen bu çivi 10 yıl önce, ev yapılırken çakılmıştı. Peki, nasıl olmuş da kertenkele bu pozisyonda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamayı başarmış? Karanlık bir duvar boşluğunda hiç kıpırdamadan 10 yıl boyunca yaşamak çok zor olmalı.
Böylece adam çalışmayı bırakır ve kertenkeleyi izlemeye başlar. Sonra nereden çıktığını fark edemediği başka bir kertenkele gelir ağzında taşıdığı yemekle… Adamı sersemletir gördüğü manzara. Bu nasıl bir sevgi? Ayağı çivilenmiş kertenkele, 10 yıldır diğer kertenkele tarafından beslenmektedir…
& & & & &
Ruhumuzu Bekleyelim
İnka tapınaklarına çıkmak isteyen Avrupalı bir grup arkeolog, birkaç yerli rehberle yola koyuluyor. Dağın tepesindeki tapınaklara giden uzun yolu, kısa bir sürede yarılıyorlar. Aynı hızla tempoyla biraz daha yol aldıktan sonra, yerliler kendi aralarında konuşup birden yere oturuyor ve böylece beklemeye başlıyorlar. Tabii Avrupalı arkeologlar buna bir anlam veremiyorlar. Saatler sonra, yerliler kendi aralarında konuşup tekrar yola koyuluyorlar, sonunda tepenin üstündeki görkemli İnka tapınaklarına geliyorlar. Arkeologlardan biri, yaşlı rehbere soruyor, “hiç anlayamadım, niye yolun ortasında oturup saatlerce yok yere bekledik?
“Yaşlı rehberin cevabı o kadar güzel ki; “Çok kısa sürede çok hızlı yol aldık, ruhlarımız bizden çok uzakta kaldı. Oturup ruhlarımızın bize yetişmesini bekledik…” Niye içimiz de hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığımızı, niye mutlu olmayı beceremediğimizi, niye kendimiz olmayı başaramadığımızı ve “niye” ile başlayan daha bir dolu sorunun cevabını açıkça veriyor. Inkalar’ın yaşlı torunu. Çünkü kimilerimiz bu aptal hayat içinde o kadar hızla yol alıyoruz ki, ruhumuz çok arkada kalıyor, hatta onu nerelerde unuttuğumuzu bile hatırlayamıyoruz. … Herkes bir arayış içinde, ama hiç kimse ne aradığını bilmiyor. Sanıyoruz ki çok paramız, sürekli yükselen bir kariyerimiz, bahçeli bir evimiz, spor bir arabamız olunca biz de çok mutlu olacağız. Evet, kimi zaman bunlara sahip oluyoruz ama ruhumuz yanımızda olmadan…
Günün Şiiri
Her Şey Sende Gizli
Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç…
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kâr sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yağmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissettiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak, bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve her şeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin…
Can YÜCEL
Ben Hayatta En Çok Babamı Sevdim
Hayatta ben en çok babamı sevdim
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Bilmezdi ki oturduğumuz semti
Geldi mi de gidici-hep, hep acele işi! –
Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi
Atlastan bakardım nereye gitti
Öyle öyle ezberledim gurbeti
Sevinçten uçardım hasta oldum mu
40’ı geçerse ateş, çağrırlar İstanbul’a
Bir helalleşmek ister elbet, diğ’mi, oğluyla!
Tifoyken başardım bu aşk oyununu
Ohh dedim, göğsüne gömdüm burnumu
En son teftişine çıkana değin
Koştururken ardından o uçmaktaki devin
Daha başka tür aşklar, geniş sevdalar için
Açıldı nefesim, fikrim, canevim
Hayatta ben en çok babamı sevdim.
Can YÜCEL
Günün Fıkrası
Padişah ile Vezir tartışmaya başlamış. Padişah, vezire, “En büyük ve en güçlü benim. Sen benim emrimdesin” demiş. Vezir, “Hayır ben büyüğüm. Ordunun başında ben savaşıyorum, sen sadece mühür basıyorsun” diye itiraz etmiş. Tartışma uzayınca Padişah’la vezir, bir çobanın yanına gitmiş ve konuya direkt girmemek için çobana sormuşlar; “Senin koyunun mu büyük ineğin mi?” Çoban “İnek” demiş, “-Keçin mi büyük, öküzün mü?” Çoban “Öküzüm tabii ki” deyince, kilit soruyu yöneltmişler çobana; “Söyle bakalım Padişah mı büyük, vezir mi?” Çoban hiç düşünmeden yanıtlamış; “Vallahi ben bu hayvanları tanımıyorum…”
Günün Sözü
Her insan, yapmadığı tüm iyiliklerden suçludur.
Voltaire
Hayatta daima gerçekleri savun! Takdir eden olmasa bile, vicdanına hesap vermekten kurtulursun.
Che Guevara