Günaydın sevgili okuyucularım, nasılsınız bu sabah? Okullar açıldı ya etrafa bir hareket, bir ses, bir enerji geldi sanki. Evlerde ayrı bir telaş, okullarda ayrı bir telaş ve bizde bir zamanlar yaşadığımız, şimdilerde dışardan baktığımız bu koşturmanın seyircileriyiz. Bir zamanlar oyuncu sonra seyirci olmakta güzel biliyor musunuz? Oyuncu iken birçok şeyi es geçmişizdir şimdilerde ise daha dikkatli ve daha akılcıyız sanki. Her ne ise ben bütün öğrenci, veli ve öğretmenlerin yeni öğrenim durumunu kutluyorum.
Ve çoktan beri dikkatimi çekiyor. Ama görmezden gelmeye çalışıyorum. Teşekkür etmeyi bilmiyor muşuz aslında? Bendenizce çocukların ilk öğrenmeleri gereken kelimelerden biridir teşekkür. Ve bizler aynı zamanda özür dilemeyi de bilmiyoruz. Kusura bakma demeyi de bilmiyoruz. Sözümüzde duramadığımız zamanlarda da bunun nedenini açıklama ve özür sayılabilecek cana yakın bir sözcük kullanmayı da bilmiyoruz. Ya da hepsini biliyoruz da, ama yapmıyoruz çünkü ya küçükken öğretilmedik ne okulda ne evde ya da ve kötüsü o sefil “ben”liğimiz. Bizler özellikle şimdilerde onun esiriyiz. O kadar esiriz ki onu dışlayıp “biz” olmayı beceremiyoruz. Bunun için gayret bile etmiyoruz. O kadar birlikte yaşmaya alışmışız ki onu büyütüp, altında nasıl ezildiğimizin ayrımında olmuyoruz bile. Ve böyle, böyle gittikçe bencilliğin derin, karanlık kuyusunda insan olmanın o dayanılmaz inceliğini yitirip, boş başaklar misali yaşamımızı sürdürüyoruz. Bu duruma üzülüyorum, tabi üzülmediğimi sandığım çok zamanlarda. Çünkü teşekkür dilimin ucunda olur her an. Ve her şey için. Teşekkür etmeyi bilen ve birini kırdığı zaman ki asla bilerek değil. Ve kesinlikle kırıldığım için kırdığımda, özür dilemeden, gönül almadan günü bitirmeyen biri olarak üzülmemek elde değil tabi…
Arkadaşlarım yıllar boyu “sana okulda yalnızca teşekkür etmeyi mi öğrettiler” diyerek benimle dalgalarını geçtiler. Ama teşekkür etme huyundan vazgeçiremediler. Ne yazık ki üzülerek söylüyorum onlar da teşekkür etmeyi bir türlü öğrenemediler. Onlara örnek olamadım. Bu benim yenilgim kabul ediyorum. Ki Jan Jakruso’nun çocuk eğitimi “Emil” adlı eserini daha sanırım on yaşında iken okumuştum (nasıl niçin okudum bilmiyorum, o yaşta? belki yalnızca evde olduğu için) daha sonraları yeniden okudum ve yeniden ve yeniden. Ve inanıyordum ki en az onun inandığı kadar örnekleme sanatına. Sözle değil davranışla örnek olunabileceğine. Ama gördüm ki evet benim çocuklar öğrendi, yalnızca örneklemelerden değil tabi. Ancak arkadaşlarım, dostlarım, yakınımda olan hiç kimseye bir nefes kadar bile yaramadı davranışlarım. Bu yüzden hep yalnız, hep bir köşede kaldım. Ancak ne yaman bir çelişki ki bu sevgili arkadaşlarım, kendileri yapmadıkları her şeyi kesinlikle başkasından beklerler. Ve çok kaba bir şekilde uyarırlar bile. Görmezden geliyorum dedim çokkk zaman. Gerçekten her an gördüğümü ciddiye alsam çok değişirdi durumlar. Ve pılımı pırtımı toplayıp kendimi dağlara vurmam gerekirdi ki yine çok zaman bu özlemleri duyuyorum ve sizinle de paylaşıyorum. Ancak hep düşünüyorum ki. Bütün canlılar doğalarına göre davranırlar. Yani bir çiçeğe açma diyebilir misiniz? Hanım eline nergise, güle, kokma diyebilir misiniz? Kediye miyavlama, köpeğe havlama denebilir mi? Tabiî ki denemez. Değil mi? Deseniz de zaten işe yaramaz.
Akreple kaplumbağanın öyküsünü bilirsiniz. Akreple kaplumbağa bir su kenarında buluşurlar. Karşıya geçeceklerdir. Akrep beni sırtında geçirirsen sana hiç zarar vermem diye yeminler eder kaplumbağaya. Kaplumbağa hayır der. Ancak akrep o kadar dil döker ki sonunda garibim kaplumbağa inanır akrebe. Ve onu sırtına alıp suyu atlar. Tam karşıya geçerken akrep kaplumbağayı ısırıverir. Can haviliyle haykırır garip kaplumbağa. Ne yaptın der. Hani söz vermiştin. Ne yapayım kardeş der. Ben akrebim ve doğama uymak zorundayım.
İşte bu kadar basit! Bu kıssa iyi güzelde sözünü ettiğimiz hayvanlar ama. Oysa bizim yakındığımız insan. İnsan aklı ve görünüşü ile diğer canlılardan ayrıdır. Ona yön veren aklıdır eğer onu kullanmasa, diğer canlılardan bir farkı kalmaz doğasında incelik var. İyilik var ve tabiî ki haldır, huldur kötülük, kin, kıskançlık, benlik gibi kötü huylarda var. Ve hangi tarafınızı beslerseniz o taraf beslenir güzelleşir. Ancak insanlar güzelden yana görünseler de besledikleri şey “ben”likleri ve bu yüzden unutuyorlar insana dair bütün incelikleri…
Bu yüzden bugün görmezden gelemiyorum kabalıkları ve ruhum inciniyor ta derinden sesimi soluğumu kesiyor incinmişliğim.
Ve sevgili okuyucularım şimdilik sağlık ve sevgiyle kalın diyorum. Lütfen, insana ait incelikleri göz ardı etmeyin sizin için hiç önemli görünmeyen bir sözcük, bir teşekkür bile bazı insanların belki yaşamında yeni bir kapı açabilir. Yase
& & & & &
Gerçek
Günün birinde üç adam yürürken karşılarına büyük ve vahşi bir nehir çıkmış. Nehrin karşı kıyısına mutlaka geçmeleri gerekiyordu. Peki, bunu nasıl başaracaklardı? Birinci adam, dizlerinin üzerine çöktü ve Tanrı’ya dua etti: “Tanrım, lütfen nehrin karşı kıyısına geçebilmem için bana güç ver!” Tanrı ona uzun kollar ve güçlü bacaklar verdi. Böylece nehrin karşı kıyısına geçebildi. Ancak bunun için 2 saat boyunca dalgalarla boğuştu ve neredeyse 34 kez boğulma tehlikesi geçirdi. Ama başarmıştı…
Bunu gören ikinci adam da Tanrı’ya dua etti: “Tanrım lütfen nehrin karşı kıyısına geçebilmem için bana güç ve gerekli aracı ver!” Tanrı ona bir tekne verdi ve o da nehrin karşı yakasına geçmeyi başardı, ancak birkaç kez alabora olma tehlikesiyle karşılaştı.
Tüm bu olan biteni izleyen üçüncü adam, dizlerinin üzerine çöktü ve Tanrı’ya yalvardı: “Tanrım, lütfen nehrin karşı kıyısına geçebilmem için bana güç, araç ve zekâ ver!” Bunun üzerine Tanrı, adamı bir kadına dönüştürdü.. Kadın haritaya baktı.. Nehrin biraz yukarısına doğru yürüdü ve köprüden karşıya geçti.
Günün Şiiri
Bilir misin?
Tam sınırdan kaçarken vurulmak nedir bilir misin?
Nöbetçiler ha gördü, ha görecek
Parmaklarının ucu dikenli tellere değdi değecek…
Ama… Bir adım daha atamazsın.
Uzanıp tutamazsın;
Göz pınarlarında donup kalır hayallerin
Planların, kaçışın, kurtuluşun
Ve deler sevgi dolu yüreğini
Sevgi bilmeyen bir kurşun.
Bir okyanusta boğulmak nedir bilir misin?
Batan bir gemiye el sallayamamak,
Oturup ağlayamamak,
Birkaç kulaç ötedeki
Bir tahta parçasını tutamamak,
Nedir bilir misin?
Sevmek nedir bilir misin?
Bir şeyler tutuşur yüreğinde kıpır kıpır
Bütün benliğini sarar, ısıtır.
Her gülüşte yeniden doğarsın
Ve bin kere ölürsün her iç çekişte
Nasıl anlatsam bilmem ki.
Yani “sevmek” işte.
Duymak nedir bilir misin?
Duymak, ama anlatamamak
Çemberini kıramamak kelimelerin.
Tam dilinin ucuna gelmişken söyleyememek
“Seviyorum” diyememek
Yani ölümü yaşamak nedir bilir misin?
Ümit Yaşar OĞUZCAN
Günün Fıkrası
Temel uçağa binerken, merdivende gördüğü fıstığa takılı kalmış. Hatun da hatun.. Ben diyim, Şeron Ston, sen de, Jenifer Lopez, o desin, Demi Mor… Üzerinde muhteşem bir mini… İç çeke çeke uçağa girmiş, bir de ne görsün, yeri fıstığın yanı… Temel kalbi pır pır koltuğuna oturmuş, yan gözle hatunu kesiyor. Uçak havalanmış, fıstık, çantasına uzanmış, bir kurşun kalem çıkarmış, başlamış çapraz bulmaca çözmeye… Temel mutlu, ‘Şimdi takılır bir yerde bana sorar, muhabbet başlar’ demiş içinden.. Demeye kalmadan, kadın bulmacadan kafasını kaldırmış, kısık, seksi bir sesle Temel’e sormuş: “Beş harfli bir kelime. Sonu arak, başına bir harf koyarsanız, kadınların en sevdiği alet olurmuş, biliyor musunuz?” ‘Aman Tanrım’ demiş Temel, ‘O kelimeyi nasıl söylerim, mutlak başka bir şey olmalı’ diye içinden geçirmiş, kadına dönmüş “Düşüneyim” diyerek zaman kazanmaya çalışmış. Birkaç dakika sonra jeton ‘dank’ etmiş.. Heyecanla kadına dönmüş: “Tarak” olabilir mi hanımefendi, Tarak… “Harikasınız… Evet, peki silginiz var mı?”
Günün Sözü
Yetişen zekaları kitaplarla beslemeyen milletler acı çekmeye mahkumdurlar.
Fletcher